Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

KENDİMİ SEVERSEM ÖMRÜM UZAR MI?

… kısacası ölümden sonraki yaşamı bilemediğimizden, kalan zamanımızı yapamadıklarımızı düşünerek, nedamet duyarak, sürekli kendimizi eleştirerek kaygı içinde geçiriyoruz. Belki, kendimizi sert eleştirilerimize boğmaktan biraz vazgeçebilirsek hayatı daha fazla yaşayabiliriz.

Kendini sevmek, ruhsal yapının bir parçası olarak ele alınmadığında derinliğine inilemeyen bir ifade.

Belirsizlikle başa çıkabilmek ve bilmediğimiz boşluğu anlamlandırabilmek için çağlar boyunca ölümden sonraki yaşam hakkında çeşitli inanışlar geliştirdik. Bazılarımız bir meleğin geleceğine inandı, bazılarımız nehrin üzerindeki kayıklarla ruhlar bölgesine doğru seyahat edeceğine. Kimilerimiz beyaz bir ışığı bekledi, kimilerimiz reenkarnasyonla yeniden doğacağını düşündü. Ölümlü bedene hapsolmuş bilinçler için ölüm bir son olmamalı arzusu oldukça kuvvetli olmalı ki ölümden sonraki yaşam hakkında asırlardır düşünüyor, adaklar adıyor, dualar ediyoruz. Ölümden sonra yaşam olup olmadığı hususunda endişeliyiz. Zaman yetmeyecekmiş gibi hissediyor, yapamadıklarımız için kendimizle savaşıyor, eksiklerimiz için suçlu hissediyor, doyurulamamış arzularımız için pişmanlık duyuyor, başaramadıklarımız için acı çekiyoruz; kısacası ölümden sonraki yaşamı bilemediğimizden, kalan zamanımızı yapamadıklarımızı düşünerek, nedamet duyarak, sürekli kendimizi eleştirerek kaygı içinde geçiriyoruz. Belki, kendimizi sert eleştirilerimize boğmaktan biraz vazgeçebilirsek, ölmeden önce daha hayatı daha fazla yaşayabiliriz.

Kendine Saygı

Kendimizden yeterince hoşnut muyuz? Erken bir soru olabilir; belki de önce sormamız gereken “Kendimize saygı duyuyor muyuz?” olmalı. En derinlerde nasıl görüyoruz kendimizi? Kendimizi nasıl gördüğümüz, kendimize ne kadar güvendiğimiz ve kendimizi ne kadar sevdiğimiz belirliyor kendimize saygımızı. Kendimize duyduğumuz saygı yaşamda bize süre kazandırıyor; bizi pişmanlıkların boğuculuğundan, suçlama ve suçluluğun kördüğüm iplerinden veya başkalarının yüce kendimizin aşağı olduğu illüzyondan kurtarıyor. Kendimize duyduğumuz saygı, yaşamın karşımıza çıkardığı büyük ya da küçük her türlü zorluk veya kolaylıkta gündelik yaşamı nasıl sırtlanacağımızı şekillendiriyor. Kısacası, kendine saygı hayatın kim için yaşanacağına tesir ediyor: mutlu etmek istediğimiz bir başkası için mi, kendimiz için mi?

Çoğu zaman başkasının bizim hakkında ne düşüneceğinin değeri (elalem ne der) kendimizin ne istiyor olduğunun önünde daha yüksek öneme sahip. Kendimiz olma cesareti gösteremediğimizde, yaşamımızı başkalarının uğruna harcamış gibi hissediyoruz. Ötekinin onayını almaya, takdirini kazanmaya çalışarak yahut yol göstermesini bekleyerek geçiyor yaşlarımız. Geleceği dair kişisel tasarımlar yapamıyor, ideallerimizi gerçekleştirmek için ayrışamıyoruz.

Kendini Görmek

Kendini görme biçimi, kişinin kendisinde bulunduğuna inandığı nitelikler, beceriler, kusurlar ve sınırlarla şekillenir; özneldir. Kendimize saygı duymanın temellerinden birini oluşturan kendimizi nasıl gördüğümüz bilgisini içinde olduğumuz aileden alır, büyüdüğümüz çevrede yetiştir ve farkında olmadan kendimize, kendimize ait olmayan gözlerle bakmayı öğreniriz. Ancak kendi yapamadıklarının misyonunu çocuklarına yükleyen, çocuğun kendi sözü olmasına izin vermeyen ya da çocukları için en iyisini bilen ebeveynler -bilinçli ya da bilinçsiz- çocuklarının kendilerini nasıl göreceklerini belirliyorlar. Bir çocuğun endişelerini ve kuşkularını duymamak, seçimlerine saygı göstermemek, çocuğun kendini kısmen görebilmesine, yaşamını izleyici rolünden geçirmeyi tercih etmesine; dolayısıyla kendini gerçekleştirmek yerine başkasının geçtiği adımları takip etmeye ve genellikle birine bağımlı hissetmesine neden oluyor. Bu çocuklar, kendilerine saygı hususunda oldukça kırılgan hale gelebiliyor, her konuda alıngan bir tutum sergileyebiliyor ve başarısız olma düşüncesinin huzursuzluğuyla kendilerine güvenlerini kaybedebiliyorlar.

Kendine Güvenmek

Kendine güvenmek, kendine saygı değildir. Kendine güven, kendine saygının bir diğer temel direğidir. Kişinin bir amaç söz konusu olduğunda, yeni veya beklenmedik durumda nasıl davrandığı, gündelik başarılar kadar başarısızlıkları nasıl göğüslediği, dengesi bozulduğunda nasıl toparladığı, sınırları koruyuşu ya da ihlal edişi kendine güvenin anlaşılması için emareler barındırır. Kendine güven, gündelik başarılara ihtiyaç duysa da büyük ölçüde ailede ve okulda köklenir. Çocuklar erken dönemde hatalardan ders çıkartmayı ve yeniden denemeyi öğrenebildikleri gibi denediklerinin sonucunda bir daha herhangi bir şey yapmamayı, her konuda kendini beceriksiz kabul etmeyi de öğrenebilirler. Çocuğa doğruları ve hataları karşısında söz ya da eylemle nasıl davranıldığı çocuğun kendine güven duygusunun; yani kendine olan saygısının temel direklerini nasıl inşa edeceğini belirler. Kendini görme biçiminin, kendine güvenin ve kendini sevmenin kökleri, tohuma benzediğimiz zamanlara kadar iner.

Kendini Sevmek

Gündelik başarılarımız kendimize güvenmemiz, güçlü hissetmemiz ve psikolojik sağlamlığımız için zikıymet olsa da kendini sevmek başarı ve başarısızlıklardan, kusurlardan, yaralardan, eksikliklerden veya yetersizliklerden bağımsızdır. “Koşulsuz” sevmenin sevmek dışında başka hiçbir etkenle ilgisi yoktur. Kendimizi sevmek, kendimize saygı duymanın üçüncü ve en mühim unsudur.

Kendini sev! Söylemesi kolay: kendini seversen her şey yoluna girer, önce sen kendini seveceksin ki başkası seni sevsin...! Yanlış değil söylenenler ancak söylendiği kadar basit de değil. Kendimizi sevmek güç olabilir; zira, yaşamımızdaki en acımasız eleştirmen kendimiziz. Sağlıklı bir özeleştiri kendisini değersizleştiren nitelikler değil, yapıcı özellikler barındırır. Ancak özsaygımız düşük olduğunda kendimizi adil yargılamadan infaza götürürüz. Kendimizi sev(e)medikçe özsaygımız düşer. Kırılması zor bir döngünün içinde bazen kendimizi iyi hissedebilmek için diğer insanları yargılayıp, onları değersizleştirerek biraz daha kıymetli hissetmeye çalışabiliriz. Halbuki, kendini sevebilen ve kendine sağlıklı bakabilen kişilerin iyi hissedebilmeleri için diğerlerinin kusurlarını aramaya ya da başkalarını küçük görmeye ihtiyaçları yoktur; zaten kendilerine olumlu duygular besleyebildiklerinden kendileriyle birlikte başkalarının da uyumsuz gelen yanlarını sevebilirler.

Kendimizi sevme yetimiz yeterince gelişmediğinde kendimize gösterilen olumlu ilgiyi ya da beğeniyi hak etmediğimiz algısına sahip olabilir; elde ettiğimiz başarılarda kendi rolümüzü azımsayabilir, hatta iltifat, ilgi ya da övgü almayı rahatsız edici bulabiliriz. Olumsuz eleştiri almak ise bize sevilmeyeceğimizi, dışlanacağımızı hissettireceğinden eleştiri kabul etmekte de zorlanabiliriz. Sırf başkaları tarafından sevildiğimizi hissedebilmek adına diğerlerine bağımlı hale gelmemiz kaçınılmazdır.

Kendini sevmek, ruhsal yapının bir parçası olarak ele alınmadığında derinliğine inilemeyen bir ifade. Aynaya baktığında kendini beğenmek, sosyal medya mecraları öz çekimlerle doldurmak ya da iyi şeyler yaşandığında anlık iyi hissediyor olmak kendini sevmekle eşdeğer değil. Kendini sevmek, güzel olduğunu bilmek, bundan hoşnut olmak, güzelliği hissettirildiğinde memnun olmayı barındırır; fakat kişisel özelliklerinden dolayı üstün hissetmek, fazlasını hak ettiğini düşünmek ya da kendine hayranlık değildir. Kendini sevmek, kendimizi sevmek için hiçbir koşul (beğenilmek, övülmek, ilgi görmek, başarılı olmak vb.) aramamaktır. Kendimizi sevebilmek, kendimizi, kendimize karşı haksız yergilerden, yargısız infazlardan korur. Hülasa, kendimizi sevdikçe ve kendimize saygı duydukça yaşamaya zamanımız kalır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi