Derya Kömürcü

Derya Kömürcü

İktidarın Halk Desteği Erirken Siyaset Nereye Evriliyor?

Son dönemde gerçekleştirilen kamuoyu araştırmalarının hemen hemen hepsi gerek AKP ve MHP oylarında gerekse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçmen desteğinde bir gerileme olduğuna işaret ediyor. Gündelik hayat deneyimlerimizde de iktidar bloğunun halk desteğindeki düşüşü doğrulayan örneklere tanıklık ediyoruz.

Bu tanıklık ve gözlemlerin ötesinde Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi olarak yaptığımız ölçümlerde hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem de AKP ve MHP’nin oylarında bir gerileme olduğunu ve bu gerilemenin 24 Haziran 2018 seçimlerinde elde ettikleri oy oranlarıyla kıyaslandığında Türkiye siyasetinin görünümünü kayda değer bir biçimde değiştirecek bir noktaya ulaştığını tespit ediyoruz. Son seçimden bugüne 3 yılı aşkın süreye yayılan bu gerileme radikal kopuşlardan çok, küçük ama istikrarlı bir şekilde devam eden bir erime olarak dikkat çekiyor. Son 6 ayda seçmen tarafından iyice görünür hale gelen yönetememe krizinin oy oranlarında daha ciddi bir çözülme eğilimine işaret ettiğini de not etmek gerekir.

AKP-MHP İTTİFAKI OYLARINDAKİ GERİLEME NEREYE KADAR GİDER?

Bu tablo birtakım soruları da beraberinde getiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP-MHP ittifakının oylarındaki gerileme nereye kadar devam edebilir? Radikal anlamda bir kopuş söz konusu olabilir mi? Belki de en önemlisi bu noktadan sonra iktidarın yeniden toparlaması mümkün mü?

Kuşkusuz iktidar bloğunun halk desteğindeki gerilemenin çok çeşitli sebepleri var. İlk anda ekonomik kriz, Koronavirüs salgını, iktidar yorgunluğu, kötü yönetim gibi etkenler sıralanabilir. Ancak daha bütüncül bir yaklaşımla ele alındıklarında bu etkenlerden bir kısmı doğrudan siyasal gelişmelerle ilişkili olsa da, bir kısmının da Türkiye’nin son yirmi yılda yaşadığı toplumsal dönüşümden kaynağını aldığını görmek gerekir. Dolayısıyla içinden geçmekte olduğumuz siyasal değişim sürecini anlamak için belki de öncelikle şu tespiti yaparak başlamak faydalı olacaktır: Uzun AKP iktidarı döneminde Türkiye gerçek anlamda sosyolojik bir dönüşüm yaşadı. Büyük çoğunluğu AKP’ye oy veren toplumun önemli bir kesiminin tüketim alışkanlıkları, sosyalleşme biçimleri, devletle kurdukları ilişki değişti. Toplumun çok farklı kesimleri çok hızlı bir biçimde kamusal hayata dahil oldu. Bu dahil olma durumu, süreç içinde kaçınılmaz siyasal sonuçlar doğurdu, doğuruyor.

YEPYENİ BİR NESİL ORTAYA ÇIKTI: 6 MİLYONU AŞKIN YENİ OY VAR
Bir an için bu toplumsal dönüşümü göz ardı edecek olsak bile 20 yıl önce var olmayan yepyeni bir nesil ortaya çıktı. Önümüzdeki seçimde 6 milyonun üzerinde genç seçmenin ilk defa oy kullanacağını düşündüğümüzde, en azından potansiyel olarak bu seçmen kümesinin var olan tabloyu değiştirme olasılığının olduğunu, dolayısıyla bu kümenin önemli bir kısmının desteğini kazanmanın partiler açısından kritik önemde olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar ilk kez oy kullanacak gençleri homojen bir toplumsal grup olarak görmek yanlış olsa da, bu gençlerin aralarındaki tüm farklılıklara rağmen dünyayla kurdukları ilişkinin anne-babalarının kurduğu ilişkiden ciddi biçimde farklılaşmış olduğunu da tespit etmek gerekir. Teknolojinin imkanlarını çok daha etkili bir biçimde kullanan, dünyaya çok daha kolay entegre olan, o anlamda “yerli-milli” hamasetinden çok daha az etkilenen bu gençler, tek adam etrafında kurulan bu siyasal rejime ciddi biçimde tepki duyuyorlar.

AKP DEĞİŞİMİ ANLAMAK YERİNE KAVGAYA GİRİŞTİ
AKP iktidarı bu sosyolojik değişimi anlamak, ona uyum sağlamak yerine onunla kavga etmeyi tercih etti. Kavgayı kazanmanın yolu olarak da siyasetsizliği, siyasetin alanını olabildiğince daraltmayı, kutuplaşmayı ve kendi tabanı olarak gördüğü kitlenin oy desteğini kimlik siyaseti üzerinden konsolide etmeyi öne çıkardı. Kısa vadede etkili olan bu yöntem, orta vadede ekonomik kriz ve Koronavirüs pandemisiyle birleştiğinde ülkeyi yönetilemez kıldı.

HEGEMONİK GÜÇ 2011 SEÇİM ZAFERİNE KADAR SÜRDÜ
AKP, ilk iktidara geldiğinde yalnızca kendi tabanına değil, diğer seçmenlere de bir şey söylediğinde sesini duyurabilen, söylediklerini tartıştırabilen, siyaset üzerinde hegemonik bir güce sahipti. Bu durum, 2010’daki anayasa referandumu ve ardından elde edilen 2011 seçim zaferine kadar böyle sürdü. Sonrasında özellikle Gezi Parkı eylemlerinin ardından Erdoğan, otoritesini sarsan her olay, her karşı çıkış karşısında kendi tabanını konsolide etmeyi tercih eden bir iki uluslu toplum inşa etmeye yöneldi. “Bizden olanlar” ve “Bize karşı olanlar” ikiliği içinde muhafazakâr-milliyetçi seçmen kitlesinin sinir uçlarına dokunarak kendi yüzde 50’sini mobilize etmeyi başardı. Bu strateji 7 Haziran 2015 seçimlerinde sekteye uğradı, ama seçim tekrar edilerek ve daha da sert önemler devreye sokularak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altındaki tek adam yönetimine giden yol açılmış oldu. Esasında işlerin AKP ve Erdoğan açısından ters gitmeye başladığı nokta da burası oldu. Çünkü gün geçtikçe yönetememe sorunu belirginleşti ve kendi geniş tabanını konsolide etmek konusunda sıkıntı yaşamaya başladı.

ÇOĞUNLUK TÜRKİYE’NİN KÖTÜ YÖNETİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYOR
Bugün Türkiye’de azımsanmayacak bir çoğunluk ülkenin kötü yönetildiğini düşünüyor. Kötü yönetimin liyakatsizlik, adam kayırmacılık ve yolsuzlukla doğrudan ilişkili olduğunu, bu durumun da tek adam rejiminden kaynaklandığını net bir biçimde idrak etmiş bir çoğunluktan bahsediyoruz. Dolayısıyla ülkenin kötü yönetilmesi bakanlarla ya da bürokratlarla değil, doğrudan her şeye karar veren, bütün atamaları yapan, her açıklaması bir biçimde tüm ülkeyi etkileyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilişkili olarak görülmeye başlandı.

SEÇMEN SORUNLARIN KAYNAĞINDA ERDOĞAN’I GÖRÜYOR
Seçmen, sorunların kaynağında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve onun uygulayıcısı olarak Erdoğan’ı görüyor. Tam da o yüzden seçmenlerin yüzde 60’a yakını hem parlamenter sisteme dönmek istiyor hem de “Erdoğan’a asla oy vermem” diyor. Artık Erdoğan etrafında konsolide olmuş bir yüzde 50’den değil, “Erdoğan gitsin, bu rejim değişsin” diyen ve yüzde 50’yi epey geçmiş görünen bir muhalif seçmen konsolidasyonundan bahsediyoruz.
Bununla birlikte toplum bu denli kutuplaştırıldığında kendi seçmen kitleni konsolide etmek çok daha kolay hale geldiği gibi, kutuplar arasındaki geçişkenlik de çok sınırlı kalabiliyor.

KOPUŞLAR DEĞİL SÜREKLİ GERİLEME GÖZLÜYORUZ
Tam da bu yüzden AKP ve MHP’nin seçmen desteğinde kopuşlar değil, ufak ve süreklilik arz eden bir gerileme gözlemliyoruz. İktidarın yapamadıkları ya da kötü yaptıklarına tepki olarak ortaya çıkan bu gerileme artık belirli bir dengeye oturdu, bundan sonra siyasi tabloda meydana gelebilecek anlamlı bir değişim esas olarak muhalefetin hamleleri, projeleri, kadroları üzerinden seçmeni ikna edebilmesi durumunda gerçekleşecektir. Başka bir deyişle AKP-MHP ittifakı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan kendi yaptıklarının sonucu olarak yaşayacağı oy kaybının sınırına dayanmış görünüyor. Seçmen iktidarı değiştirmeye hazır olduğunun işaretlerini veriyor. Bundan sonrası muhalefetin iktidarı alıp alamayacağıyla ilgili olacaktır.

OY AZALMASI YA DA ARTMASININ ÖTESİNDE BİR DEĞİŞİM
Araştırmalardan elde ettiğimiz tüm veriler bize Türkiye’nin partilerin oy oranlarının düşmesi ya da artmasının ötesinde bir değişime gebe olduğunu gösteriyor. İktidarıyla muhalefetiyle genel olarak siyasal partilerin ülkenin sosyolojik ve demografik değişimine ayak uydurabildiğini söylemek mümkün değil. İktidar bloğunu oluşturan partilerden vazgeçme eğiliminde olan seçmenlerin yönelecekleri yeni partileri bulmakta çektikleri güçlük muhalefet cephesindeki tıkanıklığın yalnızca bir boyutu. Daha geniş bir bakış açısıyla, topluma hâkim olan umutsuzluk hissi, iktidar olma iddiasındaki siyasi partilerin halkın sorunlarına çözüm getireceğine olan inancın da giderek azaldığını gösteriyor. Günlük siyasal tartışmaların içine hapsolduğunuzda topluma umut vermenin de uzağına düşüyorsunuz. Tam da bu yüzden cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmasını kısır bir “Erdoğan nasıl kaybeder” hesabının ötesinde ele alabilmek muhalefet açısından çok daha anlamlı olacaktır.

Seçmenlerin gerek Türkiye’nin geleceği gerekse kendi gelecekleriyle ilgili beklentilerinin son derece karamsar olması, iktidar için olduğu kadar muhalefet için de ciddi bir soruna işaret ediyor. Bu karamsarlık, bir boyutuyla ülkenin kötü yönetildiğini ve sorunların iktidar tarafından çözülebileceğine olan inancın düşüklüğünü gösteriyor. Ancak başka bir boyutuyla da muhalefetin halka daha iyi bir yaşam vaadi sunamadığını gösteriyor. Ama en önemlisi Türkiye toplumunun ortak bir gelecek hayal etme becerisini giderek yitirdiğine işaret ediyor. Bugün Erdoğan iktidarına karşı bir araya gelebilen o geniş kitle yarın başka tek adamların peşine takılabileceği gibi kolaylıkla çözülebilir de. Yoksulluk ve umutsuzluğun hâkim olduğu kutuplaşmış bir toplumda otoriter, popülist, yabancı düşmanı siyasal stratejilerin kolaylıkla ve hızla güçlenme riskini görmezden gelemeyiz. Bu yüzden “şu parti gidecek, bu parti gelecek” söyleminin ötesine geçen yeni bir ortak yaşam vaadine ihtiyacımız var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Derya Kömürcü Arşivi