İSTİHDAMSIZ YÜKSEK BÜYÜME VE ARTAN ENFLASYON: VALS KISA SÜRDÜ

Bugünkü yazımın konusu başlıktan da anlaşılabileceği üzere geçen hafta açıklanan ekonomik büyüme ve enflasyon rakamlarının değerlendirilmesi üzerine olacaktır.

Öncelikle yeni ekonomi yönetiminin açıklanan rakamları temkinli ve sağduyulu biçimde değerlendirmesinin oldukça önemli bir tavır değişikliği olduğunu söylemekle başlamak istiyorum. Büyüme ve enflasyon verilerinin içinde barındırdıkları sorunları kabul etmek aynı zamanda sorunlara çözüm arandığını da göstermektedir diye düşünüyorum.

Ekonomik büyüme 3. Çeyrekte yani Temmuz, Ağustos ve Eylül döneminde yıllık % 6.7 olarak açıklandı. TUİK tarafından açıklanan bu rakam Türkiye’nin potansiyel büyümesinin (yıllık; %4.5-5) üzerinde bir gerçekleşmedir.  Fakat buna rağmen açıklanan bu rakam Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Lütfi Elvan dâhil kimse için geleceğe yönelik büyüme hikâyesinin ışığı olmamıştır.

Böyle olmasının nedenlerini gerçekleşen  büyümenin kompozisyonundan anlayabiliyoruz. Zira bu büyüme aşırı kredi genişlemesinin sonucunda ve iç talebe dayalı biçimde gerçekleşmiştir. Aslında bu büyüme yerleşiklerin borçlarını artırıcı ve verimsiz, riskli kredilerdeki artmasının sonucudur diyebiliriz. Üçüncü çeyrekte finansal kesimin aşırı genişlemesi (Grafik I; K: %41) de bu ifademi destekleyici biçimdedir. Bu dönemde uygulanan aktif rasyosu (AR) ve krediyi teşvik eden zorunlu karşılıklara (ZK) ilişkin düzenlemeler kredilerin riskli ve verimsiz olmasının en önemli nedenlerindendirler. Nitekim yeni ekonomi yönetimi hem AR hem de ZK da değişikliğe gitmiş ve verimsiz kredilere neden olan her iki düzenlemeyi de kaldırmıştır.

  Grafik I. Büyümenin Kompozisyonu

   Kaynak: TUİK.

Söz konusu büyümede tedirgin edici bir başka durum ise büyümenin istihdamı desteklememiş olmasıdır (Grafik 2). Gayri Safi Katma Değer içinde ücretlerin payının bir önceki çeyreğe göre azalmış olması büyümeye rağmen istihdamın azaldığının bir göstergesidir ki bu durum büyümenin tüketime dayalı ve sürdürülebilir olmayacağının da en önemli göstergesidir.  

Grafik 2. Gelir Yöntemi İle GSYH

Kaynak:TUİK.

3. Çeyrek büyümesinin iç talebe dayalı olduğuna yönelik kanıt Grafik 3 de mevcuttur. Görüldüğü gibi ihracatın büyümeye katkısı negatiftir. İthalat ise iç talepteki artışa bağlı olarak yükselmiştir. Bu durum aynı zamanda cari açığın artmasına neden olarak TL’nin değeri üzerinde spekülatif beklentilerin oluşmasına neden olan bir faktör olmuştur.

Büyümenin iç talebe dayalı yapısı, istihdam yaratmamış buna karşılık, enflasyon ve cari açığın artmasına yol açmıştır. Enflasyon ve cari açığın artması TL üzerindeki baskıyı arttırmış ve aynı dönemde ekonomi çok güçlü biçimde kur-enflasyon sarmalına girmiştir. Artan belirsizlikler ve ekonomik stres, faizlerin yükselmesine ve ekonomi yönetiminin değişmesine neden olmuştur. Yeni ekonomi yönetimi ile başlayan Ortodoks Politikalara dönüş para politikasında sıkılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Diğer yandan pandeminin ikinci dalgası, ekonominin kısmi kapanmasına yol açacak boyuta ulaşmıştır. Hem sıkı para politikası hem de pandemi etkisi önümüzdeki dönemlerde iç talebi ve üretimi sınırlandırabilecek gelişmelerdir.

Diğer yandan her ne kadar Korona aşısıyla ilgili olumlu gelişmeler olsa da küresel ekonomik belirsizlikler yüksek kalmaya devam edecektir. Bunun nedeni aşılama etkinliğinin belirsizliği olduğu kadar salgının tüketim alışkanlıklarında yol açtığı değişimin hemen son bulmayacağıdır. Unutmamak gerekir ki salgın öncesinde de küresel ekonomi ağır bir borç krizinin etkisindeydi. Salgının yol açtığı kapanma süreci gelir kayıpları yaratarak borç krizini daha da derinleştirmiştir. Kısaca Dünya Ekonomisi artık çok daha borçlu ve güvensizdir. Büyük Merkez Bankalarının salgına karşı uyguladıkları parasal genişleme, gelir dağılımını daha da bozmuş ve borsalar da fiyat balonları yaratmıştır. Salgın bitse dahi Dünya ekonomisi borç krizi riskiyle karşı karşıya kalmaya devam edecektir.

Bu durumun bizi ilgilendiren iki boyutu vardır : Birincisi gelişen piyasa ekonomilerinde gerçek anlamda istikrar sağlayabilecek uzun vadeli sermaye akımlarının bu ülkelere akışı kısa vade için olası görülmemektedir. İkincisi ise en önemli ticaret partnerimiz olan Euro Bölgesinin asimetrik makro görünümü ve salgının etkisini çok derinden yaşamasının yarattığı olumsuz koşullar nedeniyle toparlanmasının çok daha uzun sürecek olmasıdır. ECB (Avrupa Merkez Bankası) tek başına bu sorunları çözebilecek imkanlara sahip değildir. Dolayısıyla 2021 yılı için de dış talebin Türkiye büyümesini negatif yönde etkileyebileceğini ifade edebilirim.

Dış talebin mevcut koşullarda ihracatımızı destekleyici olmamasının bir başka nedeni de bizim ihracata konu olan mal sepetimizle ilgisidir. Ağırlıklı olarak emek yoğun mal ihracatçısı olmamız ve bu ürünlerin dış talep esnekliklerinin düşük olması, rekabetçi kur söylemlerini boşa çıkartmakta ve aynı zamanda ihracat malları içindeki ithalat payının yüksek olmasından dolayı büyümenin avantajını karşı ülkelere bırakmaktadır.

Tüm bu koşulları göz önüne aldığımızda 2020 yılı 4. Çeyreği ve 2021 yılının ilk altı ayı için ekonominin daralma yaşayabileceğini göz önüne almamız gerekmektedir.

Yarın bu yazının devamı olacak yine TUİK tarafından açıklanan enflasyon rakamlarını değerlendirmeye çalışacağım. Sağlıcakla kalın.

Grafik 3. Harcama Yöntemi İle GSYH

Kaynak:TUİK.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baki Demirel Arşivi