‘KANUNLARIN RUHU’ KARŞISINDA ‘ZAMANIN RUHU’.

Bu hafta yazmak yerine bu sayfada önemli bir konuğu ağırlamak istedim. Charles-Louis de Secondat, baron de La Brède et de Montesquieu. Evet, ismi biraz uzun. Ama işte hepimizin kısaca bildiği ismiyle Montesquieu. Okuyacağınız bu metin, onun Kanunların Ruhu Üzerine adlı eserinden alıntılardan oluşuyor. Tembellik edip yazı yazmak yerine bütün bir sayfayı alıntılarla doldurduğumu düşünenler olabilir. Böyle düşünenlere cevabım ancak şu olur. “Yazılmışı var. Hem de 939 sayfalık tuğla gibi bir kitap. Tembellik etmeyip onu okuyalım. Bakalım ‘Kanunların Ruhu’ bugün yaşadığımız ‘zamanın ruhu’na ne kadar uyuyor?”

Montesquieu eserinin başında ‘üç farklı yönetim biçimi’nden bahsediyor: Cumhuriyet, monarşi ve istibdat (despotizm). Bu metin işte bu bölümden yapılmış alıntılardan ibarettir. Tüm alıntılar Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Berna Günen’in çevirisiyle yayımlanan baskıdan yapılmıştır. İyi okumalar ve iyi ruh çözümlemeleri dilerim.

1. CUMHURİYET:

Demokrasinin prensibi üzerine: Monarşik bir yönetim veya istibdat yönetiminin ayakta kalması için fazla dürüstlüğe gerek yoktur. İlkinde kanunların gücü, ikincisinde hükümdarların daima havada kalan eli her şeyi çözer veya zapt eder.

Oysa halkçı bir devlette, bundan başka bir mekanizma daha vardır, o da ERDEM’dir.

Söylediklerimin doğruluğu bizzat tarih tarafından tasdik edilmiştir ve eşyanın tabiatına son derece uygundur. Zira kanunları uygulatan kişinin kendini o kanunların üzerinde gördüğü monarşide, kanunları uygulatan kişinin, kendini o kanunlara tabi hissettiği, o kanunların ağırlığını omuzlarında taşıdığı halkçı yönetime kıyasla daha az erdeme ihtiyaç duyulacağı açıktır.

Yine açıktır ki, kötü tavsiyeler veya ihmal sonucu kanunları uygulatmayı bırakan hükümdar, sebep olduğu kötülüğü kolayca telafi edebilir. Tek yapması gereken danışmanlarını değiştirmek veya ihmalkârlıktan vazgeçmektir. Oysa halkçı bir yönetimde kanunların uygulanması durursa, bu durum ancak cumhuriyetin yozlaşmasından kaynaklanabileceği için devlet çoktan bitmiş demektir…

…Erdem ortadan kalktığında, hırs kendisini kabul etmeye hazır kalplere girerken, açgözlülük bütün kalplere girer. Arzular hedef değiştirir, eskiden sevilen şeyler artık sevilmez olur. İnsanlar eskiden kanunlarla özgürken, artık kanunlar karşısında özgür olmak isterler. Her vatandaş efendisinin evinden kaçmış köleye benzer. Eskiden anlayış denene artık sertlik, eskiden kural denene artık sıkıntı, eskiden ihtimam denene artık korku denmeye başlar. Bundan böyle sahip olma arzusu değil, tutumluluk açgözlülük olarak görülür. Eskiden şahısların malları devlet hazinesini oluştururken, bundan böyle devlet hazinesi şahısların mülkü haline gelir. Bir ganimet haline gelen cumhuriyetin gücü bundan böyle birkaç vatandaşın nüfuzu ile diğer herkesin başıbozukluğundan ibaret kalır…

2. MONARŞİ:
Erdem monarşik yönetim şeklinin prensibi değildir: Monarşilerde siyaset büyük işleri mümkün olduğu kadar az erdemle hayata geçirilir. Tıpkı en güzel aletlerde olduğu gibi, burada da maharet mümkün olduğu kadar az hareket, az kuvvet ve az çark kullanmaktır.

Devlet vatan sevgisinden, gerçek şan şöhret arzusundan, özveriden, en değerli menfaatlerin feda edilmesinden, eskilerde rastladığımız ve ancak bahsedildiğini duyduğumuz bütün o kahramanca erdemlerden bağımsız olarak ayakta durur.

Monarşilerde kanunlar bütün erdemlerin yerini tutar. Erdeme ihtiyaç hiçbir şekilde yoktur. Devlet sizi erdemli olmaktan muaf tutar. Monarşilerde, patırtı çıkarmayan bir eylem, bir bakıma önemsiz bir eylemdir…

…Prenslerin maiyetleri hakkında tüm zamanların tarihçilerinin söylediklerini okuyun, bütün ülkelerden insanların dalkavukların sefil karakterleri hakkında söylediklerini hatırlayın. Bunlar spekülasyon değil, acı bir tecrübeden çıkarılmış sonuçlardır.

Aylaklıktaki hırs, kibirdeki alçaklık, çalışmadan zengin olma arzusu, hakikate duyulan nefret, dalkavukluk, ihanet, kalleşlik, sözünü tutmama, vatandaşlık görevlerini küçük görme, prensin erdeminden endişe duyup zaaflarına bel bağlama ve bütün bunlardan öte, erdemi durmadan alaya alma, her yerde ve bütün dönemlerde çok sayıda dalkavuğun ayırt edici özelliğidir sanırım. Oysa devletin önde gelenlerinin çoğunun namussuz insanlar, bunlara tabi olanlarınsa iyi insanlar olması, birinciler kandırırken ikincilerin aptal yerine konmaya razı olması çok rahatsız edici bir durumdur…

Monarşik yönetim şeklinde erdemin yeri nasıl doldurulur: …Şayet bir mekanizma eksikse, başka bir mekanizma vardır: ONUR, yani her kişinin ve her mevkinin önyargıları, daha önce bahsettiğim siyasi erdemin yerini alır, her yerde bu siyasi erdemi temsil eder. Onur en güzel eylemlere esin kaynağı olabilir, kanunların gücüne eklenerek yönetim şeklini tıplı erdem gibi amacına ulaştırabilir.

Böylece, iyi düzenlenmiş monarşilerde, herkes aşağı yukarı iyi vatandaş olacak, iyi insana ise nadiren rastlanacaktır. Zira iyi insan olmak için, insanın iyi bir insan niyetinde olması ve devleti kendi menfaatinden ziyade o devletin kendi menfaati için sevmesi gerekir.

3. İSTİBDAT YÖNETİMİ:

Onur istibdat devletlerinin prensibi değildir: …Despot onura nasıl dayanır? Onur hayatı küçümsemeyi yüceltir; despot ise sırf hayatlara son verebildiği için güçlüdür. Onur despota nasıl dayanabilir? Onurun riayet edilen kuralları, değişmez kaprisleri vardır. Despotunsa hiçbir kuralı yoktur, kaprisleri diğer bütün kaprisleri yok eder.

İstibdat devletlerinde bilinmeyen, hatta çoğu zaman kelime dağarcığında karşılık dahi bulmayan onur, monarşilerde hüküm sürer…

İstibdat yönetiminin prensibi üzerine: Nasıl cumhuriyet yönetiminde erdem, monarşik yönetimde onur gerekirse, istibdat yönetiminde de KORKU şarttır. Bu tür yönetimlerde erdeme hiçbir şekilde gerek görülmediği gibi, onur da tehlikeli addedilir…

…İstibdat yönetiminde, hükümdar elini bir anlığına indirse, ön plandaki kişileri o saniye yok etmese, işte o zaman her şey biter. Zira bu tür yönetimlerin mekanizması olan korku ortadan kalktığında, halkın artık bir koruyucusu kalmamış demektir…

Halkın kanunlara göre, önde gelenlerinse hükümdarın keyfine göre yargılanması gerekir. Uyrukların en önemsizinin canı güvende, paşaların canı daima tehdit altında olmalıdır. Bu canavarca yönetimlerden ürpermeksizin bahsedilemez…

Montesquieu ‘Kanunların Ruhu’nu anlamak ve anlatmak için söylüyor bunları. Biz de bugün yaşadıklarımızı ve ‘zamanın bize diretilen ruhu’nu, anlamak istiyorsak, onun yazdıkları üzerine biraz olsun düşünmemiz sanırım yeterli olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi