Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

INCIK CINCIK

Mahallenin en tuhaf adamıydı ama eğlenceli bir babaydı. Yüzünde hınzır bir gülümseme… Evlerine gidince odalardan koridora dalga dalga yayılıp taşıyormuş hissini veren ıncık cıncık eşya kümeleri biz çocukların bile geçmesini engeller durumdaydı. Çarpmamak, dökmemek, devirmemek için minik kalça hareketleriyle arkadaşımızın aynı zamanda bir ardiye deposu da olan odasına oyun oynamaya giderdik. Ama bence esas oyun, koridorda kat kat duran vinil plaklarda, kutularında bölüm bölüm fışkıran pipo, tesbih, okka ve gravürlerde, deri ciltli kitaplarda, cep saatlerinde, hiçbir yerde görmediğim şekilli boş şişelerdeydi. Başka şeyler de vardı, henüz anlamadığımız. Dokunmak yasaktı. Ne gam! Babası evde yokken, annesi komşudayken dokunurduk.
Arkadaşımın babası galiba çalışmıyordu. Her gün aynı kıyafetle, bir işi varmış ciddiyetinde evden çıkıyor, aynı saatte evine elinde, kolunda yeni kutularla dönüyordu. Arada küçük bir somun ekmek, o da belki. Arkadaşımın annesi yeni gelen ıncık cıncıklara bıkmadan usanmadan yer açıyor, kocasının heyecanlı bir halde o gün aldıklarının ilerde ne çok para edeceği hakkındaki fikirlerini aynı heyecanla dinliyordu. Her gün yeni bir müjdeli haberle gelebilirdi, kocası. Her gün yenilediği keyfiyle, hınzır gülümsemesiyle mutfak kapısının pervazına tek omuzla dayanıp, “Bu işte milyon liralar var, Şükran hanım! Milyon liralar!” dediğini biliyorum. Komşudan borç aldığı iki patates, bir soğanla akşam yemeğini ocaktan alan karısının inceden gelen kikirdemesi… Bir umut. Bir umut daha… Ertesi akşam bir tane daha…
Bugünkü halimizi biraz arkadaşımın annesine benzettim. En azından bazılarımızın halini. Cumhurbaşkanının bir Cuma günü müjdeli haber vermesi, düşünce koridorlarımızda yığınla, irili ufaklı obje bolluğu arasında her objenin taşıdığı hayali para miktarı hepimize yer açtırttı. Çalışmadan (iş yok), emek harcamadan (güç yok), borç parayla hayat sürmek ve bu halden kurtulmanın bir yolu olarak iktidarda olanlardan müjdeli haber beklemek, soyutlanmış bir zaman diliminde her türlü olasılığın önüne geçer. Ve unutmamak gerekir ki, kusursuz bir ikna aracı da olur.
Bilimin istediği şüphecilik bir taraf seçmek değildir, bir süreçtir. Objektif ve güvenilir bir yönteme ihtiyacımız var. Şüphemizi hangi noktada dindireceğimizin anahtarı soru sormaktır. Karadeniz’de keşfedilen doğal gazın kaç metre derinlikte olduğunu bilmemiz gerek: Kaç metrededir? Derinlik arttıkça onu çıkartma maliyeti artar mı? Maliyet artıyorsa durumun bize fiyat artışı olarak yansıması ihtimali nedir? Bulunan doğal gazın miktarı nedir? Zirilyonlarca ton(?) ise maliyeti karşılar, herhalde…? Ülkemizde kamu yararı ile kişi yararı arasında mutfaktan gelen kikirdeme kadar bir fark var. Hep bunu gördük. Doğalgazı yerinden çıkartma, kullanılacak hale getirme doğrultusu boyunca hangi özel firmalarla görüşülüyor? Neler oluyor? Defterde notumuz kötü: Kısa yoldan voleyi vurmak kafasıyla ve ahbap, akraba ilişkileriyle devletin malının deniz olduğunu öğrendik. Kanal İstanbul projesinin arsaları 2010’ların başından beri gücü ve bilgisi olanlarca toplanıyormuş (Bakınız gazete arşivleri). Bu projenin, doğalgazı çıkartma projesiyle bir ilişkisi var mı? Yandaşlar daha önce de Karadeniz’de doğalgazı bulduk şeklinde haberler yaptı. Bugünün farkı ne? Gerçek bilgiye ulaşmamıza yardımcı olurlarsa, “varsayılan” tutumumuzdan önce biz döneriz. Yoksa içi dolmayan umutla devam etmemiz olanaklı değil.
Arkadaşımın anne ve babasına gelince; yaşım kemale erince öğrendim, meğer onlar iki kişilik delilik yaşıyorlarmış. Mahallede herkes bilirmiş, evlerinin bir çöp ev olduğunu… Arkadaşım devlet bursuyla yurtdışına okumaya gidince ilişkimiz koptu. Sonrasını bilmiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi