İki yıl sonra neredeyiz?

Tam iki yıl oldu. Tam iki yıl önce bugün ve bu saatte, şimdi bu yazıyı yazdığım büromda İzmir depremini yaşadım. Önce hep alışık olduğumuz beş şiddetindeki depremlerden birisi sandık ve geçer diye bekledik. Ama geçmedi. Eşyalar dökülüp kırılmaya, bina şiddetli şekilde sallanıp sarsılmaya devam etti. Ayağa kalktığımda yürümenin imkânsız olduğunu anladım. Tutunacak, bina yıkılırsa sağlam kalacak bir yer aradı gözlerim. Büromdaki kolonla masanın arasına girmeye çalıştım. Önce yavaşlayan sarsıntılar bir süre sonra durdu. Hızla binadan çıktım. O an aklımdaki tek şey uzaktan eğitime evden katılan oğluma ve sekizinci sınıfta olduğu için okulda olan kızıma ulaşmaktı. Arabaya bindiğimde yanından geçtiğim kimi binalardaki hasarı gördüm ama yolumun üzerinde yıkılan bina olmadığı için ucuz atlatıldı diye düşündüm. Ama yanılmışım. Yolda giderken haberi aldım. Binalar yıkılmış altında yüzlerce insan kalmıştı.

Kızımı okuldan eve getirip, deprem sırasında evde bulunan ve korku içinde dışarıya çıkan oğluma sarıldıktan sonra depremin yıktığı Emrah Apartmanı’nın önüne geldim. Birbirinin üzerine yığılmış katların etrafında telaşla bir şeyler yapmaya, enkazı kaldırmaya çalışan insanların acısı, çaresizliği, umudu, umutsuzluğu hepsi bir aradaydı. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ve AFAD’ın ekipleri binalara ulaşmış, kurtarma çalışmalarına başlamıştı. Kurtarılan her can umutlarımızı artırırken ölümün soğuk yüzüyle her karşılaşma acılarımızı katladı. İki gün boyunca süren insanüstü gayret sonucunda 107 kişi enkazdan kurtarıldı. Ancak 117 kişi hayatını kaybetmiş, binin üzerinde insan yaralanmış, yüzlerce bina yıkılmış ya da oturulamaz hale gelmişti.

Aradan geçen iki yıl boyunca sorumluların bulunup yargılanması için görülen davalarda hukuk ve yargı sisteminin içindeki içler acısı halini bir kez daha gördük. Şehrin daha dirençli olması, binaların yenilenmesi için pek çok kişi ve kurum çaba sarf etmesine rağmen geldiğimiz yer daha yolun başı sayılacak seviyede. Daha güvenli binalarda yaşamamızı sağlaması gereken kamu kurumlarından daha etkin çalışmalar bekliyoruz. Bekliyoruz ama gördüğümüz şeyler iç açıcı değil. Kaçak yapılaşmayı önleyecek, bina yapımlarının kamusal denetime alınmasını sağlayacak yasaları geçirmesini beklemediğimiz TBMM, 6 Temmuz tarihinde kabul ettiği 7417 sayılı Kanun ile kaçak binalara elektrik ve su bağlanma imkânı getirdi. 11 Ekim tarihinde Meclis komisyonuna sevk edilen kanun teklifi imar affının yeniden getirilmesi istiyor.

Yaşanan depremleri kader sayıp, ölenleri şehit ilan eden anlayış yine ve yeniden kaçak yapılaşmayı yasal hale getirmenin yollarını arıyor. Yıkılıp daha sağlam olarak yeniden yapılması gereken binalar için kaynak ayırmayan, insanlara faizsiz ve uzun vadeli kredi sağlamayan siyasi iktidar yaklaşan seçimlerde oy devşirmek için imar affı kartını bir kez daha önümüze koyuyor. Yaşanacak acıları, gidecek canları umursamadan, sadece alacağı oyları hesaplayanlar, kendilerinin şatafat içinde yaşadığı bu dünyayı bize yaşanmaz hale getirenler, felaketler olduğunda yine karşımıza çıkıp kaderden, şehitlikten, öte dünyadaki mutluluktan bahsedecek. Ve bizler kaçak olarak yaptığımız, orasını burasını değiştirdiğimiz, sağlam olup olmadığı belli olmayan binalarımızın imar affından yararlanması için sıraya gireceğiz.

Bazılarımızın acısı sadece anma günlerinde tazeleniyor. Oysa acı, yakınlarını kaybedenler için hiç azalmadı. Depremde evleri yıkılanların sağlıklı ve güvenli konutlara geçmesini, şehirlerimizdeki yapıların yenilenmesi için kamusal kaynak aktarılmasını istemedikçe ve de kaçak yapılara imar affı getirilmesine karşı durmadıkça yeni acılar yaşayacağımızı bilmek için kâhin olmaya gerek yok. O acılı günler yeniden geldiğinde bugün ne yaptığımızı, bize bu köhne düzeni dayatanlara karşı sessizliğimizi, daha da önemlisi “imar affı çıksa da kaçak binamı yasal hale getirsem” bekleyişimizi hatırlayıp utanırız umarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aydın Arşivi