İstanbul özelinde ülkemizin afetlere hazırlık durumu

Marmara depremi, bilinen ancak yok sayılan pek çok sorunla karşı karşıya bıraktı ülkemizi. Marmara depreminden bugüne kadar yaşanan sayısız depremler ise siyasilerin deprem konusundaki aldırmaz tavırlarını gösterdi. Bugüne kadar yaşanan sayısız deprem karşısında “hazırlıksız yakalandık; aklımıza gelmezdi; Allah’ın takdiri” ve benzer iddialar dışında bir çözüm üretemeyen siyasi erkler yaşanan acıların en büyük sorumlularıdır.
Ülkemizdeki yapı stoğu güvenli, yaşanabilir ve sağlıklı olmaktan uzaktır. Çünkü denetimden uzaktır. Hızlı sanayileşme ile süreç içinde pek çok yapı kaçak üretilmiş olup, bu durumda beraberinde ruhsatsız ve denetimsiz yapılaşmanın önünü açmış ve siyasilerin seçim yatırımları sermayenin işçi ihtiyacının rahat karşılanabilmesi için serbest bırakılmıştır.
Betondan demire; yapı malzemeleri nitelikli olmaktan uzaktır. Nitelikli tasarım-uygulama ve denetim ilişkisinden söz etmek mümkün değildir.
Ülke nüfusunun büyük kısmını barındıran 11 büyük kentin ve büyük sanayi tesislerimizin yüzde 75’i deprem tehlikesi altındadır, dere yatakları imara açılmış, yeni dolgu alanları yaratılmış, sözde büyük mühendislik projeleriyle imar çalışmalarında deprem tehlikesinin hiçbir şekilde gözetilmediği ortaya çıkmıştır.
Belediyelerde Jeofizik-Jeoloji Mühendisi istihdamı çok yetersizdir. Yapılan arazi çalışmalarının yetersizdir. Sadece bürokratik bir boşluğu doldurmak için bir etüt gerekli görülmekte, mühendislik bilgisi yeterince kullanılmamaktadır.
Bugün yapı denetimi, özel firmalar aracılığıyla yapılmakta, kamusal özellik taşıması gereken hizmet, ne yazık ki piyasanın rekabetçi koşullarına terk edilmektedir. Yapı denetim firması, denetlemekle yükümlü olduğu işverenle ücret ilişkisi kurmaktadır. Bu ilişkiden sağlıklı bir denetime ulaşmak mümkün değildir.
İstanbul’u, “dev bir şantiye” haline getiren kentsel dönüşüm projeleri doğru yürütülmemektedir. Riskli bölgeler ya da yapılar sadece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından belirlenmektedir. Riskli alanların, sadece kentlerin merkezi yerlerinde ya da rant getirisi yüksek bölgelerinde tespit edilmesi sorgulanmalıdır. Bölgedeki nüfus yoğunluğu dikkate alınmadan kat sayısının artırılmasıyla sorunun çözüleceği düşünülmektedir. Riskli alan ve yapılarla ilgili sorunlardan bağımsız olarak, okul, yurt, hastane gibi toplu kullanılan yapıların mevcut durumu dikkate alınmamaktadır.
1999 depreminden sonra, kentlerde deprem toplanma alanları ile afet anında ulaşımı sağlayacak güzergâhlar tespit edilmişti. Örneğin İstanbul’da 470 “Geçici İskân Alanı” ve 562 “Birinci Derecede Acil Ulaşım Yolu” belirlenmişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem ve Doğal Afet Komisyonu, 2016 Aralık ayında hazırladığı rapora göre 470 deprem toplanma alanı 77 ’ye düşmüştür.
İstanbul’da merkezi, bütünlüklü ve sürdürülebilir bir ulaşım sistemi yoktur. Ulaşım yatırımları günü kurtarmaya dönüktür ve lokal sorunu gidermek esasına uygun yapılmaktadır. İstanbul’un trafik sorunu, deprem sonrası müdahale olanaklarının önündeki ciddi engellerdendir. Mevcut ulaşım ağının yetersizliği ortadayken, afet sonrası kaotik ortamda yetersizliğin ötesine geçerek, içinden çıkılamaz bir hal alacaktır. Sağlık, itfaiye, güvenlik ve benzeri zamanla yarışan araçların trafik engeliyle karşılaşması telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır. Aynı şekilde, alt ve üst geçitlerin, köprülerin ve köprülü kavşaklar gibi ulaşım yapılarının depremde ne tepki vereceği bilinmemektedir.
Bir İstanbul depreminde elektrik, likitgaz, doğalgaz ile ısınma, pişirme araçlarından kaynaklanacak çok sayıda yangın ve patlamanın oluşacaktır. Deprem bölgelerinde bulunan LPG Depolama ve Dolum Tesisleri gibi tüm endüstriyel tesislerin risk analizlerinin yapılması sağlanmalıdır. Bu tür tesislerin güvenlik mesafelerinin taşıdıkları risklere göre yeniden belirlenmesi bir zorunluluktur. Sağlık, su, yağmur suyu, atık su, sıcak su, kızgın su, buhar, kızgın yağ, ısıtma, soğutma, asansör, doğalgaz, LPG, sanayi gazı, yakıt, yangın, acil durum/ışıklandırma, yangın, elektrik, yalıtım, güvenlik, depolama, havuz, iletişim ve ulaştırmaya ilişkin tüm tesisat uygulamaları deprem, acil ve afet durumları açısından incelenmeli ve TMMOB’ye bağlı ilgili Odaların eğitim, belgelendirme, denetim süreçlerine tabi kılınmalıdır.
Deprem sonrasında jeneratörlerin devreye sokulmaya çalışılması, elektrik üretimi ve dağıtımı ellerine bırakılmış şirketlerin değirmenine su taşımaktan başka işe yaramayacaktır. Esas ve kamusal olan; sadece deprem sonrasında kullanılmak üzere kaynak ve hatların inşa edilerek yedeklenmesidir. Yedekleme sisteminin hazır tutularak deprem sonrasında devreye sokulması bir taraftan ilk yardım çalışmalarının anında başlatılmasını sağlarken bir taraftan da devreden çıkan geçerli sisteme müdahale koşullarını yaratır. Elektrik ve haberleşme alanlarında “Afet-Acil Durum Eylem Planı” hazırlanmalıdır: Ancak buna bağlı yönetim sistemi yapısının, sadece ülke düzeyinde değil; bölgeler, iller-ilçeler ve tesisler düzeyinde olması sağlanmalıdır.
Bu konuda yazmaya devam edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kubilay Kaptan Arşivi