İyi yetmez, çok ama çok iyi lazım!

Dünya ekonomisi önemli bir dönüşümü yaşamaya devam ediyor.
Bu dönemin en önemli sürükleyicisi ise bilgi ve bilginin dolaşım hızı. Teknolojideki hızlı gelişmeler, ticaretin ve sermayenin küreselleştiği bu döneme bambaşka bir perspektif sundu. Bilgi, önce üretim biçimini değiştirdi. Ardından üretimi küreselleştirdi. Pandemi süreci bize bu değişimin ne kadar kritik bir eşiğe ulaştığını net bir şekilde gösterdi.
Üretimde makinelerin birçok işi halledebileceği bir dönemi yaşıyoruz. Yine pandemi döneminde gördük ki birçok sektörde emeğin üretime katkısı ya da iş görme biçimi de hızla değişiyor ve değişim süreci de hızlanarak devam edecek! Bu süreç, emeğin yapısal dönüşümü ihtiyacını da beraberinde getiriyor hatta zorunlu kılıyor.
Yeni iş gücü
Böyle bir ortamda dikkat kesilmemiz gereken tek bir nokta var!
O da eğer bu oluşan yeni ekonomik düzende var olmak, bir adım ilerisi için öne çıkmak istiyorsak bunun temel girdisinin, bilgi üretebilen, bu bilgiyi ekonomik ve küresel ölçekte değerli hale getirebilen yeni bir iş gücü yapısı kurmak olduğu. Ekonomik katkısının ötesinde, bir yurttaş yetiştirebilen ülkelerin başarısı da gün gibi ortada ve bu da ancak doğru bilgiyi kullanan bir nesil ile mümkün olabiliyor.
Dolayısıyla bu yeni düzende iyi bir eğitim sistemi artık yetmiyor, ancak çok ama çok iyi bir eğitim sistemi ile devam etmek zorundayız!
Bu çok ama çok iyi eğitim sisteminin ise temelde üç ayağa dayanması gerekiyor.
Birincisi eleştirel öğrenme ortamı. Böyle bir ortamda ilerlemenin önünü açacak düşünce ortamını oluşturabiliyoruz. İkincisi ise özgür düşünce, özgür düşünme. Bütün bu değişim ihtiyacını uzun uzadıya yıllardır yazıyoruz. Daha da tartışacağımız gün gibi ortada. Üçüncü ve belki de en önemlisi ise artık umut. Eskiden her ay açıklanan işsizlik oranları verilerinde işsiz sayısına bakarken, şimdi ilk olarak umudunu kaybedip iş aramaktan vazgeçenlerin sayısına bakar olduk! Durum o derece vahim!
Eleştirel öğrenme ve özgür düşünce ile birlikte umut yaratamayan bir eğitim sistemi ile Türkiye’nin mesafe kat etmesi maalesef mümkün değil! Değişimin hızının bu kadar arttığı bir dönemde, bu üç unsuru eğitim sisteminin merkezine koyamadığımız her bir günün bile ne kadar büyük bir kayıp olduğunu rakamlar da gösteriyor.
Hesap basit, sonuç karmaşık
Mesela eğitimde az önce bahsettiğim çok ama çok iyi eğitim sistemini oluşturmaya 2005 yılında başlamış olsaydık, o günden bugüne 11 milyon gencimizin hayatını değiştirmiş olacaktık. Evet, Milli Eğitim Bakanlığı istatistiklerine göre 2005-2006 öğretim yılında 11 milyon gencimiz ilk öğretim düzeyinde öğrenim görüyormuş.
Eğitim sistemini sadece bir hizmet sektörü olarak görmekten vazgeçip, değer yaratma üzerine kurabilmiş olsaydık, 2020’ye geldiğimizde, yani 15 yılın sonunda o 11 milyon gencimize iyi bir eğitim ve çalışma ortamı sunabilecektik. Hem gençler hem ülke kazanacaktı!
Ve belki de bambaşka bir Türkiye’yi konuşuyor olabilecektik.
Biz ise salgının dünyadaki tüm dengeleri alt üst ettiği bir dönemde, bu ölüm-kalım meselesini bile gündemin arka sıralarına atacak tartışmaları yaratmayı başardık.
Bir hafta Ayasofya, bir hafta barolar, bir başka hafta milletvekili transferi gibi olmayacak suni gündemler arasında kaybolmaya devam ediyoruz.
Bu arada yeni 11 milyonlar, bırakın çok ama çok iyiyi, iyi bile olmayan eğitim sistemi içinde umudunu yitirmeye devam ediyor!
Yönetenlere kısa bir not!
Sizin gündeminizi bilmem ama bizimkisi o gençlerin umudu!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Demir Arşivi