Jeo-politik belirsizlik eksenindeki Türkiye ekonomisi

24 Şubat 2022 tarihinde Rusya lideri Putin’in Ukrayna’yı işgale başladıklarını televizyondan duyurmasının ardından gerek jeo-politik stratejistlerin gerekse de biz ekonomistlerin gözü kulağı Rusya-Ukrayna hattındaki gelişmelerde.

Putin, yaşananları savaş değil askeri harekât olarak nitelendirse de bu bir sıcak savaş ve bu savaş bütün dünyayı etkileme potansiyeline sahip.

Rusya’yı bu işgalinden vazgeçirmek için Rusya’nın küresel ekonomiden ve finansal piyasalardan dışlanmasına yönelik olarak getirilen kritik ve geniş çaplı yaptırımlar ve bu yaptırımlara Rusya’nın da karşı yaptırımlarla yanıt vermesi sıcak savaşın ekonomik savaşa evrilmesine neden oluyor. Rusya’nın bu yaptırımlar nedeniyle zorlanması ilk adımı atmasına neden oldu ve Rus MB politika faizini yüzde 20’ye çıkardı. Ayrıca yabancı bankalardan dış borç alımını yasaklaması ve Rus vatandaşları ile Rus şirketlerin döviz transferini yasaklaması oldukça dikkat çekici oldu. Gerek Rusya’ya getirilen yaptırımlar, gerekse Rusya’nın karşı yaptırımları elbette ki sadece Rusya ekonomisini değil ticaret yaptığı diğer ülkelerde ve çevre ülkelerinde de orta ve uzun vadede domino etkisi yaratacak. Özellikle Rusya ve Ukrayna ile olan girift ekonomik ilişkisi nedeniyle bu olumsuz konjonktürden Türkiye’nin pek çok açıdan etkileneceği hepimizin bildiği bir gerçeklik.

Bu yükselen tansiyonda Türkiye’nin, kendisini nerede konumlandıracağını iyi analiz etmesi ve bu savaşta özne olmaması gerekiyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Montrö Sözleşmesi’nin ülkemize verdiği yetkiyi kullanma kararında olduğunu açıklamasının ardından, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun kıyıdaş olan, olmayan bütün ülkeleri boğazlardan savaş gemisi geçirmemesi konusunda uyardığını açıklaması önemli idi. Zira Türkiye ekonomik kırılganlığı yüksek olan bir ülke ve savaş atmosferine de kötü makroekonomik göstergelerle girdi. Eylül ayından beri denenen Yeni Ekonomi Modeli’nin dış faktörleri dikkate almaması ve olası bir B planı geliştirilmemesinin bedelini ağır ödeyeceğiz gibi görünüyor. Nitekim bu hafta, önemli öncü göstergeler arasında yer alan büyüme ve dış ticaret açığı rakamları çok da memnun edici gelmedi.

Her ne kadar, büyümenin 2011’den beri ilk defa iki haneli rakama ulaşarak yüzde 11 düzeyinde gerçekleştiği ilan edilse de büyüme için katlanılan bedel oldukça ağır. Zira yüksek enflasyon pahasına gerçekleşen bir büyüme söz konusu. Ayrıca büyümeye orta ve uzun vadeli bakılması gerekiyor. Baz etkisinin azalacak olmasının önünüzdeki dönemde potansiyel büyüme üzerinde olumsuz etki yaratma ihtimali yüksek. Bunun dışında bu büyümenin kompozisyonu ve sürdürülebilirliği de bir diğer üzerinde durulması gereken nokta.

Büyümeye en fazla katkı veren kanalın hane halkı tüketimi ve dış ticaret olduğu gözlemlendi. Oysaki sanayi ve üretim odaklı bir büyümenin tercih edilmesi ve katma değerli sanayinin büyümesi önceliklendirilmeli.

Ayrıca yüksek risklere bağlı olarak stoklardaki azalmanın da büyüme üzerinde olumsuz bir etki yarattığı görüldü.

Bu bağlamda istihdama dönüşmeyen eşitsiz ve refah artışı yaratmayan bir büyüme tercih edilen bir durum değil.

Nitekim Birleşmiş Milletler 1996 yılı İnsani Kalkınma Raporu’nda işsiz, acımasız, sessiz, köksüz ve geleceksiz büyümeyi beş kötü büyüme çeşidi olarak belirtilmiştir. Bu nedenle büyümenin verimlilik ve rekabet gücündeki artışa yönelik revize edilmesi önem taşıyor. Çünkü iyi bir büyümenin istihdamı teşvik eden, refah artışını adil bir biçimde dağıtan, toplumsal işbirliği ve uyumu sağlayan özelliklerinin olması gerekiyor. Aksi takdirde büyüme rakamı çift haneye dönse dahi hane halkı ekonomideki büyümeyi bütçesindeki gelirin düşüşü ve işsizliğin artışı şeklinde hissediyor.

Bu hafta açıklanan bir diğer önemli veri ise dış ticaret açığı oldu. Şubat 2022’de ihracatın 20 milyar dolar, ithalatın ise 28,1 milyar dolar olarak gerçekleştiği, bu bağlamda dış ticaret açığının yüzde 142 artışla 8,1 milyar dolara yükseldiği belirtildi. Dış ticaret hacminin ise yüzde 36,4 artışla 48,1 milyar dolar olduğu açıklandı. Şubat ayında, ihracatın ithalatı karşılama oranı da enerji hariç yüzde 95,4 olarak kaydedildi.

Dış ticaret fazlası vererek ekonomik büyümenin hedeflendiği ve uzun vadede enflasyonun da önleneceğini ileri süren model bağlamında dış ticaret açığının ocak ayına göre azalmış olması elbette ki sevindirici ancak yeterli değil. Ayrıca Rusya ve Ukrayna hattındaki gerginlik nedeniyle karşılıklı yapılan yaptırımlardan dolayı önümüzdeki dönemde bu tablonun gıda, enerji, emtia, turizm ve inşaat gibi pek çok kanaldan olumsuz etkileneceği göz ardı edilemez.

Bugün bir diğer önemli makroekonomik gösterge olan enflasyon rakamları da açıklanacak. Kur oynaklığı bir miktar da olsa kontrol edilmesine rağmen enflasyondan korunmanın yollarını arayan ve altına yönelik tasarruf yapan ekonomik aktörlerin 1 Mart’ta uygulamaya giren yastık altın altını ekonomiye kazandırmak amacı ile Yastık Altı Altın Paketi sistemine nasıl bir anlam yükleyeceğini enflasyon rakamı belirleyecek. Zira altın, tasarruf sahipleri için kırmızı bir çizgi. Enflasyon dışında Rusya ve Ukrayna arasında bir mutabakata varılmamasına ek olarak ABD Kongresi ortak oturumunda Biden’in konuşmasının bir çözüm önerisi getirmemesi, savaş konjonktürünün devam edeceği endişesi ile tasarruf sahipleri için bu kırmızı çizginin kalınlaşma ihtimalini yükseltecek gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi