F. Nesrin Karadağ

F. Nesrin Karadağ

İstanbul’a Bahar Geldi. Film Festivali Başlıyor…

Pek çok sinefil için İstanbul’da baharın habercisi İKSV İstanbul Film festivalinin başlamasıdır. Festival bir ruh halidir. Tatlı bir telaş kaplar içinizi, heyecanlanırsınız. Belki küçük bir anksiyeteye bile yol açabilir, hele de sevdiğiniz ve beklediğiniz yönetmenlerin filmleri gösterilecekse. Festival süresi boyunca yapacağınız işlerinizi planlar, film izlemek uğruna ötelenebilen her şeyi geciktirir, imkân varsa kimi işlerden de kaytarmanın yollarını ararsınız. Günü gelip bilet satışı başladığında elinizde listeniz, varsa lale kartınız ve tabi ki kredi kartınızla Atlas ya da Beyoğlu Sinemasında saat 10.30 da açılacak gişe için sabah 7.00 bilemediniz 8.00 de sıraya girersiniz. Kesinlikle sizden önce gelmiş birileri vardır ve oralardan bulunmuş (genellikle sinemanın büfesinden alınan) bir kâğıda geliş sıranıza göre adınızı yazarsınız. Herkes hem çok adil hem çok titizdir. Hatta öyle ki yıldan yıla tanışık hale gelirsiniz ve gişe açılana kadar sohbetler koyulaşır. Herkes elindeki neredeyse ezberlenmiş kataloğu bir kez daha gözden geçirirken, işaretlediği çizelgesini kaçırdığım bir şey var mı diye evirip çevirir. Sohbetlerde duyulanlar, konuşulanlarla son düzenlemeler yapılır. Yeni gelenlere yol yordam gösterilir, aynı dine inanan insanlarla bir araya gelmişçesine bir aidiyet duygusu ve kendinden hoşnutluk kapsar tüm fuayeyi. Gişe açılma saati geldiğinde heyecan artar, sonunda biletlerinizi elinize alırsınız. Zafer kazanmış bir komutan edası ve büyük bir gururla en az üç saatinizi geçirdiğiniz penceresiz fuayeden çıktığınızda Güneş istiklal caddesinin üstünde yükselmiş, cadde canlanmış ve İstanbul’a bahar gelmiştir, festival işte o sabahta orada başlar.

Pandemiye kadar bu rutin üç aşağı beş yukarı böyleydi. Mart 2020 de tam festival için içimizin kıpırdanmaya başladığı bir zamanda ülke ve dünya tamamen kapandı. Kelimenin tam anlamıyla canımızın derdine düşmüşken festival ne olacak sorusu da kafamızın içindeydi. Ne de olsa can derdine de düşsen sinefil olmak bunu gerektirirdi. (Hem artık biliyoruz ki pandemide hepimizi hayata bağlayan şeylerden biri de yine sinema ve filmler oldu. Sinefil olmak sizi hayata bağlar?) Neyse ki İKSV hızlı bir planlamayla ve operasyonla 39. İstanbul film festivalini neredeyse tüm yıla yayarak filmonline üzerinden gösterime sokarak bizi hayata bağladı. Pandeminin özellikle ilk yılı sürekli festival gibiydi. Öyle ki her festival takipçisinin hayatta bir kez başına gelebilecek şey oldu ve biz 39. Festivaldeki her şeyi izledik. Fakat bu durum biraz yılgınlığa sebep olurken, asosyal ve evde tek başına izlenen filmler online arkadaş görüşmeleri de olmasa içinizde şişecekti. Adı üstünde festival evde yapılan bir şey olamazdı.

40. festivalse rakamın özel tınısının aksine pandeminin hafiflediği algısının yanında hala süren tedirginlik, biraz bıkkınlık ve aşı tartışmaları arasında ortaya karışık hibrit bir festival oldu. Sanırım kimse 40.festivalden pek de bir şey anlayamadı. Çok sıkılanlar açık hava gösterimlerine giderken, hastalık kaygısı yüksek olanlar filmleri mümkün olduğunca evden izledi. Yani festival geçen yıl da pandemi gölgesinde baharı sezemeden geçti gitti.

İki yıllık zorlu mücadele ve yolculuktan sonra geldiğimiz yerde korkunç ekonomik koşulların içinde 41. Festivale ulaştık. İki yılda hayatımızda çok şey değişti. İnsanlar insanca yaşamanın temel koşullarını yerine getirmeleri demek olan tiyatro, sinema, kitap gibi sanatsal etkinliklere ulaşmalarını sağlayacak alım güçlerini büyük oranda yitirdiler. Hayatın pek çok alanı gibi festival de dijitalleşti. Çok şükür festival salonlara geri döndü ama hem paramız az hem de artık bilet sırasına gireceğimiz gişeler bile internette. Festival boyunca çantamıza koyup gezdirdiğimiz, festival bitince de kitaplığımızdaki sinema rafında yerine alan kataloğumuz bile artık bilgisayarımıza indirdiğimiz bir pdf dosyası. Biletlerimiz basılı değil, e-posta kutularımızda kullanılacağı günü bekliyor. Kâğıdın bu denli pahalı, iklim krizinin görünür derecede yakıcı olduğu günümüzde bu aslında iyi de bir şey. Ayrıca yanlış anlaşılmasın bu dijitalleşmeye direnç de değil, sadece eski günlere özlem. Belki de yaşlandığımızın bir işareti. Yaşlılık demişken festival her zaman 65 yaş üstü izleyiciye özenli olmuştur, onlara özel indirimler her zaman vardır. Onlarda her zaman festivali hep en sadık ve devamlı izleyicisidir. Fakat bu sene dijital dünyaya yeterince ayak uyduramamış, enflasyon karşısında emekli maaşları erimiş insanlar festivale nasıl gelecekler doğrusu merak ediyorum. Beri taraftan bu öyle bir aşktır ki, bir yolunu bulup gelirsin. Çünkü yine her yıl olduğu gibi hayata bağlanma vakti gelmiştir ve ne pahasına olursa olsun o filme gidilecektir.

Şimdi de biraz iyi haber verelim. İşin aslı İKSV bilet fiyatlarında olabildiğince insaflı davranmış, gündüz seansları 35 TL, 19.00 ve 21.30 seansları 45 TL. Ama asıl iyi haber; Eczacıbaşı ve İKSV işbirliği ile 21.30 seansları dışındaki tüm seanslar öğrencilere 10 TL. Ayrıca öğrencilik için tabi ki yaş sınırı yok. Öyle de olmalı zaten, öğrenmenin yaşı yoksa öğrenciliğin de olmamalı. Biletler bu cuma satışa çıktı ve İKSV ana gişeden ve passo.com.tr den satışta.

Festival takip etmek hepimizin çok iyi bildiği gibi aslında tanıdık yönetmenlerle özlem gidermenin yanında bir keşif yolculuğu. Bu yüzden film önerisi yapmak oldukça güç.  O nedenle kendi öznel seçkimden birkaç filmden bahsedip, programı şuraya

Bahsetmek istediğim ilk film, 2020'de Atlantis adlı filmiyle İstanbul Film Festivali'nde Uluslararası Yarışma'nın büyük ödülü Altın Lale'yi kazanan Ukraynalı yönetmen Valentyn Vasyanovych’nin son filmi Yansıma. Yönetmen dünya prömiyerini 2021 Venedik Film Festivali'nde yapan bu filminde de Ukrayna Rusya savaşının insanlar üzerindeki yıkıcı etkisini bir cerrahın hikâyesi üzerinden aktarıyor. Atlantis’te kurduğu dünya, çok özel ve etkileyici anlatım dilini bu filmde de görmeyi umuyorum. Film dünya festivallerinden bölümünde gösterilecek.

Ruh ve Beden filmiyle tanıdığımız ve hepimizi kendine hayran bırakan Ildikó Enyedi’nin yeni ve beklenen filmi Bir Evlilik Hikâyesi, ilk gösterimini Altın Palmiye için yarıştığı 2021 Cannes Film Festivali'nde yapmış. Macar yazar Milán Füst'ün bir romanından beyazperdeye aktarılan Bir Evlilik Hikâyesi merakla beklediğim bir diğer film. Doğrusu Ruh ve Beden’in ağzımızda bıraktığı tat ve zihnimizde yarattığı izle Enyedi ve filmi merakla beklenmeyi sonuna kadar hakkediyor.

Festivalin Belgesel Kuşağı her zaman çok çeşitli ve ilgi çekici keşiflere imkân verir. Bu sene kendim için seçtiğim belgesellerden biri “Beynimiz Yıkanmış”. Film sinemaya ve cinsiyet eşitsizliği meselelerine kafa yoranlar için bir farkındalık vadediyor. Beynimiz Yıkanmış birçok bildiğimiz filmden şaşırtıcı sahnelerle, sinemada görsel dilin, sinema sektörü ve ötesindeki işe alım pratiklerinde ayrımcılığa, ücret eşitsizliğine ve yaygın cinsel tacizlere nasıl katkıda bulunduğunu gösteriyor.

İran Sineması ve özellikle Abbas Kiyarüstemi severler için bir belgesel daha önerebilirim. Abbas Kiyarüstemi’nin 1989 yapımı” Ev ödevi” filminin izinden giden 2021 yapımı Ev Ödevi ise Kiyarüstemi’nin sorularının aynılarını günümüz öğrencilerine yöneltiyor. 30 yıl sonra kesin olan tek şey eğitim sisteminin, halkın ve ülkenin ne kadar da değiştiği. Savaş sırasında büyüyen bir kuşaktan günümüzün çocuklarına, bir ülkenin toplumsal dönüşümlerine ışık tutan film belki bize de ışık tutar.

Fransız filmlerini herkes sever belki ama komedileri denilince bir grup çok severken bir grup nefret edebilir. 2020’de “Deri ceket” filmi ile monoton pandemi hayatımıza renk katan, Quentin Dupieux’’un ilk gösterimini 2022 Berlin Film Festivali’nde yapan bu yepyeni çılgın komedisinde sessiz bir banliyöye taşınan Alain ile Marie’nin yeni evlerindeyiz. Emlakçıları onları uyarmış: “Bodrumda bir şey var, hayatınızı sonsuza dek değiştirebilir.” Nitekim, yeni evlerinin kilerindeki gizemli tünel hayatlarını altüst ediyor. Yine çılgın bir antidepresan bizi bekliyor.

2022 Berlin film festivalinde Claire Denis’e en iyi yönetmen ödülünü getiren “Bıçağın iki yüzü”, hem oyuncu kadrosuyla hem de hikayesiyle iyi bir seyir vadediyor. Juliette Binoche, Vincent Lindon, Grégoire Colin gibi önemli oyuncuların Denis ile uyumundan çıkan filmi heyecanla bekliyorum.

Festival kapsamında 12 günde, 14 bölümde 43 ülkeden 164 yönetmenin filmleri gösterilecek. Bunca filmi anlatmanın hem imkânı hem de anlamı yok. Hem her filmde seveninin ilgisini çekecek bir şey bulunabilir. Ayrıca film sevmek her ne kadar temel objektif ölçütlerimiz olsa da öznel bir şey sonuçta. Ama adını anmadan da geçemeyeceğimiz Isabelle Huppert’li Vaatler, Javier Bardem’li iyi Patron da bakmanızı önereceğim diğer filmler.

Son olarak pek çoğumuzun çok sevdiği ve her filmini heyecanla beklediğimiz François Ozon’un son filmi Peter von Kant’tan bahsedelim. Hele de Fassbinder seviyorsanız bu filmi kaçırmayın, ben öyle yapacağım. Takıntı, aşağılama, ilham, ün, baştan çıkarma ve yalnızlığı ele alan Peter von Kant Fassbinder’e renkli, oyuncaklı ve eğlenceli bir saygı duruşu niteliğinde diyor festival kataloğu.

Son bir güzellik, bu sene festival bazı filmlerde salonların teknik imkanlarına bağlı olarak sesli betimleme ile görme engelli izleyicileri de kucaklamış. Hayal ortağım adlı bir uygulama ile filmleri görme engellilerin de izlemesi mümkün olacak. Bunca ayrıştığımız şu günlerde görsel bir sanat alanının bunu düşünmesi, yapması da geleceğimiz için tatlı küçük bir umut gibi.

Ezcümle; İstanbul’a bahar geldi, 41. yılında İstanbul film festivali bahar gibi umut oluyor ve bizi şu yönünü kaybetmiş ülkede dünyanın bin bir köşesinden filmlerle buluşturarak belki de başka hayatlar mümkün dedirtip sonraki bahara kadar hayatta kalmamızı sağlıyor. Var olsun. Söylemeden de olmaz; 41 kere maşallah ?

Önceki ve Sonraki Yazılar
F. Nesrin Karadağ Arşivi