İSTANBUL SENARYOLARI

Türkiye artık geleneksel hale geldiği üzere, ekonomi gündeminden hızla uzaklaşarak yeniden siyasetin sıcak tartışmalarına odaklandı. Hatta çiçeği burnunda Bakan Nurettin Nebati’nin iletişim çabaları bile artık gündemin alt sıralarında kendine yer bulmaya başladı.

Memleketimizde aşağı yukarı ne kadar terör örgütü varsa hepsinin mensuplarının İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde işe alındıkları iddiası ve bu nedenle İçişleri Bakanlığı’nın başlattığı “özel teftiş” hafta sonundan bu yana ülkenin ana gündem maddesi haline geldi. Aslında bu tartışma pek de yeni sayılmaz. İlk olarak, Aralık ayı başlarında Süleyman Soylu’nun bütçe görüşmeleri esnasında yaptığı konuşmada bu iddialar dillendirilmişti. O günden sonra tam unutulmaya yüz tutmuşken Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından aynı iddiaların tekrarlanması ve ardından Bakan Soylu’nun yeniden sahne alması ile birlikte olay bir anda büyüdü.

Bir haftadır ekonomi gündeminden sıkıldığı anlaşılan siyaset yorumcuları olayı duyar duymaz konuyu derinlemesine irdelemeye başladılar. Bugünden sonra ne tür gelişmeler yaşanabileceğinin yanı sıra, yaşanması muhtemel gelişmelerin 2023 seçimlerine etkisinden, Ekrem İmamoğlu’nun siyasi geleceğine varıncaya kadar her türlü olası sonucu da büyük bir titizlikle masaya yatırdılar.

Bendeniz henüz gerçekleşmemiş farazi/hipotetik bir durumun olası sonuçlarını öngörmek konusunda yeterince yetkin olmadığım için, muhtemel siyasal sonuçlar üzerinde şimdilik yorum yapmamayı tercih ediyorum. Bunun yerine bu hamle ile iktidar cenahının neyi hedeflemiş olabileceğine dair muhtelif senaryoları sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Aradan cımbızlanarak ve bağlamından koparılarak yazdıklarımın bir takım kötü emellere alet edilmemesi umuduyla, aşağıda yer alan ifadelerin tamamının “senaryo” olduğunu ve iktidarın İBB tartışmasını başlatmaktaki hedefini anlamak amacıyla geliştirildiklerini bir kez daha yineliyorum.

OLASI SENARYOLAR

GÜNDEMİ DEĞİŞTİRMEK
İktidar 20 Aralık akşamından beri ekonomide döviz kurlarının düşürülmesi üzerinden bir başarı hikayesi etrafında ekonomi gündemi yönetmeye çalışıyor. Ancak döviz kurlarının düşmesinin nedeninin iktidarın iddia ettiği gibi yeni uygulamanın başarısı değil, kamu bankaları ve arka kapı operasyonları ile o gece ve ertesi günü satılan 19 milyar Dolar tutarındaki para olduğu iddiaları dillendirildikçe bu “başarı hikayesi” gündemi doldurmaya yetmemeye başladı. İktidar yeniden ekonomi politikaları üzerinden eleştiriliyordu. Bu nedenle gündemin ekonomi dışına çıkması, iktidarın ihtiyaç duyduğu bir hamle haline geldi.

İKTİDARIN HER ZAMANKİ SANSASYON MERAKI
İBB ile ilgili ortaya atılan iddiaların aslında özel bir amacı bile olmayabilir. İktidar bu tür sansasyonel açıklamaları ve kendi tabanını iç/dış düşmanlar konusunda bilinçlendirmeyi ve diri tutmayı seviyor. Şimdiye kadar müteaddit defalar bu taktik uygulanmış ve neticede hiçbir şey olmamıştı. Mesela 15 Temmuz gecesi Büyükada’da toplantı yapan CIA ajanları ile ilgili günlerce konuşulmuş ve ortaya atılmadık iddia kalmamıştı. Bu olayda kimse tutuklanamamıştı, çünkü 15 Temmuz’dan sonra tamamı bir iki gün içinde yurtdışına çıkmıştı.

İki yıl sonra yine Büyükada’da toplantı yapan yerli ve yabancı insan hakları gönüllüleri “casusluk” iddiası ile sansasyonel bir biçimde tutuklanmıştı. Komplo teorilerinin havada uçuştuğu dava, aylar sonra sanıkların toptan tahliye edilmeleri ile sonuçlanmıştı.

Son yıllarda yaşanan bir başka büyük dava da Gezi protestolarını organize ettikleri gerekçesi ile 16 kişinin yargılandığı Gezi Parkı Davası’ydı. Osman Kavala ve yurtdışında bulunan bazı sanıklar da dahil olmak üzere tamamının atılı suçlardan beraat etmesiyle sonuçlandı.

İBB iddiaları nedeniyle ileride gözaltılar, tutuklamalar ve yargılamalar olur mu şimdiden bilmek zor. Ancak bu tür hadiseler yaşansa bile, aslında iktidar için önemli olan davaların neticesi değil, öncesinde yürütülen sansasyonel/komplocu iletişim çalışmaları. Bu sayede yoğun bir gündem çalışması yapıyor ve kendi taraftarları nezdinde güvenlikçi politikalarını meşru hale getiriyor.

CHP-PKK İLİŞKİSİNE DAİR İDDİALARI SICAK TUTMAK
Siyasetin garip bir cilvesi sayılabilecek şekilde, Abdullah Öcalan’dan mektup ve Osman Öcalan’dan TRT’de röportaj alarak yerel seçimlerde Kürtlerin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçiminde muhalefetin adayına oy vermemesini sağlamaya çalışan iktidar, 2019 yerel seçiminden bu yana CHP’yi PKK ile iş birliği yapmakla suçluyor.

Ne CHP’nin ulusalcıları ne İYİ Parti’nin milliyetçileri ne de AK Parti’den kopan muhafazakarlar bu iddiaları ciddiye almadı. Ancak yaklaşan genel seçimlerde muhalefetin İstanbul’daki gibi birlikte hareket etmesinden çekinen iktidar, büyük bir ümit ve çaba ile bu algıyı pekiştirmeye çalışmaya devam ediyor.

Dolayısıyla İBB ile ilgili ortaya atılan iddiaların esas amacı, iktidarın uzun zamandır yatırım yaptığı ancak bir türlü muvaffak olamadığı CHP-PKK ilişkisini bazı seçmenler nezdinde ispatlamaktır. Bu teftiş ve arkasından yaşanması muhtemel olası gelişmeler aylar boyunca bu konunun gündem olmasını sağlayacak ve bu süreç boyunca iktidar CHP’yi ve Millet İttifakı’nı zor durumda bırakmak için önemli fırsatlar yakalayacaktır.

İMAMOĞLU’NU YIPRATMAK
Yapılan birçok araştırmada Ekrem İmamoğlu’nun kamuoyu tarafından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin güçlü adaylarından biri olarak değerlendirildiği görülmektedir. Hızla seçime doğru yol aldığımız şu günlerde favori adaylardan birini teröre destek gibi ağır bir suçlama ile yıpratmak siyasi açıdan anlamlı olabilir. Dolayısıyla iktidar bu gündemi olabildiğince etkili kullanarak İmamoğlu’na yönelik kanaatleri olumsuz etkilemeye çalışacaktır. Ancak neticede İBB veya İmamoğlu ile ilgili hukuki süreçler başlatılması gibi ileri adımlar atılmayacaktır.

MUHALEFET ÜZERİNDE BASKIYI ARTIRMAK
HDP’nin belediyelerine kayyum atanmasından sonra şimdi de diğer muhalif belediyelerin en azından bir kısmında mevcut yönetimleri görevden uzaklaştırarak muhalefet partileri ve siyasetçiler üzerindeki baskı artırılmak isteniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhalefet partilerine yönelik “Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz” sözleri de bu senaryoyu güçlendiriyor.

Ancak AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’un İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı veya büyükşehir belediyesine açılmış bir soruşturmanın söz konusu olmadığını hatırlattıktan sonra “Genelkurmay Başkanı’nı mı suçladık ki, belediye çalışanları arasında terörist bulunursa belediye başkanını suçlayalım?” şeklindeki sözleri, en azından şimdilik de olsa bu senaryonun iktidar cenahında bile kabul görmediğini bize anlatıyor.

FELAKET SENARYOSU
Önümüzdeki seçimleri kazanamayacağını anlayan iktidar önümüzdeki süreçte tamamen totaliter bir çizgiye savrulacak; İBB’ye kayyum atanacak, İmamoğlu tutuklanacak, bunu protesto edenler sert biçimde bastırılacak ve tüm muhalefet partileri üzerinde baskılar had safhaya çıkartılacak. Hatta kapalı sohbetlerde Millet İttifakı’nın mevcut ve potansiyel bileşenlerinin yanı sıra HDP’nin de seçime sokulmayabileceği dahi dillendiriliyor.

Ancak bu senaryonun sahipleri, siyasal dezavantajlarını totalitarizmle izale etmek isteyen bir iktidarın niçin asgari ücrete rekor zam yaptığını ve vergiyi kaldırdığını, memur ve emekli maaşlarında benzer zam oranlarını niye planladığını, yılbaşından sonra neden kapsamlı bir kredi paketi için hazırlık yaptığını açıklamakta zorlanıyorlar.

Ayrıca niye doğrudan yargıyı devreye sokup kapsamlı tutuklamalarla olayı bir anda tırmandırmak varken, idari teftiş gibi en düşük seviyeden işe başladıklarını da bu senaryonun açıklayabilmesi mümkün görünmüyor. Dolayısıyla, kulağa fantastik gelse bile bu senaryonun gerçekleşebileceğine inanmak için elimizde hiçbir nesnel gerekçe yok.

SONUÇ
Başlayacak teftişin ne kadar süreceği ve nereye evrileceğini önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz. Ama seçime kadar geçen süre boyunca ortaya çıkacak tüm gelişmelerde siyasetin, kanaat önderlerinin ve toplumun sağduyusunu muhafaza etmesi ve serinkanlı davranmasının herkes için en doğru tutum olacağını akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi