Judith ve Artemisia-I

Arba’nın beze sardığı kısa kılıcı alır sonra Judith; sızmış, horultuyla uyuyan Holofernes’in saçlarını kavrar bir eliyle, çadırın soluk ışığında parlayan kılıcı gırtlağına dayar ve hızla çekiverir sonra. Dehşet içinde başına geleni anlamaya çalışan Holofernes’in son gördüğü, boğazından püsküren kanla kırmızıya boyanan çadır tavanı olur

Geçtiğimiz aylarda Salome ve Vaftizci Yahya’nın öyküsünü anlatırken, sanata konu olmuş bir başka baş kesme öyküsünün “Judith ve Holofernes” olduğunu söylemiştik. Bu iki yazılık dizi, yalnızca Judith değil, 1593-1653 yılları arasında yaşamış ve öyküsü onunkine garip bir biçimde bağlanan İtalyan kadın ressam Artemisia Gentileschi üzerine aynı zamanda.

Önce Judith ve Holofernes’in öyküsüne, bu apokrif(1) söylenceye bakalım.

M.Ö. VI. yüzyıl, Filistin’deki Bethulia(2) şehri. Asur Kralı Nebukadnezar’ın gözde komutanı Holofernes, Filistin’deki Yahudi şehirlerini birer birer ele geçirerek Bethulia önlerine kadar gelmiştir; ancak şehir halkı direnir ve teslim olmaya yanaşmaz. Kuşatmanın uzun sürebileceğini kestiren Holofernes, ordusuna şehri çevreleyen surların biraz dışında kamp kurma emri verir.

Aradan haftalar geçer. Asurluların şehre gelen su kaynaklarını kesmesi yüzünden halk  gitgide direnme gücü yitirmektedir. Erkeklerin çoğunluğu Holofernes’e teslim olmayı savunurken, Judith adında, güzelliğiyle ve dindarlığıyla tanınan dul bir kadın asla teslim olmamaları konusunda diğerlerini ikna etmek için dil dökse de sözüne kulak veren olmaz.

Erkeklerin uzun tartışmalardan sonra, şehre beş gün içinde dışarıdan yardım ulaşmazsa teslim olmaya karar vermelerinden sonra Judith, en gösterişli giysilerini giyer, en parlak kemik tokalarıyla süsler güzel saçlarını, en güzel kokularını sürer ve yanına yaşlı hizmetçisi Arba’yı da alarak küçük bir kale kapısından sur dışına çıkar.

Düşman Kampında

Asurlu nöbetçiler tarafından fark edilen Judith ve Arba, hemen komutan Holofernes’in önüne çıkarılır. Judith komutana, Bethulialıların teslim olmayacaklarını ama kendisiyle birlikte pek çok insanın direnmenin boşuna olacağına inandığını ve o yüzden ona şehirle ilgili bilmek istediği her şeyi anlatacağını söyler. Elbisesinin yakasını da olabildiğince açmıştır Holofernes’in huzuruna çıkmadan önce. Karşısındaki kadının güzelliğinden gözlerini alamayan Holofernes sevinçle kabul eder  teklifi ve akşam yemeğinde ona eşlik etmesini ister Judith’ten.

Yemekte Judith’i yanına oturtur kudretli komutan; güzel kadının samimi hatta davetkâr tavırlarıyla gözleri parlamaktadır. Holofernes’in ikram ettiği şarapları, şarap sevmediğini söyleyerek kibarca geri çevirir Judith. Ardı ardına devirdiği kadehlerle ayakta zor duran komutanın, çadırına gitme davetini yanında hizmetçisi Arba’nın da olması koşuluyla kabul eder güzel kadın, biraz da cilveli bir tavırla. Çadıra gittiklerinde biraz “oynaşmadan” sonra Holofernes sızar kalır. Arba’nın beze sardığı kısa kılıcı alır sonra Judith; sızmış, horultuyla uyuyan Holofernes’in saçlarını kavrar bir eliyle, çadırın soluk ışığında parlayan kılıcı gırtlağına dayar ve hızla çekiverir sonra. Dehşet içinde başına geleni anlamaya çalışan Holofernes’in son gördüğü, boğazından püsküren kanla kırmızıya boyanan çadır tavanı olur.

Holofernes’in canını teslim etmesinden sonra Judith, Arba’nın yardımıyla gövdeden ayırır ve hizmetçisinin yanında getirdiği beze sarar kesik başı; sonra kana bulanmış giysilerinin dikkat çekmemesi için bir örtüye sarınarak Arba’la birlikte çadırdan çıkarlar. Çadırın kapısındaki nöbetçilerin imalı gülüşmelerine aldırmadan hızlı ve kendinden emin adımlarla Bethulia’ya döner iki kadın.

İçeri girdiklerinde, gelişlerini surlardan görmüş olan Bethulialılar merakla sarar etraflarını. Judith,  herkesin görmesi için Holofernes’in kanlı başını saçlarından kavrayarak havaya kaldırdığında kalabalıktan önce bir şaşkınlık sonra da sevinç nidaları yükselir.

Her sabah gün ışırken çadırını terk eden komutanları, güneşin epey yükselmesine rağmen çadırdan çıkmayınca fark eder Asurlu nöbetçiler ters bir şey olduğunu. Çekinerek çadıra girerler, çadırın hafif karanlığına gözleri alıştığında Holofernes’in başsız gövdesini dehşetle fark ederek donakalırlar. Şaşkınlıktan ilk kurtulan nöbetçinin bağırışlarıyla kısa sürede tüm kamp öğrenir Holofernes’in katledildiğini. Daha alt rütbeli komutanlar uzun tartışmalardan sonra, morali yerle bir olmuş bir orduyla kuşatmayı sürdüremeyeceklerine karar verirler ve Asur ordusu imparatorluğun başkenti Babil’e geri dönmek üzere yola çıkar.

Caravaggio ve Gentileschi

“Judith ve Holofernes” öyküsü sonraki yüzyıllarda pek çok sanatçıya esin kaynağı olacaktır, özellikle de konularını çoğunlukla antik Yunan mitolojisinden ya da Eski/Yeni Ahit’ten seçen Ortaçağ ve  Rönesans ressamlarına. Bunların belki de en önemlisi, Michelangelo Merisi’nin ya daha yaygın bilinen adıyla Caravaggio’nun, “Judith Holofernes’in Başını Keserken” adlı resmi.

Caravaggio’nun Baroque biçemde yarattığı bu başyapıt, sanatçının ve yaşadığı dönemin pek çok sanatsal özelliğini taşıyan bir eser.

Öncelikle sahneye bakalım, tekdüzeliği bozması ve hareket vermesi için konmuş koyu kırmızı bir perde dışında bütün arka plan simsiyah, bütün ışık öndeki figürler üzerinde yoğunlaşmış. Chiaroscuro(3)  olarak adlandırılan ve Caravaggio’nun ilk kullanan olmasa da yaygınlaşmasında en çok payı bulunduğu bu teknik, arka planla öndeki figürler arasındaki güçlü ışık kontrastına dayanır.  Yarattığı güçlü ve “dramatik” etkiyle figürlerin daha “canlı” algılanmasına yol açan bu teknik “Judith ve Holofernes” tablosunda da büyük ustalıkla kullanılmış.

Boğazını kesen kılıcın acısıyla ayılmış, şaşkınlığı ve duyduğu dehşet gözlerinden okunabilen Holofernes, çığlık atmaya çalışsa da kesilen nefes borusu buna engel oluyor. Bedenindeki bütün kaslar yay gibi gerilmiş; bir yumruğu sıkılı, diğeriyle yataktan güç alarak kurtulmaya çalışıyor ancak artık çok geç; Judith’in, saçlarını sımsıkı kavramış elinden kurtulamadan verecek son nefesini.

Judith ve hizmetçisi Arba figürlerinin postürleri, yüz ifadeleri ve ışığın kullanımı, resmin büyük bir ustanın elinden çıktığı konusunda kuşkuya yer bırakmıyor. Arba olağanüstü bir yetkinlikle resmedilmiş; yaşlı hizmetçinin, kesik başı elinde hazırladığı örtüyle sarmalamak için beklerken Holofernes’e attığı kararlı ve kin dolu bakışı müthiş; Arba sanki bütün bu cinayetin “azmettiricisi” gibi.

Ancak Caravaggio’nun resmi benim en sevdiğim Judith değil, nedeni de Judith’in teknik olarak son derece başarılı resmedilmesine karşın ressamın ona yakıştırdığı ifade ve tavır. Judith, Holofernes’in başını öfke ve nefretle değil de sanki yapmak zorunda olduğu için kesiyor, bakışları ikircikli, yapacağı işin çok kolay olacağını düşünmüş de tam Holofernes’in başını keserken pişman olmuş gibi. Aşırı titiz bir katil Caravaggio’nun Judith’i, üzerine kan sıçramasın diye bedenini uzak tutmaya çalışıyor çırpınan bedenden.

Bunun açıklamasını Caravaggio’da değil de o dönemin sanat anlayışında aramak daha doğru. Kanonik(4) İncillerde yer almasa da Judith öyküsü dinsel bir söylenceye dayanıyor, dolayısıyla resmin yapıldığı dönemde -dinsel olanın gördüğü- saygıyla ele alınması şaşırtıcı değil. Judith’e de bu resimde, Hristiyan ve Yahudi tarihinde adı geçen kutsal kadınların ya da üst sınıf İtalyan hanımefendilerin Rönesans resimlerindeki klasik rolü biçilmiş. Yumuşak başlı, narin, son derece iffetli, zorunlu bir “günah” işlerken bile yaptığından iğrenen ve -her iyi Hristiyan gibi- çoktan pişman olmuş…

Judith’in, hanım hanımcık narin bir kadın değil de Holofernes’e domuz boğazlarcasına “girişen” öfke ve nefret dolu bir kadın olarak resmedildiği bir eser daha var, kadın ressam Artemisia Gentileschi’nin “Judith Holofernes’i Katlederken” tablosu.

Caravaggio’nunkinden yaklaşık yirmi yıl sonra yapılmış bu resim teknik olarak ilki kadar başarılı değil, bu çok açık, ama vuruculuk ve etkileyicilik olarak ondan üstün bence. Çünkü ressam, Judith olarak kendini çizmiştir bu resimde, resimdeki Holofernes de sekiz yıl önce ona tecavüz eden ressam Agostino Tassi’den başkası değildir.

Artemisia Gentileschi’nin ilginç öyküsüne haftaya devam edelim…

  • Hristiyanlıkta apokrif, dini otoritelerce genel kabul görmüş dini metinlerin ve kitapların parçası olmayan metinler için kullanılır. Apokrif metinlerin doğruluğu kuşkulu kabul edilir.
  • Bethulia’nın neresi olduğu belirsizdir, bazı araştırmacılar “Beth-el”den (Tanrının Evi) türediğini ve aslında Bethulia’nın Kudüs olduğunu ileri sürerken bir kısmı da antik Meselieh şehir olduğunu savunurlar.
  • Açık (aydınlık) ve karanlık sözcüklerinin birleşimidir.
  • Roma Katolik Kilisesi, Doğu Ortodoks Kilisesi ve Anglikan Kilisesi’nin ekümenik konsilleri tarafından kabul edilen dini kanun ve kurallar. Dini otoritelerce özgün olduğu kabul edilen belge ve kitaplar da kanonik olarak adlandırılır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi