Kadın Yoksulluğu

Son Güncellenme Tarihi: Mart 11, 2021 / 08:33

Bu haftaki yazıma tüm emekçi kadınlarımızın kadınlar gününü kutlayarak başlamak istiyorum. Birleşmiş Milletler tarafından 1977 yılında Dünya Kadınlar Günü olarak tanımlanan 8 Mart, insan hakları temelinde kadınların sorunlarının dile getirilmesi, siyasi sosyal ve ekonomik bilincinin geliştirilmesi ve başarılarının kutlanmasına ayrılmış bir gün. Aslında kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olma yolunda verdiği savaşın temsili başlangıcı olan 8 Mart, 1857’de konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan 40 bin kadın işçinin çalışma koşullarına karşı başlattığı grev günü. Bu çerçevede 8 Mart, grevin bastırılması esnasında ölen 129 kadın işçi anısına Alman Sosyal Demokrat Parti önderi Clara Zetkin’in 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak kutlanması önerisi ile vücut bulmuş. Ülkemizde ise kadınlar günü ilk kez 1921 yılında kutlanmış. Kadınların sorunlarına ilişkin farkındalığın yaratılması ve çözüm önerilerinin getirilmesi açısından bu günün taşıdığı önem kuşkusuz oldukça büyük.
Dünyada ve Türkiye’de pek çok kadın yaşamakta olduğu sorunları çözmede sancılı bir süreçten geçerken kriz dönemlerinin ve yaşamakta olduğumuz olağan dışı bir durum olan pandemi sürecinin cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı pek çok sorunun görünülürlüğünü daha da artırdığı söylenebilir. Ancak kadın sorunu denilince, akla ilk olarak kadının karşılaştığı şiddet, taciz, tecavüz, gelenek ve göreneklerin baskınlığı geliyor. Basına en fazla yansıyan bu sorunlar yaşanan gerçeği ifade ederken, kadın gündeminin çoğunlukla bu konularla sınırlı kalmasına da yol açıyor. Oysaki kalkınma paradigması içerisinde kadın yoksulluğu önemli bir sosyo-ekonomik sorun olarak kendini gösteriyor. Aslında yoksulluk genel bir makro ekonomik sorun olmakla birlikte kadın ve erkekler yoksulluğu farklı biçimde yaşamakta ve yoksulluk süreci kadın ve erkekleri farklı biçimde etkilemekte. Bu bağlamda yoksulluğun bir cinsiyetinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim yoksulluğun kadınlaşması kavramı da tam olarak buna işaret etmekte. Mclanahan ve Kelly’nin 1999 yılındaki çalışmalarında, boşanmalara bağlı olarak aile yapısının değişmesi, tek ebeveynli ailelerin artması ve evlilik dışı çocuk sahibi olma gibi durumlarda yaşanılan artışın yoksulluğun kadınlaşmasındaki itici unsurlar olduğunu belirtmiştir.
Kadın yoksulluğu farklı kadın kimliklerine mekana ve zamana göre farklılık gösterse de Türkiye’nin temel makro ekonomik sorunu olan enflasyonun paranın satın alma gücünü azaltması, işsizlik, eşitsiz ve düşük ücret, kadın yoksulluğunu besleyen önemli kanalları oluşturuyor. Ancak Amartya Sen’in bakış açısına göre, yoksulluk gelir azlığı ve gelir yetersizliğinden öte kapasite ve yapabilme yetersizliği olarak tanımlamakta. Kadın yoksulluğunu bu açıdan değerlendirdiğimizde kadınların kamusal hizmetler, sağlık ve eğitim imkanlarından yararlanmada karşılaştıkları zorluklar, toplumsal cinsiyet rollerinin biçimlendirdiği kadın olma durumu ve geleneksel kadın rol modelleri ile yetiştirilmesi kadın yoksulluğunu besleyen önemli unsurlar olarak dikkati çekmektedir. Ayrıca her ne kadar ataerkil yapıyı erozyona uğratsa da küreselleşme ve neo-liberal süreçlerle birlikte esnek üretim biçimlerinin yaygınlaşması ve enformal sektörlerdeki ucuz kadın emeğine yönelim, kadınların işgücü piyasasına katılımlarını hızlandırmış olmakla birlikte işgücü piyasasının ücret ve sosyal haklar bakımından çeşitlilik göstermesi ve kadınların genel olarak niteliksiz ve önemsiz işlerin oluşturduğu ikincil işgücü pazarında varlık göstermesine yol açmaktadır.
Dünya Ekonomik Forumunun, Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre, kadın erkek eşitsizliğinde Türkiye’nin 153 ülke arasında 130. sırada yer alması durumun vahametini ortaya koyuyor. Ayrıca DİSK-AR’ın Ocak 2021 İşsizlik ve İstihdam Görünümü Raporuna göre kadınların yüzde 92’sinin sendikasız, yüzde 25’nin ise güvencesiz işlerde çalışması ve kadın işsizlik oranının yüzde 40 seviyesine ulaşmış olması, yoksullukla kuşatılmış kadınların bu süreci tersine çevirmekte yaşayacağı zorlukları bir kez daha gözler önüne seriyor. Tüm bunlar gösteriyor ki Türkiye’de kadınların sorunlarını çözme konusunda hala zafiyet var.
Bu karamsar tabloya rağmen kadınlarımıza hak ettikleri güzellikleri yaşayabilmeleri ve yaşam haklarının elinden alınmayacağı günler diliyorum.
MCLANAHAN, S. S.& E. L. KELLY, (1999). The Feminization of Poverty: Past and future, In J.S.. Chafetz (Ed.), Handbook of the Sociology of Gender, New York: Kluwer Academic.
SEN,A. (2007). Poverty, eviland crime. http://content.undp.org/go/newsroom/2007/october/amartya-sen-poverty-evil-and-crime.es.

Anadolu Üniversitesi İ.İ.B.F ekonomi bölümünden 1993 yılında mezun olmuştur. Aynı üniversitede lisansüstü eğitim alarak 1999 yılında doktorasını tamamlamış, doçentliğini ise 2009’da makro ekonomi alanında almıştır. 2011 yılında Amerika Birleşik Devletleri İndiana Üniversitesi’nde Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet konusunda araştırmalarda bulunmuştur. 2014’de iktisat politikası alanında profesör olan Durusoy halen Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde kıdemli profesör olarak görev yapmaktadır. Uzmanlık alanı küreselleşme, ekonomi politikaları, kadın istihdamı ve ekonomik şiddet olan Durusoy’un çok sayıda kitap ve kitap bölümü, bilimsel makalesi, yurt dışı ve yurt içi kongre ve konferanları mevcuttur. Ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerin editörlüğü yanında bazı bilimsel dergilerin de yayın kurulu üyeliği ve bilimsel hakemliğini yapmaktadır. Elginkan Vakfı Eğitim Merkezi’nde Küreselleşme ve Küresel Rekabet konusunda çok defa eğitim vermiştir. Türk – Japon Kültür ve Dayanışma Derneği Başkan Yardımcılığı, Türkiye Ekonomi Kurumu, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, Kadın Gücü İnisiyatifi ve Bolu Mali Müsavirler Odası gibi birçok sivil toplum kuruluşunda üyeliği ve yönetim kurulu üyeliği bulunmaktadır. Bazı dijital platformlarda da yazılar yazan Durusoy uzun süredir müzik ve heykel sanatı ile de ilgilenmektedir.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top