İklimden biyoçeşitliliğe krizler birlikte değerlendirilmeli…

Son Güncellenme Tarihi: Mart 6, 2022 / 03:04

Günümüzde dünyanın gelişmiş ülkeleri ve büyük ekonomileri iklim değişimi ve biyoçeşitlilik krizi nedeniyle tehdit altında. Açık söylemek gerekirse, yaşadığımız gezegende, çevremizdeki canlılarla dar bir koridor içinde sıkışmış durumdayız; çünkü, çevremizi baskılayan bir yapıya sahibiz, insan olarak zekamızı kullanıyor ve dominant olmayı seviyoruz. Peki, nereye kadar? Bu soruyu cevaplamadan önce biyoçeşitliliği tanımlayalım.

Nedir bu biyoçeşitlilik?
Biyoçeşitlilik, en yalın haliyle dünyadaki yaşamın çeşitliliğidir. Bir başka ifadeyle 3.8 milyar yıllık bir dünya mirasıdır. Biyoçeşitlilik yaşadığımız gezegenin en karmaşık ve en hayati özelliğidir. Günümüzde bilimciler şüphe götürmez bir şekilde “biyoçeşitlilik olmadan insanlık için bir gelecek yok” diyor.

Biyoçeşitliliğin dar koridoru…
2020 yılının başlarında ünlü ekonomistler Daron Acemoğlu ve James Robinson “Dar Koridor” başlıklı bir kitap yayınladılar. Kitaba ismini veren dar koridor teorisi güzel bir çalışmanın ürünüydü ve farklı disiplinlere de uygulanabilecek bir teoriydi. Bu teori kısaca şunu söylüyordu: insanları köleleştiren, eşitlik ve adaletten uzak baskıcı yönetimlerin hâkim olduğu coğrafyalarda kalıcı büyüme ve refah söz konusu olamaz. Burada toplumu oluşturan herkesin özgürlüğü en önemli faktör. Genel olarak toplum ve toplum için kural koyucular bir koridorun içinde. Bu koridorda bileşenler karşılıklı olarak ne kadar birbirleriyle barışçıl bir sistem içinde yaşarlarsa sıkışma o kadar az oluyor. Peki, bunun biyoçeşitlilik ile alakası ne olabilir?

Yaşadığımız gezegeni birçok canlıyla paylaşıyoruz, bu canlıların gezegen içindeki refahı sağlıklı bir dünya sağlamamız için ve tabi ki insanın geleceği için çok önemli. Öyleyse, dünyayı paylaştığımız canlıların farkında olarak, onların yaşam hakları olan coğrafyaları koruyarak ve özgürlüklerine saygı göstererek yaşamak zorundayız. Eğer bu durumu sağlamazsak, çevremizde kalan yaşam biçimleri ile birlikte dar bir koridorda sıkışır ve bu sıkışmanın da bedelini ödemek zorunda kalırız. Bu durumun en güzel örneklerini gelişmiş ülkelerde görüyoruz. Mesela Avustralya, doğa koruma bakımından hükümetlerinin ve karar verici mercilerinin karnesi oldukça zayıf bir ülke. Bu durumu 2019 yılı sonunda yaşanan Avustralya yangınları sırasında gördük. Dünya bundan ders aldı mı? Hayır, hala aynı tarz hatalar hızla devam ediyor. Başta, “peki, nereye kadar?” diye bir soru sormuştum, sanırım yanıt kaynakları tamamen tüketene kadar.

Mercan resifleri yok olma sınırında!

Yayınlanmış binlerce hakemli bilimsel çalışmayı özetleyen IPCC iklim raporu, mercan resiflerinin “sınırda” olduğunu söylüyor. Avustralya’daki Büyük Set Resifi de dahil olmak üzere bazı doğal sistemlerin zaten geri döndürülemez bir değişim yaşadığına dair kanıtlar olduğu da son IPCC raporunda belirtiliyor.
Emisyonlarla şiddetlenen aşırı hava olaylarının (ısı dalgaları, kuraklıklar, seller, fırtınalar ve yangınlar) ölüme, yaralanmalara, salgınlara, ekonomik ve duygusal strese neden olduğu artık bilinen bir gerçek. Bu etkilerin Avustralya’nın da içinde olduğu birçok ülkenin doğasını, toplumsal yapısını ve ekonomisini aşama aşama etkilediği de aşikar. Krizlerin farkında olmak zorundayız, çünkü özelde ülkemiz genelde de yaşadığımız gezegen geri dönüşümsüz bir tehditle karşı karşıya. Biyoçeşitlilik krizi iklim krizinden çok büyük, kaybettiklerimizi ise kazanma şansımız yok.

Gelişmiş ülkeler iklim krizine ve biyoçeşitlilik kayıplarına duyarsız

Avustralya hükümeti, dünyanın önde gelen iklim bilimi otoritesi olan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan raporu, Büyük Set Resifinin (Great Barrier Reef) henüz krizde olmadığını söylemek için yumuşatmaya zorladı. Morrison hükümetinin bilim dışı olduğu ve hükümetin sera gazı emisyonlarında daha derin kesintiler yapmaktan kaçınmak için küresel ısınmanın neden olduğu hasarı küçümsemeye çalıştığı ortsaya atıldı. IPCC’nin bu hafta yayınladığı en son değerlendirmesi, “Büyük Set Resifi krizde” başlıklı bir bölümü içeriyordu. Dünyanın en büyük mercan resifinin iklim değişikliğinden, özellikle okyanus ısınmasından ciddi şekilde etkilendiğini ve bunun daha sık ve şiddetli mercan bozulmalarına yol açtığı belirtiliyordu. 2.300 km’lik resif sistemi, son altı yıl içinde en az üç kere bu tarz bozulma olaylarıyla baş etmek zorunda kaldı.

Küresel bir düşünce kuruluşu olan Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü tarafından yayınlanan bültende, Avustralya hükümet yetkililerinin mevcut rapor özetinin açıklaması hakkında, resifin “henüz krizde olmadığını” ve “mercan resiflerinin artan baskı altında olduğunu” söylemesi gerektiği önerildi. Öneriye, Fransa ve Trinidad Tobago da dahil olmak üzere birkaç Karayip adası ülkesi karşı çıktı. Ancak neyse ki orjinal ifade nihai olarak raporda fikir birliği ile korundu. Avustralya Deniz Koruma Derneği danışmanı Imogen Zethoven, resifin gidişatının korkunç olduğunu ve hükümetin bunu IPCC raporuna yansıtmama girişiminin “bilimsel olmayan bir girişim” olduğunu söyledi.
“İçinde olduğumuz kriz çağında mercan resiflerinin krizde olmadığının söylenmesi dürüst bir yaklaşım olarak tanımlanamaz.”
Yukarıda da belirttiğim gibi Avustralya çevre problemlerine karşı karnesi kötü bir ülke. Her ne kadar gelişmiş ülkeler arasında yer alsa da geçtiğimiz yıllarda Avustralya hükümeti, ülkelerin mercan resifleri gibi dünya mirası alanlarını iklim krizinin etkilerinden korumak için küresel ısınmayı 1.5 santigrat derecede tutmaya çalışması gerektiğine dair bir UNESCO önerisinin geçişini engellemeye çalışmıştı. Haber Guardian tarafından verilmişti ve bir skandal niteliğindeydi.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top