Bahattin Yücel

Bahattin Yücel

Katar gezisi ve Türkiye’nin gerçek sorunları

Katar Emirinin ailesinin bölgedeki geçmişli hayli eskilere uzanır. Mondros’a kadar İstanbul’a resmen bağlı, kaymakam rütbesinde yöneticilik yapan aile üyelerinin, komşu emirlerden farkları Osmanlı’dan yana tavır almalarıdır. Sani ailesinin Balkan Savaşı sırasında İstanbul’a 25 bin rupi nakdi yardım gönderdikleri de biliniyor.

Son Osmanlı sadrazamlarından Mahmut Şevket Paşa bir öğleden sonra yaverine, Büyük Kulüpte -Cercle D’Orient- briçe gideceğini, oyun sırasında katiyen rahatsız edilmek istemediğini söyler. Bir süre sonra yaverin elinde bir telgrafla gelmesi üzerine hiddetlenir. Uzatılan telgrafa kısa bir göz atar ve “Ben size önemli bir şey olmadıkça rahatsız etmeyin demedim mi” diyerek çıkışır. Masada kendisini merakla izleyen oyun arkadaşlarına, “Şu İngilizlerde hiç akıl yok, asker çıkaracaklarmış. Ne işleri var bu çöl parçasında” dediği yer Katar’dır.

Coğrafi konumu yanında sahip olduğu yeraltı kaynakları ile ilgi çeken küçük ama zengin bir ülke bugün. 2.Dünya Savaşı sonrasında ABD sermayesinin ilgi alanına girmedi. İngiltere’nin nüfuz bölgesinde kaldı. Son yıllarda İran’a karşı yapılanan ABD askeri varlığına üs vererek katkıda bulundu. Türkiye ile ilişkileri de BOP kapsamında ve bu yörüngede seyrediyor.

İki gün boyunca Cumhurbaşkanının resmi ziyareti ile Türkiye’nin gündeminde Katar. Dışişleri Bakanına, “Ekonomik açıdan zor durumda olduğunuz için yardım istemeye mi geldiniz” sorusunun sorulduğu yer.

Katar’ı burada bırakalım. Cumhurbaşkanının gezisini ilgi çekici hale getiren nedenlere bakalım.

AKP’nin yandaşlara sunduğu müteahhitlik hizmetleri dışında, her alanda olduğu gibi ekonomide de ülkeyi soktuğu çıkmaz, giderek içinden çıkılamaz hale geliyor. İçerikleri kamuoyuna açıklanmayan, neyin karşılığında sağlanacağı bilinmeyen sözleşmelerle elde edilecek kaynakların da yaşadığımız bu krizi aşmakta yetersiz kalacağını, şimdiden kayda geçmek kehanet sayılmaz.

Sorun temelde ekonominin yapısal nedenlerinden kaynaklanıyor.

Kuşkusuz yolsuzluklar, kayırmacılık, yandaş şirketler üzerinden kaynak aktarımları, şişirilmiş kamu kadroları, türedi vakıflara sağlanan ayrıcalıklar, krizin derinleşmesinde önemli etkenler. Ama gelin görün ki, yukarıda sayılanları önleyecek mekanizmalar tasarlanmadıkça, sıranın kendilerine geleceğini sanan muhalefet partilerinin, iktidara geldiklerinde amaçladıkları başarıya ulaşmaları çok güç.

Oysa muhalefetin elinde Türkiye’yi sağlıklı büyütecek altın bir fırsat var. AKP’nin popülist politikalarını uyarlamak yerine, gerçeği seçmenleriyle paylaşmak. Kısaca ortaya cesaretle çıkıp, “kral çıplak” demek.

Türkiye 2002 yılından bu yana üretim kapasitesi sürekli küçültülen, ithalatı dış kaynakla finanse ederek, hormonlu büyüyen bir ekonomi politikasının iflasa sürüklediği ülke konumunda. AKP’nin başarı diyerek sahiplendiği bu politikanın sonucu yaşadığımız bu krizin boyutlarının nerelere kadar uzanacağı ise belirsiz.

Tarım dahil üretimden koparak, ithalatla mali dengelerini ayakta tutmaya çalışan, salt inşaatla ekonomisinin büyüdüğünü sanan bir iktidara karşı, muhalefetin muhafazakar seçmeni kazanmak amacıyla, AKP’ye benzemeye çalışmasını anlamak çok güç.

Üstelik giderek yoksullaşan, temel ihtiyaç maddelerini bulmakta zorlanan dar gelirlilere, son kur artışlarıyla orta gelir grubu da eklenirken, muhalefetin yüzeysel bir takım vaatlerle çözüm bulması ancak bir mucize ile gerçekleşebilir.
Gündemin sıcak konuları arasında yer alan, asgari ücretlilerden alınan vergiler konusunda muhalefet ile iktidarı farklılaştıran bir çözüm önerisi var mı? Çalışan 20 milyonluk nüfusun, yaklaşık yarısının -%48- asgari ücret ve altında geliri olan bir ülkede, enflasyon yüzde ellileri geçerken, hala vergi tartışması yapılması ne kadar saçma.

Muhalefet; öncelikle ülkede kara para egemenliği dahil işlerin kötüye gitmesinin en büyük nedeni olan, bu haksız ve adaletsiz vergi sistemini değiştireceğini seçmenleriyle paylaşmadan inandırıcı olamaz. Zengin ile yoksul farkı gözetmeksizin, herkesten aynı ölçüde alınan dolaylı vergileri sürekli arttırmak yerine, kazanca göre vergi alınacak bir sistemi savunmak, muhalefetin gündeminde henüz yer almıyor.

Başlarda kamu maliyesinin gelirlerini azaltacağı varsayılan bu yöntem, ekonomiyi kayıt altına alacağı için vergi gelirleri korkulandan çok daha kısa sürede, istenen düzeye yükselecektir.

Türkiye’de demokratikleşmenin ve hukuksuzluğun başlıca nedeni olan, her konuda Ankara’da karar verilmesi yerine yönetimin yerelleşmesi, eğitimden sağlığa kadar yerel yönetimlere aşamalı yetki devri neden muhalefetin gündeminde yer almaz?

Yetkileri sınırlanırken koltuk sayısı artırılan parlamentonun, ülkenin her yerinde eşit sayıda oy alanın milletvekili seçilmesini sağlayacak bir seçim yasası ile oluşturulması neden tartışılmaz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bahattin Yücel Arşivi