KARGA FERAMUZ’UN AŞKI CEVRİYE HANIM

Günışığı Kitaplığı edebiyatın usta kalemlerini gençlerle buluşturmak için Köprü Kitaplar serisi yayınlıyor. Türk edebiyatında büyülü gerçekliğin usta kalemi Nazlı Eray’ın ‘Karga Feramuz’un Aşkı’ kitabı bu seride yayınlanan eserlerden biri. Seksen yaşındaki Karga Feramuz büyük bir köşkün bahçesindeki ceviz ağacında yaşar. Bir gün Feramuz’un anı defteri ağaçtan düşer, defteri Cevriye Hanım’ın torunu Nazlı bulur. Eski defterin ilk sayfasında “Anılarım… Hayatımdaki Olaylar ve Acılar” yazısının altında karganın imzası vardır: “Feramuz”. Karga Feramuz’un aşık olduğu kadın Nazlı’nın babaannesi Cevriye Hanım’dan başkası değildir. Bir karganın insana duyduğu aşkı felsefi derinlikle anlatan Nazlı Eray, okuyucuyu kitapta anlattığı Nazlı karakterinin büyülü dünyasına yolculuğa çıkarıyor. Arkeoloji Müzesi’nde konuşan heykeller, aryalar söyleyen büstler, Firavun’un iskeleti, güzeller güzeli Venüs, İskender Lahdi ve lahdin kabartmalarında Büyük İskender’in ölümüne ağlayan kadınlar, Agrippina, Neolitik Çağ’dan bugüne gelen mağara adamı Ateş, Eski Mısır Tanrısı Amon Ra ve Kutsal Apis Öküzü ve daha niceleri… Nazlı Eray’ın derin, uçsuz bucaksız hayal dünyasına dalıyoruz ve kitap hiç bitsin istemiyoruz. Bu hafta Ayraç’ta Nazlı Eray var. Eray’la hayal dünyasını, yazım sürecini ve Karga Feramuz’un hikayesini konuştuk.

Kitaplarınız için büyülü gerçekçilik tanımı yapılıyor. Önce isterseniz bu kavramı anlamaya çalışalım. Nedir büyülü gerçekçilik?

Büyülü gerçekçiliği yaşıyorum. Gözümdeki bir prizma o. 16 yaşımdan beri veya daha önceden beri hayata, dünyaya bakışım bu. Hayatım harikulade, çocukluğum muhteşemdi diye düşünüyorum. Geçen gün arkadaşlarımla sohbet ederken fark ettim ki aslında bizi o kadar çok zorlayan, o kadar çok acılı şeyler yaşamışız ki… Ameliyatlar, hastaneler, çırpınışlar, mücadeleler, istediğini elde edememek, duygulu biri olduğun için kırılmalar, şehirleri terk edişlerim, annenden uzak 35 yılı bir başka şehirde yaşamak… Oysa annem hayatımın en büyük figürüydü. Bir yazarın içindeki fırtınalar, sürüklendiği yerler aslında. İstediğin şeyi 16 yaşında yakalamışsın, herkesin istediği şey senin olmuş. Zor bir hayat fakat problemler oluyor, onları çözüyorsun. Harikulade diyorum, bir peri masalında gibi yaşıyorum diyorum. Büyülü gerçekçilik bu işte.

“ÇOK MUTLU BİR ÇOCUKTUM”

Normalde de yaşama böyle mi bakarsınız?

Yaşadıklarımı roman olarak yazmayı da düşündüm. O kadar zorluklarla doluydu ki hayatım. Bağırsak düğümlenmesi ameliyatı oldum. O zamanlar görüntüleme yok, anlaşılamıyor, başka şeyler, problemler… Çok mutlu bir çocuktum, kendi kendini oyalayabilen, mutlu bir çocuk. Bütün pencereleri, ışıkları açan bir çocuk. Hiç öfkelenmem, hatta tepkisiz kalırım. Kavga yapmam ama içimde ordular çarpışır, fırtınalar olur, gemiler batar, tahtalar çatırdar, yıldırımlar düşer. Sakin kalmak benim en büyük silahım. Kendi içime kaçarım, orada başka yollar var, o yollarda yürürüm, hep gecedir, gökyüzünde ay vardır, sakinleşirim. Hep susarım.

“SABIRLI OLMAYI BABAANNEMDEN ÖĞRENDİM”

Bu aslında daha zor değil mi?

Bu çok zor bir şey. Bir şeyi bilip de onu söylememek, kendine saklamak, birtakım şeyleri dünyayı bozmamak için susmak. Sonra yavaş yavaş onu hazmedip öğütüyorsun. Böyle şeyler yaparım. Sakin, neşeli ve mutlu… Bunlar da büyülü gerçekçiliğin bana getirdiği şeyler.

Yaşama olumlu bakışınızda ailenizin etkisi nedir?

Babaannem sabırlı bir kadındı. Onun bana getirdiği şeyler. Sabır taşı gibiydi, ben de öyleyim. Gece masalları, o köşk, selvi ağacı, babaannem Cevriye Hanım… Bir gece babaannemin koynunda yatıyorum. Üstümüze bir ışık düştü. Babaannem dindar bir Osmanlı hanımefendisi. “Nazlı evladım üstümüze nur düştü” dedi. Müthiş bir şey. Babaannemle heyecandan titriyoruz nur düştü üstümüze diye. Hayatımın en tuhaf anı. Üstümüze nur inmiş, yaşım beş veya altı. Sonra sokağa lamba takılmış olduğunu gördük. Babaannemin de hayal dünyası çok zengindi.

Kitabınızda anlattığınız Karga Feramuz’un aşık olduğu kadın babaanneniz.

Kitaptaki kadın babaannem. Köşkten çıkmazdı, bütün hayatı bahçesi, kapının yanına diktiği mor menekşeler. Aşağıda taşlıktaki mutfakta pişen puf börekleri… Onları yemem, Kedi Zertop. Aslında adının anlamı altın topmuş.  Sonra merdiven altındaki karanlık yer. Kahveler, şekerler, unlar, mercimek… “Babaanne bunlar niye eksilmiyor?” derdim. “Hızır onları dolduruyor Nazlı” demişti.

Bu anlattığınız ‘Naz ve Köşkteki Vampir’ kitabınızda var.

Evet. Babaannem bunu söyledikten sonra köşeye çömelip Hızır gelsin de Hızır’ı göreyim diye bekledim. Köşk Kalamış’ın arkasında. Şimdi yerinde bir apartman var. Yine oradaki ağaçta bir karga duruyor, çocukluğumdaki aynı karga sanırım.

“UÇAN ADAM; MÖSYÖ HRİSTO’YU YAZDIĞIMDA

NE HARRY POTTER NE CEP TELEFONU VARDI”

Büyük ses getiren ilk öykünüz Mösyö Hristo’yu 16 yaşında yazıyorsunuz.

Mösyö Hristo’nun öyküsü pek çok dile de çevriliyor. Ne hissetmiştiniz? Bugünden bakınca hikayede değiştirmek istediğiniz bir yer olur muydu?

Mösyö Hristo bir yapıtaşı olmuş. Yirmi dile çevrildi. İngilizce, Fransızca, Almanca, Hinçte, Lapça, Fince, Arapça… 16 yaşındaki öğrenci Nazlı’nın yazdığı gibi. Şişhane Yokuşu’nda Tepebaşı’nda Saadet Apartmanı’nda yarı karanlık odamda bir öğlen zamanı A4 kağıda yazdığımı hatırlıyorum. Mösyö Hristo oturduğumuz evin yaşlı kapıcısıydı. Oturduğumuz evin karşısındaki açık hava sinemasına gittik birlikte. ‘Avaromu’ filmini izledik. O da büyülü gerçekçi bir filmdi. Birdenbire 65, 70 yaşındaki Hristo’yla 15 yaşındaki Nazlı aynı yaşta olmuştu. Adam çocuklaşmış, ben büyümüştüm. Filmden çıkınca herkes avareyim diye İstiklal Caddesi’ne yürüyordu. Biz de bağırarak yürüdük. Mösyö Hristo’da bir bunalım hissetmişimdir. Şişhane Yokuşu’ndaki Saadet Apartmanı’nın kapıcısı bir güvercin olup uçtu. Bu bir özgürlük isteğiydi. Bu hikaye yazıldığında ne Harry Potter ne Yüzüklerin Efendisi ne örümcek adam ne cep telefonu ne televizyon vardı. Köşede bakalit telefon, üstünde bir dantel örtü… Dünya Şişhane Yokuşu, aşık olduğum Frej Apartmanı, gece vakti karın yağışı, onu seyredişim ve kar yağarken küçücük cüceler, periler, ateş topları, yıldızlar düşüyor, savuruluyor Tozkoparan’dan aşağı. Bunlar büyülü gerçekçilik. Oysa sadece kar yağıyordu.

Mösyö Hristo’nun hikayesini edebiyat kulübünün kapısının altından atmıştım. Eve döndüm, birden bana deli derlerse diye düşündüm, adam uçuyor. Okuldan aradılar, beni çağırdılar. Hocalar iki sıra olmuş, büyük öğrenciler de var. Beni karşılayıp tebrik ettiler. Beni baş köşeye oturttular. Hayatımda ilk defa yazar olmanın ne demek olduğunu anladım.

Tekrar Karga Feramuz’a dönecek olursak. Nedir bu karganın sırrı?

Karga bilge, olgun, hayatı olduğu gibi kabul ediyor. İnsan olmadığı için o kadına olan aşkını söyleyemeyeceğini kabul ediyor. Cevriye Hanım’ın torunu Nazlı’yı seviyor. Onu korumak için uzun bir yol uçmayı göze alıyor. Nazlı’nın Arkeoloji Müzesi’ndeki serüvenlerine dahil oluyor.

“MİTOLOJİ BÜYÜLÜ BİR ŞEY”

Mitolojiye ilginiz olduğunu biliyorum. Mitolojiyle ne zaman ilgilenmeye başladınız?

13 yaşımdan beri sürekli mitoloji okuyorum. İlyada ve Odysseia’yi çok genç yaşta okudum. Olimpos’ta tanrılar, tanrılar arası dedikodular… Onlar da büyülü gerçekçi. Mitoloji büyülü bir şey.

Peki mitoloji okumamız bize ne sağlar?

İlyada ve Odysseia Shakespeare kadar mühim, okuyucuya görüş ve genişlik sağlar. Çocuklar Hamlet’i okusa bir şey anlamaz ama ileride bir genç Macbeth veya Hamlet’i okuduğunda hayatı genişler. İlyada ve Odysseia okumak da böyle bir şey. Geniş daireler şeklinde insanın görüş ve vizyonu açılır. Victor Hugo da böyledir. Don Quijote de… Çocukların okumalarına dahil edilmelidir.

Yazım sürecinizi merak ediyorum. Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?

Kısa sürede yazarım, dolma sürecim uzun sürer. Kafamda bir kurgu olmuyor. Bütün her şey ilk satırın altında. 72-73 kitabım var. İlk satır oluşurken çocuk doğumuna benzer… Nar gibi saçılıyor. Defterler, kalemler almaya başlarım. Deftere çok meraklıyımdır, onlara yazarım. İlk cümleyi yanlış yazarsam defter bozulur. O ilk cümlenin sancısı olur ve sonra birdenbire akmaya başlar.

“SÜRATLİ, BİR NEHİR GİBİ YAZARIM”

Kitaplarınızı bilgisayarda yazmıyor musunuz?

Deftere yazarım hiç araya elektronik bir şey sokmam. Edit edilmiyor, dokunulmuyor. Onu ben de edit edemiyorum. Günlük bir çalışma düzenim var. Süratli, bir nehir gibi yazarım. Kalabalıklarda yazarım, etrafımda insan olsun isterim. Hayatımda hiç yazı masam olmadı, hep kafelerde, çay bahçelerinde veya yatağımın üstünde yazdım. Ritüellerim yoktur.

“YAZARKEN BİTMESİNİ İSTEMİYORUM”

Kitabı okuyunca Arkeoloji Müzesi’ne yeniden gitmek, İskender’in Lahdi’ni, Venüs heykelini yeniden görmek istedim. Kitabın son anına kadar bu heyecan, keşif sürüyor. Okurken kitap bitsin istemedim. Siz de yazarken aynı şeyi hissediyor musunuz?

Yazarken ben de bitmesini istemiyorum. Sizinle bu röportajı yaparken bile yaşıyorum.

Ben yaşadığım için okurlarım da okurken yaşıyor. Fantastik gibi değil büyülü gerçek bu. Ben yaşadığım için okura iz düşümü yansıyor. Hayatımı böyle çoğaltıyorum. Benim duygularımı, başkalarının gözlerinde gördüğüm sürece sonsuz bir buğday tarlasındayım. ‘Sonsuzun Çocuğuyum’ diye bir kitap da yazmıştım.

Siz neler okuyorsunuz?

Pessoa’nun kitapları baş ucumda. Dino Buzzati okurum.  Polisiye de okurum, her şeyi okurum aslında. Amerikan yakın tarihi çok okurum. Kennedy suikastı beni büyüler. Başkanın vurulması, 50 yıllık suskunluk. Kitabım da var; ‘Ölüm Limuzini’ diye.  

“ANNEM ÇOK OKUYAN, YEDİ DİL BİLEN BİR KADINDI”

Yaşamınızda annenizin rolü nedir?

Annem bana çok kitap aldı. Çok okuyan, yedi dil bilen bir kadın.  Taptığım bir insan. Ne tuhaf bütün hayatımı ondan uzak geçirdim. Çok özgür ruhlu bir çocuktum. 18 yaşında gece trene binip anneannemin yanına gittim. Bir gece için gidiyorum dedim, 30 yıl kaldım. Oradan da dünyanın her yerine gittim. Belki baskı yapacaklar gibi bir his gelmiştir. Annem çok üzüldü. Rüya gibi bir kadın, babamın koruması altında hemen trene atlayıp gelemiyor. Hep döneceğimi zannetti. Hazindir aslında İstanbul’dan uzaklaştım. Yıllar sonra İstanbul’a gittiğimde sevdiğim insanların çoğu ölmüştü. Geç kalmıştım, çok üzüldüm.

Siz “Mösyö Hristo’yu yazarken uçan adamlar henüz yoktu” dediniz. Şimdi uçan, kaçan, bir anda yok olan, örümceğe dönen karakterler var. Takip ediyor musunuz? Örneğin Harry Potter’ı sevdiniz mi?

Harry Potter’da fazla dini öğeler var. Büyü yapan insanlar, cadılar… Gerçekçi bulmuyorum ama çocukları çok yakaladı. Rowling’in büyükler için yazdığı kitabı okudum, kitap berbat, yazamamış. Demek onun da öyle bir çocuk dünyası var.

ÇOK SATANLAR

1. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

2. Hayat Hanım, Ahmet Altan

3. Sahte Sultan, Mahfi Eğilmez

4. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer

5. Taksii, Ayşe Kulin

HAFTANIN KİTAPLARI

ÖLÜLERLE UZLAŞMAK

Margaret Atwood

Doğan Kitap

Yazar kimdir, ne için yazar, kimin için yazar, onun Sevgili Okur’u kimdir? Yazmak ile yazar olmak aynı şey midir? Margaret Atwood, Odysseus’tan Doktor Jekyll ve Bay Hyde’a kadar insanlığın bütün karakterlerini, bütün öykülerini doldurduğu ‘Kendine Ait Odasında’ bütün bu soruların yanıtlarını arıyor. Doğan Kitap’tan çıkan ‘Ölülerle Uzlaşmak’ bir yazarın yazmak üstüne düşünceleri.

KENDİNE AİT BİR ODA

Virginia Woolf

Can Yayınları

Margaret Atwood kendine ait odasında oturup yazınca Virginia Woolf’un ‘Kendine Ait Bir Oda’ kitabını anımsamadan olmaz. Neden kadınlar değil de erkekler her yerde söz sahibi olmak zorundaymış? Woolf eli kalem tutan tüm kadınlara seslendiği bu metinde kadının toplumdaki yerini ve kişisel değerini tartışıyor. Shakespeare’e kendisi kadar yetenekli bir kız kardeş yaratarak onun döneminde mahkûm edileceği sessizliği hayal ediyor ve bir özgürlük reçetesi yazıyor: Her kadının yazmaya oturabileceği kendine ait bir odası olmalı! Kitap kültür dünyasının kapılarını yumruklayan bir manifesto.

GÖĞÜ DELEN ADAM

Erich Scheurmann

Çeviren: Levent Tayla

Ayrıntı Yayınları

Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse ‘göğü delen’ anlamına gelir. Samoa’ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip geçmişti. Refik Durbaş, bu kitap için “Teknolojinin günlük yaşamımıza getirdiği açmazlar her gün dünyamızda yeni handikap’ların kapılarını aralamıyor mu? Göğü Delen Adam uygarlığımızın bu karmaşasında yönelttiği okların hedefini bulması açısından önemli” diyor.

AĞAÇTAKİ KIZ

Şebnem İşigüzel

İletişim Yayınları

Şebnem İşigüzel ‘Ağaçtaki Kız’ kitabında genç kahramanına, bir ülkeye, coğrafyaya, nesillere ses oluyor. Ağaçtaki kız anlatıyor. İki hasta gencin hikayesini okuyoruz. Dasdas’tan İlksen Başarır kitabı tiyatroya da uyarladı. Kitabı okuyup oyunu izlemenin keyfi bir başka. O nedenle ‘Ağaçtaki Kız’ haftanın kitaplarında listede.

KİTAP KURTLARI NE OKUSUN?

İNCİ’NİN KİTABI

Göknil Özkök

Can Çocuk

Öyküleriyle ve biyografileriyle sevilen Göknil Özkök’ün yazdığı, hayalle gerçeği buluşturan ‘İnci’nin Kitabı’ klasik müzik bestecimiz Ahmed Adnan Saygun’a ve onun yaşamına adanmış bir eser. Türk müzik tarihinde Türk Beşleri olarak anılan bestecilerimizden Adnan Saygun’un ölümünün 31.yıldönümünde, Göknil Özkök’ün kitabını ekliyoruz listeye. Kitabın resimleri Başak İşbilir’ ait.

BÜYÜCÜNÜN ŞAPKASI

Tove Jansson

Dinozor Çocuk

Bu kitapta anlatılan “tamamen gerçek” öykü, bir ilkbahar ayının başında başlar, ağustos sonunda biter. Otoritelere göre iyi bir öykü ilkbahar aylarının ortalarında başlamalı, haziran başında bitmelidir. Oysa Mumi Vadisi sakinlerinin öyküleri biraz uzundur çünkü onlar uzun bir kış uykusundan maceraya susamış olarak uyanırlar. Kahramanlarımızın buldukları büyücünün şapkası, Mumi Vadisi'ndeki hayatı bütünüyle değiştirir. Kitap Dinozor Çocuk Yayınları’ndan çıktı.

KAHKAHA KEKİ

Çiğdem Sezer

Resimleyen: Sadi Güran

Günışığı Kitaplığı

Çiğdem Sezer, yeni şiir kitabında çocuksu hayalleri, sevinç ve dilekleri dillendiriyor. Evden sokağa, gökyüzünden kuşlara, ağaçlardan sözcüklerin kalbine uzanan şiirler, çocuklara ilham veriyor. Şiirler yaşamın çeşitli anlarına muzip ve sevecen bir yaklaşımla dokunuyor. Kitap Günışığı Yayınları etiketiyle raflarda.

DOĞRULUK PERİSİ

Matt Heig

Çeviren: Hazel Bilgen

Yapı Kredi Yayınları

Şimdi her neredeyse, o gün günlerden neyse, onun diyeceği bellidir, hadi dinleyin siz de.
Nasıl ki kediler miyavlar, inekler möler, Doğruluk Perisi de işte sadece doğruları söyler. Tabii bu doğrular, Doğruluk Perisi’nin başına bazı dertler açar. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Doğruluk Perisi’ kitabında çok özel bir perinin kendini kabulleniş hikâyesini okuyacaksınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi