İnsanlar sıcaktan ölecek ve asıl mülteci sorunu o zaman başlayacak

Son Güncellenme Tarihi: Ağustos 13, 2021 / 14:46

Boğaziçi Üniversitesi İklim Politikaları Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz ile BM İklim Raporu’ndan yola çıkarak ülkemizi ve dünyayı bekleyen felaketleri bidebunuizle canlı yayınında konuştuk. Hocamızın öngörüleri ve açıklamaları çok ses getirdi röportaj olarak da yayınlamak istedik.
BM İklim Raporu yayınlandı, rapor nasıl hazırlanıyor ve bu raporu nasıl okumak gerekiyor?
Bu raporun temelde üç bölümü var. Ve bu üç bölümü hazırlayan bilim insanları ayrı ayrı çalışıyorlar. Bu raporun birinci bölümü iklim değişikliğinin bilim kısmı yayınlandı. Gelecek sene raporun ikinci ve üçüncü kısmı art arda yayınlanacak. Diğer kısımlar ise basite indirgeyerek anlatırsam bu felaketlerden başımıza neler gelecek ve gelmemesi için neler yapılması gerekir şeklinde yayınlanacak şekilde üç ciltten oluşuyor bu rapor. Sonra da bilim insanları toplanacaklar bu üç cildin beraber bir özetini yapacaklar o da sanıyorum gelecek sene bu zamanlarda çıkacak.
İklim değişikliği insan kaynaklı… nokta!
Rapor tamamlanmadı dediniz ama BM ilk raporda insanlık için kırmızı alarm verdi. Çarpıcı neler çıktı?
Bilim insanı olarak rapora baktığımız zaman “Aman Allah’ım bu ne, nereden çıktı bunlar” dediğimiz hiçbir şey yok içinde. Aslında senelerdir makalelerde, kendi çalışmalarımızdan gördüğümüz ve okuduğumuz şeyler bu raporda yer alıyor. Biz elimizden geldiğince basın organlarında, sosyal medyada ve değişik yerlerde açıklamalar yaparak buna katkıda bulunmaya çalışıyorduk. Bilgilerin tamamı 7 senede toplandı ve rapor olarak önümüze sunuldu. Bu rapora bilim açısından bakıldığında önemli kısmı şu; şimdiye kadar yayınlanan bu altıncı rapor oluyor, ilk beş tanesinde 1990’dan bu yana iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğuna ne kadar emin değiliz sorusuna cevap veriyordu. İlk raporda muhtemelen insan kaynaklıdan başlayarak en son rapora kadar gelindiğinde neredeyse kesin insan kaynaklı olduğu gibi yaklaşık % 99 gibi eminiz diye bir laf söylendi. En son bu rapora gelindiğinde de iklim değişikliği insan kaynaklıdır tespiti yapılarak nokta konmuş oldu. Böylece işte birazcık şüphemiz var muhtemelen falan filan gibi lafların hepsi ortadan kalktı. Dolayısıyla o cümle bu raporun her zaman en kıymetli cümlesidir. Bilim insanları ne diyorlar o cümlenin içinde saklıdır neredeyse günlerce hükümetler ve bilim insanları o cümle üstünde tartışırlar, bu sefer tartışmanın sonucu iklim değişikliği insan kaynaklıdır noktasını koydular, iklim değişikliğinin suçlusu biziz. 2013 yılındaki raporda bundan bir önceki raporda neler söylediyse bilim daha da kötü diyor kısaca. Sıcaklıklar o raporda söylediğimizden daha kötüymüş çünkü biraz daha çalışıp öğrendiğimizde durumun daha da kötü olduğunu fark ettik dediler. Ama biraz daha çalışıp biraz daha öğrendiğimizde esasında durumun hiç beklediğimizden daha iyi olduğunu gördük cümlesi yok raporun içinde.
SİBİRYA YAŞANABİLİR YER HALİNE GELECEK
İyi olan hiçbir şey çıkmadı mı peki hocam?
İyi olan herkesin bulunduğu yere
göre değişebilecek bir kavram.
Mesela şu anda Sibirya’da yaşayan insanlar bizim buralarda sağlam tarım yapmaya başlayacağız, gayet güzel bir durumda yaşıyoruz, insanlar buraya göç ederler bizim hayatımız şenlenir falan gibi bir takım şeyler söylüyor olabilirler. Biz ise ülke olarak iklim krizinden en kötü etkilenecek olan yerde yaşıyoruz yani Akdeniz havzasında. Bundan dolayı bunun içindeki iyi haber çok az, bir tane iyi haber var ama eğer bizim için iyi olan haber gerçekleşirse dünyanın çok büyük kısmı için felaket demek bu.

En kötüsünü bilemiyoruz şu anda

Peki bizim için şu anda en kötü olan yangınları yaşıyoruz bundan sonrası için en kötü olan senaryo ne ülkemiz için? Rapor neleri işaret ediyor?
En kötü olan şeyin ne olduğunu bilmiyoruz şu anda olanları biliyoruz sadece ama gelecekte şu anda olanlar daha kötü olacak. Kuraklık mı var daha çok olacak, sel mi basıyor daha çok sel basacak, orman yangını mı var daha fazla olacak, aşırı sıcaklar mı daha fazla sıcaklar olacak diyor rapor. Bunun içerisinde bilimin çok daha parmağını basamadığı ve kafasını sarıp etrafında düşünemediği başka belalarda olabilir.
Mesela?
Başka belaları az çok tahmin ediyoruz mesela buzullar hızlı biçimde erirse o zaman da deniz seviyesi çok kısa bir vadede 3-4 metre yükselebilir bu Batı Antarktika için de söz konusu. Tüm bunlar olacak olursa hiç beklemediğimiz şeyler olabilir. Eğer deniz seviyesi 10 sene içerisinde 3 metre yükselmiş olursa bu İstanbul, İzmir gibi yerlerin sular altında kalması demek.
Çok ciddi bir tehlike ülkenin sular altında kalması. Şu anda bütün felaketleri aslında ufak ufak yaşıyoruz. Yangınlar, heyelan, sel bir arada görebileceğimiz her şey oluyor. Kötü senaryoyu yaşamaya başladık öncelikle yangınlar iklim krizinin getirdiği bir sonuç mu, raporun ortaya koyduğu durumları mı yaşıyoruz, gerçek sebep ne?
Yangınlar her sebepten çıkmış olabilir. Neden çıkmamış olabileceğini ayırabiliriz. Mesela bir yanardağ patlamasından ya da yıldırım düşmesinden çıkmadı daha doğal sebepler olarak her şeyi sıralayabiliriz dolayısıyla geri kalan sebeplerin tamamı insanlarla alakalı. Bu diyelim yüksek gerilim hatları geçiyorsa bir yerde o hatlardan kaynaklanıyor olabilir ama bu durumda o da yok çoğu yerde o zaman nerden çıkıyor? Ya bilerek biri yakıp kibriti ya da bilmeden ağzındaki izmariti atıyor en büyük sebeplerin başında bu geliyor. Hangisi sebep bunu bilmemize imkan yok sadece şunu biliyoruz çok basit dikkatsizliklerimiz çok kötü sonuçlara yol açabiliyor. Ve insanımız insanımız demeyeyim insan çünkü aynı yangını Yunanistan başta olmak üzere başka ülkelerde yaşıyor. Başka bir sebebi yok bu orman yangınlarının biz bir şekilde bunları yakıyoruz. Attığımız çöplerle, yaktığımız mangallarla, attığımız izmaritlerle yakıyoruz, cam şişelerle yapıyoruz.
İklim de bundan etkilenmeye müsait olduğu için yangınlar çıkıyor çünkü hava çok sıcak.
Nem çok düşük, sıcaklık çok yüksek dolayısıyla kuruyor her taraf. Bunu evinizde de deneyebilirsiniz bir bardak suyu pencerenin dışına koyun bakın ne kadar zamanda buharlaşıyor anında gidiyor, kuruyor. Şu anda yaşadığımız sistem bu, bu da yangına davetiye çıkartıyor. Bazı şeyler var ki mesela mangal söndü diye bırakıyorsun, kömürü döküyorsun bir kenara ama dipte için için yanan bir şey var eğer biraz da rüzgar kuvvetliyse onun altında da kuru ot varsa anında bu yangına dönüşebiliyor.

Avrupa buzul çağına geçer, Türkiye çok güzel bir yer olur
Bizim için iyi olan şey ne?
İyi olan şey körfez akıntısı dediğimiz bu akıntı duracak olursa Avrupa buzul çağına doğru gider darmadağın olur. İngiltereymiş, Norveçmiş, Finlandiyaymış biter Afrika çöl olur ama Türkiye çok güzel bir yer olur. Herkesin kaçıp Türkiye’ye gitsek dediği bir yer oluruz. Bu çok düşük bir ihtimal ama o olacak olursa filmini seyretmiştik ‘Yarından Sonra’ diye. Bu filmin senaryosu gerçekleşecek olursa orada en karlı çıkacak olan ülkelerin başında Türkiye olur. Tabii bu senaryoda da şöyle bir şey var bizim için iyi olan bir şey dünya için felaket olur neredeyse dünyanın yüzde 80’i için kötü bir senaryo bu. O sebepten evet bizim için iyi bir haber ancak en iyi bu olabiliyor ki, o da geri kalan herkes için çok kötü demek bu durumda da yine mutlu olamıyoruz.

İnsan gittikçe kötüleşmeye ve doğayı katletmeye başladı ama insan da değişmiyor ki biz izmaritleri, şişeleri hep atıyorduk ama etkisi mi azdı doğaya, ne oldu ve ne değişti?
Ülkemizin nüfusu Cumhuriyet kurulduğunda yaklaşık 13 milyon civarındaydı şu anda aynı sınırlar içerisinde yaşayan 85 milyonu bulduk. Dolayısıyla biz ormanlara eskiden çok fazla girmiyorduk, ormanlarla iş yapan insanlar, köylüler giriyordu oralara ama nüfus arttıkça doğal alanlarla insanlar iç içe girmeye başladı. Eskiden o bölgede günde bir izmarit atan varken şimdi 100 izmarit atana çıktı dolayısıyla bütün bu olayların olabilitesi arttı çünkü bizim sayımız arttı. Biz doğayla iç içe yaşamaya başladık bundan dolayı gittikçe doğaya zarar verir hale geldik.
Sıcak havalar uzun sürüyor artık kış yaşamaz olduk bir daha kış diye bir mevsimi göremeyecek miyiz?
ÇOK GARİP HAVA ŞARTLARI OLACAK
Kış hiçbir yere gitmiyor kış var. Kışta çok daha sert fırtınalar olabilir bu da mümkün ama bunun sebebi yine iklim değişikliği. Eskiden gördüğümüzden daha sert fırtınalar olabilir yalnız bu fırtınalarda şöyle garip bir takım şeyler olacak. Mesela diyelim dışarısı 18 derece biz ince bir montla dolaşıyoruz ertesi hafta diz boyu kar yağacak. Bu derece hızlı geçişler yaşanacak. Ne 18 derece olmasını, ne de diz boyu kar olmasını garip karşılayacağız. Ama 18 derece olduğu günler gittikçe artacak diz boyu kar olduğu günler gittikçe azalacak 30 yıl içerisinde. İstanbul için konuşuyorum 30 sene sonra öyle diz boyu kar yağdığı zamana rastlamayacağız hatta çocuklarımız, torunlarımız kar gördükleri zaman aaa bu ne ki noktasına gelecekler.
Mevsim değişiklikleri hayatımızın hangi alanlarını etkiliyor hocam?
En önemlisi tarımı etkiliyor çünkü çevremizde yetiştirdiğimiz tarımsal ürünler esasında ikliminin bir sonucu ve bir parçası. Son yıllarda ektiğimiz her şey zamanında olmuyor artık meyve ve sebzeler yetişmiyor. Dolayısıyla tarım bizim içinde yaşadığımız iklime son derece bağlı, biz iklimi değiştirdiğimiz an ürettiğimiz ürünler fark edecek. Ve maalesef endüstriyel tarımda da bu çok zor. Çünkü endüstriyel tarım diyor ki bu domates mevsiminde yetişmeyecek. Evet yediğimiz her şeyin tadı artık soru işaretli olacak.
EN KORKUTUCU BEKLENTİ
Aslında pek çok şeyi söylediniz bir karamsar tablo çizdiniz ama sizi en çok korkutan şeyi merak ediyorum. Bu konularda çalışmalar yapan bir bilim insanı olarak en ürkütücü ve korkutucu olan ne?
Ben size bir hikaye anlatayım hikaye dediğim bilimsel. Üç sene önce turizmin iklim krizinden nasıl etkileneceğine dair bir makale hazırlıyoruz. Bu makalede Akdeniz Havzası çevresindeki merkezlerde bu yüz yılın sonuna doğru nasıl turizm yapılacak, neye evrilecek konusunda çalışıyoruz. Bu konuda da en ö- nemli çalışmayı Kanadalılar yapmışlar turizm için nasıl bir iklim olur, iyi mi kötü mü olur diye bir değerlendirme hazırlamışlar. Kaç dereceler arasında tatile giderim diye düşünüyor Kanadalı ve diyor ki 5 derecenin altında ise ben oraya tatile gitmem yeterince sıcak değil, 35’in üzerinde bir sıcaklık varsa o zaman da çok sıcak yine tatile gitmem. Dolayısıyla o bölgenin sıcaklığı 25’in altında ve 35’in üstündeyse sıfır veriyor, 30 dereceyse 5 veriyor sonra da üçgen şeklinde azalıyor verdiği puanlar. Bu puanlamayı yağmurlu, rüzgarlı, güneşli bütün hava değişimleri için puanlamayla yapıyorlar. Bütün bu araştırmanın değerlendirmelerini koyduk karşımıza ve bu bölgenin gelecekteki tüm potansiyelini çıkartmaya çalıştık. Ve ondan sonra karşımıza çıkan en önemli nokta şu oldu. İklimi en güzel olacak olan yer Mekke çünkü hava her daim açık, nemsiz, yağmur yağmıyor, rüzgar fazla değil. Böyle baktığımız zaman bunların hepsi ideal ama sıcaklık hep 35’in üzerinde ama puanlamaya göre sıfır dolayısıyla artı 4 ise diğer özelliklerine veriliyor değerlendirmeye göre de her mevsimde Mekke en iyi yer oluyor. Ama burada bir gariplik de var. Mekke’yi başka bir değerlendirme içine aldık. Hangi noktalarda turizm yapılamayacak bir hale gelir bu bölge? Dünya Sağlık Örgütü’nün bir takım kriterleri var hangi noktada dışarıda duramazsınız diye bunu da açıklamak için ıslak termometre sıcaklığı diye bir kavramı kullanıyorlar. Su buharlaştığında havada ne kadar nem olup olmadığını hesaplıyorlar. Dünya Sağlık Örgütü diyor ki; ıslak termometre sıcaklığı 35 derecenin üstüne çıkarsa ölürsün bu kadar basit vücut terleyemiyor ve ölüm geliyor. 5 saatten fazla 35 derecenin üstünde kalırsan genç, yaşlı, sağlıklı demeden insanların hepsini öldürür. Bu değerlendirmeye baktığınızda sıcaklık 35 olursa ölürsün, 32 olursa çalışamazsın, 29 olursa şu falan gibi bir sıralaması var. Bu yüzyılın sonunda Antalya’da neredeyse çoğu gün 32’nin üstünde bazı günlerde de 35 derecenin üstünde olacak. Yani bu şu anlama geliyor eğer önlem almayacak olursak Antalya’da ölüm tehlikesi var. Doğal ölümler olacak, sokakta insanlar düşüp ölecekler sıcaktan. Bu durumun karşısında uyumadım, uykum kaçtı bu sonuçları görünce. Geçtiğimiz kasım ayında McKinsey Danışmanlık şirketinin raporuna göre ise Hindistan- Pakistan sınırı olan bölge için tehlike var. Raporda ıslak termometre 35 derecenin üstüne çıkarak uzun süreli insan ölümlerinin görülmesi riski 2050 yılında her yıl için %70 olacak. Yani bu şu anlama geliyor 2049’da % 70 ihtimal var, 2050’ye geldik yine %70 ihtimal aynı şeyin tekrarlanması yine var. Bu olayların herhangi biri olduğunda ölecek insan sayısı 20 ila 50 milyon arasında o bölgede. Bu korkunç bir şey.

Türkiye açısından en karanlık senaryo

Gerçekten çok korkunç, hastalık olmadan genç, yaşlı herkesin sıcaktan ölmesi demek bu.
Aynen sıcaktan ölecek insanlar ama burada önemli bir nokta var. Pakistan’da o kadar kişi ölmeye başlarsa onlar orada yaşayamayacaklar ve göç edecekler. Bir tarafta Hindistan var oraya gidemezler öbür tarafta zaten benzer koşullarda İran var orada da duramazlar, duracakları ilk nokta Türkiye olacak. Ve mülteci öyle 2-3 milyon sınırda ellerinde çantalarla geçen Afganlar falan değil. Pakistan dost ülke elbette anladık ama bir anda bizim karşımızda 20-30-40 milyon mülteci olabilir.
Mülteci sorunu büyüyerek devam edecek bu durumda üstelik artık savaştan kaçanlar ya da neden geldiğini bilmediğimiz mülteciler değil sıcaktan kaçanlar da gelecek.
Evet öyle olacak kalsalar ölecekler. Bunlara da bir şey diyemeyeceğiz ama eli silah tutan adamlar değil bu sefer ölmemek için gelecekler bunu biliyor olacağız. Bu duruma hazırlıklı olmamız gerekiyor. Türkiye açısından bakıldığında bu en karanlık senaryodur. Çünkü Türkiye’nin nüfusu böyle birkaç aylık sürede 85 milyondan 130-140 milyona çıkıyor olabilir. Ve bu insanlar yardıma muhtaç insanlar ve ölmek üzereler. Bunlara gıda, su yardımı bunların hepsini hazırlıyor olmamız lazım çünkü AB politikası değişmeyecek. Buradan AB’ye geçemezsiniz diyecekler aynı şekilde gelenleri biz ya Rusya’ya göndereceğiz ya da Trump’ın yaptığı gibi duvar çekeceğiz kimse geçemez diyeceğiz.
Mülteciler ile ilgili politika da geliştiremediğimiz için ülkemize alacağız herkesi bu durumda.
İşte o politikayı geliştirmemiz gerekiyor onun için bugün bu felaketleri konuşuyoruz. Yoksa şu olacak, bu olacak diyorum felaketleri anlatıyorum… O kadar çok anlattım ki.
Ne kadar ciddiye alınıyor peki bu söyledikleriniz?
Yani biz yumurta kapıya gelmeden biz demeyeyim Türklerle ilgili konu değil bu dünya genelinde yumurta kapıya gelmeden kimse hareket etmiyor.

Devlet fikir almaktan çok hoşlanmıyor

Bütün felaketleri öngörülerle anlattınız bir yol haritası çizmeniz için yetkili merciler sizlerden çalışma istedi mi, size başvurdular mı? Mesela sağlık kurulu oluşturdular böyle bir kurulun da sizin alanınız için oluşturulması gerekmiyor mu?
Maalesef ne zaman yumurta kapıya gelirse o yumurtaya özel çözümler üretiliyor. Müsilaj dedik bir tane müsilaj grubu kuruldu şimdi eminim çok yakın bir zamanda orman yangını dedik orman yangını kurulu kurulur. Sel dedik sel önleme kurulu şimdi kurulur. Ama bunların tamamının aynı problemin parçaları olduğu ve hepsine esasında aynı risk penceresinden bakmamız gerektiği ki bu çok zor çünkü bunların tamamı değişik kişilerin sorumluluğunda ve yönetiminde. Rize’deki selle denizdeki müsilaj iki farklı noktanın sorumluluğunda. Bir tanesi diyelim ulaştırma ya da şehircilik kısmına giriyor öbürü çevre kısmına giriyor. Ama o problemi yaratan çevreyle alakası olan bir şey değil esasında Tarım Bakanlığı’nın alanına giren bir problemin dışa vurumu Marmara’daki müsilaj. Öbür tarafta Turizm Bakanlığı’nın sorumluluğuna giden bir problemden dolayı orman alanlarında yangın çıkıyor gibi. Yani burada kişilerin ortak olarak oturup konuşmaları ve hep birlikte bunu nasıl düzeltebiliriz diye konuşmaları gerekiyor.
Bu hepimizin sorunu ve üzüntüsü… Daha nasıl bir felaket gelebilir ki başımıza? Bu belediyenin sorumluluğu, bu Orman Bakanlığı’nın sorumluluğu diye ayrımlar yapılması da çok tuhaf ve incitici. Bu şuna benziyor; orada yaşamayanlar yangının ortasında kalmadık diye o acıyı hissetmeyecek mi?
Bunların içerisinde kötü olan şu; yakartop gibi bir şey. Bu sorumluğu herkes elinden atmaya çalışıyor. Herkes elinden atmaya değil cümbür cemaat tutacağız bu topu ondan sonra kendi payına düşene bakacak bu sorumluluğun içerisinde herkes. Hukuken sorumluluk paylaşımları doğru olabilir, büyükşehir belediyesinin sınırlarına giriyor olabilir ama o belediye uçak alıp da kendi bünyesinde bunu tutamaz ki, gereği de yok. Dolayısıyla merkezi hükümetin bütün birimlerin koordinasyonundan sorumlu olması gerekir. Onun için de büyükşehir belediyelerinin merkezi hükümet ile küs olmaması lazım, her iki taraftan da küs olunmamalı. Çünkü kişiler birbirine küstüğü zaman vatandaş ceremesini çekmek zorunda kalıyor. Beni ilgilendirmiyor kimin sorumluluğunda olduğu, beni tek ilgilendiren problemin çözülmesi.
ORMAN YANGINLARI
DAHA SIK GÖRÜLECEK HAZIR OLMALIYIZ
Hocam yangınlar sönmeyecek mi, daha ne kadar sürecek?
Sıcaklıklar böyle gittiği müddetçe, yağmur yağmadığı sürece yangınlar devam edecek yapacak hiçbir şey yok. Ormanlara gözümüz gibi bakacağız, hazır olacağız. Ama hava bu kadar sıcak ve kurak olduğu müddetçe orman yangınları gittikçe daha sık görülecek gayet doğal ve beklendik bir durum bu. Burada yapmamız gereken hazırlıklı olmak çıkabilecek bir yangına anında müdahale edilmesi yapılması gereken bu.
Boğaziçi Üniversitesi İklim Politikaları Araştırma Merkezi neler yapar?
Biz merkezde Türkiye başta olmak üzere dünyanın tamamındaki iklim olaylarının nereye gideceğini modelliyoruz. Bu modellerin sonuncunda bundan toplumların, arazilerin, turizmin, sanayinin nasıl etkileneceğini belirlemeye ve riskleri ön görmeye çalışıyoruz. Özellikle bu çok önemli bizimle çalışan inşaat mühendisleri, enerji sektörü gibi bir sürü farklı alanlarda ve sektörden kişiler var. Bütün bunlara bir şekilde bilgi vermemiz gerekiyor. Evet şu anda rüzgar esiyor olabilir sizin rüzgar santrali kurduğunuz yerde ama bundan 30 sene sonra gerçekten rüzgar esecek mi? Ya da işte bu barajı yapıyorsunuz o baraj su tutabilecek mi türü sorulara cevap vermeye çalışıyoruz mümkün olduğunca.
Tarım ve Orman Bakanlığı başta olmak üzere yetkililer sizinle işbirliği yapıyor mu?
Her iki bakanlığın da bakan yardımcılarında benim cep telefonum var arada da görüşmeye çalışıyoruz. Ama devlet mekanizması çok büyük ve büyük mekanizmanın içerisinde belirli iş yapma usulleri var. Devlet olarak “Ya ne yapalım” diye sormak devleti sanki acizmiş gibi gösteriyor, onun için de fikir almaktan devlet çok hoşlanmıyor
Çok acayip…
Ülkemizde benzer yüzlerce örnek verebilirim inşallah yavaş yavaş birbirimize alışacağız, daha iyi olacak gelecek.

En önemli konu… Birey olarak biz neler yapabiliriz?

Biz en azından bireyler olarak üzerimize düşenleri yapalım, kişisel olarak ne gibi önlemler alabiliriz?
Bu önlemlerin iki tarafı var birincisi iklim daha kötü olmasın diye neler yapalım, ikincisi de kendimizi korumak için neler yapalım? Şimdi üç tane temel kavram var bütün dünya bunları yapıyor olsaydı problemi çözmüştük şimdiye kadar.
Bir gereksiz hiçbir şeyi satın almayın, gereksizden kastım gerçekten gereksiz buna her şey dahil cep telefonu çok gerekli al ama ömrü bitene kadar kullan, tişört alıyoruz bir tane alana ikincisi bedava benim bir tişörte ihtiyacım var o zaman bir tane al bunun gibi bu örnekleri sonsuz çoğaltabiliriz.
Alışverişe gidiyoruz sebze-meyve alıyoruz buzdolabında yiyemediğimiz için çürüyor atmak zorunda kalıyoruz onun için günlük alışveriş yapmaya başlamamız lazım. O günün ihtiyacı neyse o günün ihtiyacını alıp pişirip yemeliyiz. Bu bir yaşam tarzı günü gününe yaşamak gerekiyor o gün ne ihtiyacın varsa sadece onla gideceksin. Bu tabii araba, ev, domates, cep telefonu her şey için geçerli bu birinci kural.
İki mümkün olduğunca et ve süt ürünlerinden uzak durmamız gerekiyor. Aslında temel önerim neyi yiyorsanız azaltın.
Üçüncüsü de hareketliliğimizi azaltmamız gerekiyor, bu şu anlama geliyor. Normal şartlar altında biz bu programı sizinle stüdyoda karşılıklı yapıyor olurduk şimdi Skype üzerinden yapabiliyoruz. Mümkün olduğunca hayatınızı bunların üstünden geçirmeye çalışın bunu şunun için söylüyorum Ankara’da toplantınız var sabah uçakla gidip aynı gün içinde döneceksiniz bir toplantı için Ankara’ya gitmeyin günah, zoom üstünden yapın toplantıyı. Uçak özellikle kısa süreli uçak seyahatlerini hayatımızdan çıkartmamız gerekiyor. Uçakla gideceğimiz zorunlu yolculukları elbette yapacağız ama keyif için uçak yolculuğu yapmayalım.
Uçak israf anlamında mı, anlamadım hocam.
İsraf değil uçak karbondioksit salan en büyük makine. Korkunç karbondioksit salıyor yani şöyle söyleyeyim bir Amerika uçuşu normal çevremizde yaşayan bir insanın bütün bir sene harcadığı kadar karbondioksit salıyor. O yolculuğu yapıyor musunuz bir defa yapın tamam ama senede bir mecbur olduğunuz için yapın, gezmek için değil.
Benzer şekilde özel aracı da hayatınızdan çıkartın. Toplu taşıma, bisiklet, yürüme olsun hayatınızda. Dediğim bu üç tane kural az tüketim, et süt ürünlerinden uzak durun, uçak ve özel araçtan uzak durun bunları gerçekleştiriyor olursak şahıs olarak zaten problemi aşmış oluyoruz.

Mutlu Hesapçı

20 Ocak 1979 doğumlu. Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi mezunu, yazar.
Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmler:
Apolyohtun Balıkçısı – 2001
1. Rastgele Balıkçı ve Deniz Belgeselleri Festivali. 2001

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top