İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

İmamoğlu neden cezalandırılıyor?


Bir kere hakaret nedeniyle olmadığı konusunda, cezayı kesen hakim dahil herkes mutabık!

Kimileri bunu Cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesine bağlıyor.
Kimileri de İstanbul’u AKP’nin elinden aldığı için, bir hınç alma sürecinin devamı olarak yorumluyor.
İşte, “İstanbul zaferinin iki mimarından biri olan Canan Kaftancıoğlu’na siyasi yasak getirildi, sıra İmamoğlu’nda!” diyorlar.

Daha ileri gidip, bunun asıl amacının, ‘Cumhurbaşkanlığı koşusunda, altılı masanın tutkalı olan Kılıçdaroğlu’nu devre dışı bırakmak’ olduğunu yazan yerli yabancı yorumcular var.

Oysa kazın ayağı öyle değil.
Sebep gayet basit.
Amaç, seçim öncesi tükenen “duygusal” kaynaklara derman olabilmek.

İstanbul’un bütçesinin 115 milyar 250 milyon TL olduğunu belirtirsek ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.

Hedef, rekor bir hızla yargı sürecini tamamlayıp, bir an önce Türkiye’nin en büyük belediye bütçesini, seçimden önce kontrol edebilir hale gelmek.
İmamoğlu yerine, Belediye meclisi çoğunluk kararı ile atanacak AKP’li Başkan vasıtasıyla, öncelikle bu kaynakları rakibe kullandırmamak, sonra da bizzat kullanır hale gelmek.

Belediye seçimlerine bir buçuk yıl var. Türkiye kaybedildiğinde, gemiyi İBB ile yüzdürür halde olmak!..
Sonra?
Sonrası Allah kerim!

Belediyeden sadece israf temizlendiği için; onca mali baskılara, dış kredi engellemelerine rağmen, yarım bırakılmış, durdurulmuş metro projelerinin birer birer hizmete açıldığını, yenilerinin devreye alındığını, bursların, beslenme projelerinin, Halk Ekmek’ten aş evlerine, fakir fukaraya yardımın arttığını, hergün yeni projelerin devreye alındığını, hatta Anadolu ilçe belediyelerine kadar uzanan bağışların varlığını hesaba katarsanız İstanbul’u yönetmenin, seçim için ne kadar önemli olduğu, iyot gibi açığa çıkıyor.
Ne demişti bir büyüğümüz:
“İstanbul’u kaybeden, Türkiye’yi kaybeder!”

İstanbul’u kaybeden, Türkiye’yi; moral üstünlüğü kaybettiği için mi kaybeder?
Hayır!..
İstanbul’u kaybeden, kaynağı kaybettiği için kaybeder!
Kaybedilen kaynak, öyle Karadeniz'deki doğalgaz gibi üfürükten kaynak da değil!

Yoksulluğun nedeni


Patronlar ikiye ayrılır.
Mutlu patronlar, mutsuz patronlar!
Çalışanına para verirken zorlanan, para dağıtırken içi giden patronlar mutsuz patronlardır.
Bu kategorideki patronlar, kendilerini mutsuz etmemek için çalışanlarına az para verirler.
Onlara, en asgari düzeyde yaşayabilecekleri, işe gelip gidebilecekleri ve işlerini sürdürebilecek enerjiyi sağlayabilecekleri kadar kadar maaş verirler.

Halbuki, para dağıtmak hoşuna gitmiyorsa şirket kurmayacaksın!
Git maaşlı çalış, kendine de başkalarına da kötülük etme!

Para dağıtmaktan hoşlanmayan bir patron isen, salgı bezlerin, maaş dönemlerinden on gün önce endorfin hormonunu; epinefrin hormonunu; oksitosin hormonunu düşük salgılamaya başlar.

Maaşları dağıttıktan sonra bir on gün daha düşük salgılamaya devam eder.
Ayın en az yarısını düşük mutluluk hormonu ile geçirirsin.
Mutsuz olursun!

Mutsuzluk her türlü hastalığın yaldızlı davetiyesidir.
Mazallah kanser olur, ya da bir ikramiye dönemi hücceten kalpten gidersin.

“Biz ülkeyi şirket gibi yöneteceğiz!” diyerek iktidara gelenler belli ki “Mutsuz Patron” fenotipine sahip.
Haliyle, kendileri mutsuz olmamak için vatandaşını aç bırakıyorlar.
Çünkü ülkenin kazancını kendi kazançları haline getirdiler ve dağıtmaktan hoşlanmıyorlar.

Dağıtırlarsa mazallah hasta olacaklar.
Niye dağıtsınlar ki?

Patronlar ikiye ayrılır ama hepsi mutludur!
Dağıtan, dağıtmayı sevdiği için mutlu, dağıtmayı sevmeyen, dağıtmadığı için mutlu!

Zor zamanda türkü şişesine gider elim!


Sahneye çıkıp kendisini kıyamet gibi ayakta alkışlayanlara ilk cümlesi, "Ayağızın turabı oluyum!" olurdu…
"Turab" yani 'toprak, toz' demek..
Ayağınızın bastığı toprak gibi "hakir" olayım..
Ayakkabınıza değmiş bir toz parçası olayım!

Böylesine büyük bir tezene ama böylesine de büyük bir tevazu…
Aynı duruşun teyidi, en fakir döneminde: ‘Devlet Sanatçısı’ ödülünü, "devletin sanatçısı olunmaz, halkın sanatçısı olunur" cümlesi ile reddetmiş, o maaşa tenezzül etmemiş bir insan derinliği!..
Neşet Ertaş…
Biz nedense değerlerimizin büyüklüğünü hep öldükten sonra anlarız!

Hep düşündüm!..
"Yaralı yaralı gezdim gurbette.." dizeleri bu tevazunun bedeli miydi acaba?
Acaba, değeri Türkiye'de anlaşılamadığı için en verimli dönemlerinde Almanyalarda, düğünlerde sahne almak zorunda kalması bu alçak gönüllülüğün kefareti miydi?
Öyle ya, "Çok mütevazi olma, inanırlar!" sözünü de biz söylememiş miyiz?

Yılını tam hatırlamıyorum.
Can’ın ağır ergenlik dönemi..
80'lerin Hard'n Heavy 'lerinin ağır hastası..
Arkadaşları ile, binanın eski kalorifer dairesine kurdukları bir orkestraları var..
Eren'ler, Tufan'lar, Kaan'lar.. ‘Dream on'lar.. ‘Metallica’lar.. Guns’n Roses’lar..

Canı ikna ettim.. Bir akşam alacası, elini tutup 'Açıkhava Tiyatrosu'nda Neşet Ertaş'ın konserine götürdüm.

Bozkırın tezenesi, ‘Çiçek Dağı’ndan çıkıp bozlaklara girdikçe, beyaz gömlekli, kravatlı, mesaisini bitirip açıkhava tribünlerini doldurmuş kadınlı erkekli türkü yarenlerinin, çömdükleri yerden, kollarını yanlara açarak ve oldukları yerde, rüzgarda ağır buğday başaklarının yaylandığı gibi yaylanarak, doğlulup, kollarıyla kanatlanıp, uçarmışcasına ahenk içinde göğe doğru yükselişlerini, bir masal törenini izler gibi sisler içinde izledi!..
Sonra gözlerini hayretle açarak, “burada başka bir alem varmış?” dedi…

Ki ondan sonra, Neşet Ertaş'ın adını duyduğunda hep gözleri doldu Can'ın…
"Baba, söylesene 'karlı dağlar!'.. Çalsana, ‘Ahirim sensin’.. Söylesene Gönül Dağı!..

Neşet Ertaş'ı hele de canlı dinleyip onun sesine, sözüne, tarzına hele hele tevazusuna aşık olmayan var mı?
Sıkıntı çekmiş ama iyiki de ayağımızın türabı olmuş!
Yoksa bir Neşet Ertaş'ımız olmazdı ki…

Yine zor zamanlar,
Yine elim, içi türkü dolu ilaç şişesine gidiyor.
İçinden Neşet Ertaş’lar çıkıyor, Nida Tüfekçi’ler, Arif Sağ’lar çıkıyor, Erdal Erzincan’lar, Çetin Akdeniz’ler çıkıyor..
Dinlemeye doyamadığım “Hayatın dadı yok saz olmayınca” diyen Sebahat Akkiraz’lar, Haluk Tolga İlhan’lar, Muarrem Enginsu’lar, bana saz çalmayı öğreten Sedat Uzun’lar çıkıyor…

Deli gönlüm çirkine bel bağlama..
Sevdiğin yar Malatya’yı değmeli…

Yine zor zamanlar…
Yine türkü şişesinde elim…

Hatırla

Laiklik Türkiye’nin aşil kemiğidir. Buradan vurulursa dağılır. Bülent Ecevit

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi