İklim değişikliğinin sosyo-ekonomisi

Son Güncellenme Tarihi: Ağustos 10, 2021 / 12:33

Dünyanın nicedir çok kalabalık, çok sıcak, çok kurak ve ani tehditlerle dolu olduğunu biliyor, anlıyorduk da bu kadarını beklemiyorduk elbette. Şunun şurasında her türlü varyanta rağmen aşılarla gelinen noktada Covid’i aşmak ya da iyi kötü azaltmak üzereyken, iklim değişiklikleri ve küresel ısınmanın da tetiklediği büyük afetler, yangınlarla selleri peş peşe yaşamaya başladık. Her ne kadar komplolar aransa da dünyada Türkiye’de aynı anda benzersiz bir kaosun, sarmalın içine girdi.
Doğada her zaman felaketler ile tatlı akışları iç içe geçtiği rastlantısal ile zorunlu olanın iç içe geçtiği gelgitler vardır, döngünün insan ağırlıklı bir sermaye birikimi baskısına direnemeyeceği ve tahammül edemeyeceği de nicedir görünen bir gerçek zaten.
Ancak karbon ve metan gazlarının salınımı ve atmosfere bıraktığı izlerle başlayan, yıllardır bilinen bu büyük ekolojik tehdit dolu evrene karşı siyasal iki yüzlülüğün ve piyasaya teslim olmuş “borç devletlerinin” (Streeck) niyetsiz ve isteksiz planlamaları ile delik büyüdü, okyanus dip akıntıları soğumadı, denizler ısındı, buzullar eridi, sıcaklıklar arttı. Karbon salınımı konusundaki dünya adına üretilmesi gereken büyük siyaset, bir tür “siyasetlerin siyaseti” haline gelemedi, felaket çanları beklenenden hızlı çalmaya başladı, kavurucu sıcaklarla birlikte felaketlerin sayısı, sıklığı ve niteliği de boyut kazanarak artmaya başladı.
Bu öylesine büyük bir kaos ki, bir sistem değişikliği ve radikal dönüşüm olmaza işimiz gerçekten zor üstelik bu dönüşümün sonuçları tek bir değişkene de bağlı değil önünde sayılamayacak kadar çok engel var üstelik. Devletler, birçok ülkenin kendine özgü ve giderek baskıcılaşan yönetimleri, evrensel değerlerde açılan çatlaklar, müşterek insanlık ülküsündeki kırılganlık, toplumu ve dayanışmayı güçlendiren bütün değer ve kurumların aşınması, kapitalizmin kar hırsından, rekabetçi vahşiliğine ve tüketimciliğe süren temel ideolojik hattı, özelleştirmecilikle ve büyük yatırımlara bel bağlamış, ekonomik, sosyal ve siyasal düzen. Bu düzende servet transferinin topluma rağmen şirketler ve büyük kuruluşlar lehine çalışması. Karbon salınımında pervasız ve denetimsiz platformlar, atık üretip atıkları yakarak atmosferi ve havayı kirletenler, doğayı tüketilecek bir hammadde gibi görüp, insanı tüketici olarak kabul eden sistem. Sahipliğin ve mülkiyetin dokunulmaz “aurası”nda her türlü yayılma, genişleme ve istismar hakkı gören sistem.
Buna müdahale etmek, denetlemek ya da toplum yararına kararlar almak için var olması gereken devlet ise bu şirketsel düzenin bir kolaylaştırıcısı olarak müdahale gücünü kaybetmiş ne insanını ne ormanını koruyabilecek örgütlenmesi var ne de yeniden yapılanmayı adil bir biçimde gerçekleştirecek hali, yeteneklerini kaybetmiş bir yapıyla karşı karşıyayız.
Oysa son on yıldır okyanuslarda peşi sıra patlayan kasırgaların bize hiç gelmeyeceğine neredeyse iman etmiştik, termik santralleri ormanlık bölgelere turizm bölgelerine, teşvikler verip vergi indirimleri sağlayarak kurarken hiç de gocunmamış, sorumluluk duymamıştık.
Karbon salınımına dayanan, kimyasallarla büyüyen ya da doğanın döngüsünü bozma pahasına yapılan tesislerin, oto yolların, hava alanlarının, dağları tıraşlayan maden ruhsatlarının, maden ruhsatı altında kumluk bölgelerin delik deşik edilmesini sağlayan, güya büyümenin motoru olan inşaat sektörünün hormonlu büyümesine yarayan kum tedarik talanlarının, kısaca doğal alanların bir büyüme motoru yapıldığı sahte ekonomik kalkınmayı bu ülkede eleştiremedik bile.
Bir avuç doğruları söyleyen kişi hariç.
Rakamlardaki artış finansal piyasalara da can veriyordu güya, köpük bir başka köpüğe karışıyor, ülke hep bir tarafa büyüyor, yükümlülükler ve işin ceremesi diğer taraf kalıyordu.
Şimdi böylesi bir yetenek kaybı içinde dünya daha da ısınacak, 1.2 derece 1.5 olursa (ki bizde 2.0 hissedileceği yönünde öngörüler var) insanlığın yarısı gıda ve su kıtlığı yaşayacak, okyanustaki mercan resifleri, karadaki canlılar ve böcekler yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklar.
Su bitecek ve tarımda üretilen ürünler hem kavurucu sıcaklar hem de susuzluk nedeniyle daha tohumlamada yanacaklar, çöl olan bölgelerde açlık, kıtlık ve mutlak yoksulluk baş gösterecek.
Güneydeki kuraklık savaşlara, kitlesel göçlere ve kargaşaya neden olacak.
Bugün hükümetler arası iklim değişikliği panelinin bu yılki raporu yayınlandı, burada vahim olan başka bir şey daha var bizim için… Raporda “ortalama yüzey sıcaklıklarının sanayi devrimi öncesine göre 2°C yüksek olduğu son buzul arası dönemde, deniz seviyelerinin bugünkünden en az 5 ve en fazla 10 metre daha yüksek olduğu” belirtiliyor. “İklim değişikliği ile mücadele için kapsamlı önlemlerin alınmaması durumunda kasırgaların, kuraklıkların artacağı, deniz seviyelerinin yükseleceğinin” belirtildiği rapordaki öngörüler gerçekleşirse, üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemiz de büyük risk altında kalacağının altı çiziliyor.
Hükümetler ve karar vericilerin bu tehdidi göz ardı etmeleri için geçerli hiçbir mazeretleri yok. Eğer derhal harekete geçersek gidişatı yavaşlatmamız, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden kendimizi korumamız mümkün.
Evet yanlış okumadınız, Anadolu coğrafyası bir yandan çölleşme tehdidi ile karşı karşıya bir yandan da kasırgalarla, sellerle kuşatılacak, bu deniz seviyesinin artmasına, önce kıyıların arından şehirlerin, hatta topyekun bir yarımadanın batma ve sulara gömülme riski demek.
Evet çare nedir? Çare acil yeni ve halk adına yeşil bir düzen ve program. Bir ekonomik ihtilal kökten ve sürdürülebilir bir dönüşüm ve bunun politik programı. Derhal…

İskender Özturanlı

1963 yılında Söke’de doğdu. Hacettepe Üniversitesini bitirdi. Uzun yıllar gazetecilik, öğretim görevliliği ve internet sektöründe çalıştı. Politika, ekonomi politik, sol düşünce, sosyo-ekonomik eşitsizlikler ve kültür politikaları üzerine çalıştı, yazılar yazdı. Gedik Üniversitesinde yarı zamanlı Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktadır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top