KENDİMLE EN ÇOK MÜCADELE ETTİĞİM ROMAN

Kitaplarında insan psikolojisini yarattığı karakterlerle derinden işleyen Irmak Zileli’nin son kitabı ‘Bende Ölen Sensin’ yayımlandı. Yazar bu sefer erkeklik olgusuna dikkat çekiyor. Toplumsal olarak erkeklik nasıl inşa ediliyor? Kadınları ezen eril dil, erkeklere ne yapıyor? Zileli aynayı erkeklere tutuyor. Kitabında yarattığı Volkan karakterinin çocukluğundan başlayarak tüm yaşamını etkisi altına alan baba otoritesine, annesinden uzaklaşarak büyüyen bir çocuğun büyüdükten sonraki yaşamına tanık oluyoruz. Zileli anlattığı hikâyeyle okurun erkeği de yiyip bitiren ataerkil düzene farklı bir pencereden bakmasını sağlıyor. Erkeğe ait arzulara, dile, duygulara kitabında ustalıkla yer veren yazar, “Volkan’ı üç yıl içimde taşıdım. Hem onu yarattım hem de onunla tanıştım. Üç yıllık çalışmanın sonunda onun bir dünyası oluştu. Onun gibi bakabilmeye onun gibi hissedebilmeye başladım” diyor. Irmak Zileli ile ‘Bende Ölen Sensin’ kitabından yola çıkarak eril tahakkümü konuştuk.

Irmak Zileli’nin Kitapları

İlk romanı ‘Eşik’ ile 2012 Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görüldü. Ardından ‘Gözlerini Kaçırma’, ‘Gölgesinde’ ve ‘Son Bakış’ isimli kitapları yayımlandı. ‘Son Bakış’ kitabıyla 2020 Duygu Asena Roman Ödülü’nü kazandı. Genç okurları için ‘Arkadaşım İçin’ ve ‘Bozuk Saat’ kitaplarını kaleme aldı. Zileli’nin ayrıca ‘Bayram Çocukları’ isimli bir araştırma kitabı var.  Halit Refiğ ile söyleşilerden oluşan ‘Doğruyu Aradım Güzeli Sevdim’ isimli bir kitabı ve Ahmet Mümtaz Taylan’la hazırladığı bir nehir söyleşi kitabı; ‘Ara Toplam’ yayımlandı.  Yazarın son yayımlanan kitabı ‘Bende Ölen Sensin’ Everest Yayınları etiketiyle raflarda.

‘Bende Ölen Sensin’ kitabınızda bir erkeğin iç sesini duyuyoruz. Yarattığınız karakterin çocukluğuna, şimdiki haline ve yaşadıklarıyla geçmişine tanık oluyoruz. Derin psikolojik izleri olan ve erkeklik algısının da deşifre edildiği bir metin. Bu kitabı yazarken temel amacınız neydi?

Bu roman kendimle en çok mücadele ettiğim roman oldu. Volkan karakteri farkındalığı olmayan yani kendini analiz edemeyen bir karakter. Dolayısıyla büyük cümleler kuramaz, analizler yapamaz. Biz okura karakterin meselesini onun cümleleri üzerinden veremeyiz. Durumları ve halleri, diyaloglar içinden verebiliriz. Özellikle kadın yazarlar olarak aslında toplumsal cinsiyet üzerine çok düşünüyoruz. Daha önceki metinlerimde kadının ezilmişliği, kadına yönelik ayrımcılık üzerine ve eril tahakkümün kadına neler yapıp ettiğine dair sözlerim oldu. Bu romanım üzerine düşünmeye başlamadan önce zihnimde şu soru vardı: Peki erkekler bu sistemin içinde ne yaşıyorlar? Aslında eril tahakküm dediğim şey şöyle bir algı yaratıyor. Bir yanda erkekler var bir yanda da ezdikleri kadınlar var. Bu genel olarak doğru. Ezen konumunda olmakla birlikte iktidarı ellerinde tutan bu erkeklere erkeklik durumu ne yapıyor ona bakmak istedim. Çünkü erkekliğin erkeklere de zarar verdiğini düşünüyorum. Bu benim ilk kez söylediğim bir şey değil! Akademisyenler, psikologlar erkek depresyonu üzerine çalışan psikoterapistler bu konuda çok söz söylediler. Ben de bunu irdeleyen bir roman yazmak istedim. Bu hikâye böyle ortaya çıktı.

Sizin metinleriniz ya bir filme ya da bir tiyatro metnine dönüşmeli diye düşünüyorum. Metinlerinizde teatral bir tat da var. Yakın zamanda böyle bir plan var mı?

Neden olmasın! Bu konuda bazı çalışmalar var ama sürprizi bozmayayım. Bütün metinlerimde hep gördüğümü yazıyorum, zihnimde bir görüntü oluşuyor ve o görüntüyü takip ediyorum. Karakteri görerek, konuşmaları duyarak yazıyorum. Ben kendi zihnimde bir tiyatro ya da sinema filmi izliyorum ve onu aktarıyorum. Bu da okura öyle geçiyor olabilir.

Bir kadın olarak bir erkeğin duygularına, düşüncelerine, arzularına, erkeksi diline hayat verirken zorladığınız oldu mu? Yazmadan önce çeşitli okumalar yaptığınızı biliyorum. Kitabı ne kadar sürede yazdınız ve hangi kaynaklardan beslendiniz?

Romanı ilk aklıma geldiği anda hikâyesini kurup, karakterleri olayları tarihini ne yaşayacağını bir kağıt üzerinde omurgasını çıkarıp hemen oturup yazmaya başlasaydım yazamazdım. Çünkü Volkan karakteri iç dünyamda oluşmayacaktı. Mesele üzerine derin okumalar, araştırmalar yapmam gerekti. Erkeklik nasıl inşa ediliyor? Erkeklik nasıl bir şeydir? Bu konuda sosyologların, psikologların yaptığı çalışmalar var. Bunları okumak ve bunlar üzerine düşünmek notlar almak hem erkeklik meselesini anlamamı sağladı hem de erkekleri bir parça tanımamı sağladı. Sonuç olarak Volkan karakterini yazmam için ihtiyacım olan ölçüde anladığımı hissettim. Erkeklik inşası ve erkeklik sorunu içimdeki erkeğin ne yaşadığına dair çalışmalar, bu karakteri oluşturmama yardımcı oldu. Zaman içinde iki buçuk, üç yıl boyunca o karakterle yaşamamı sağladı. Volkan’ı üç yıl içimde taşıdım. Hem onu yarattım hem de onunla tanıştım. Üç yıllık çalışmanın sonunda onun bir dünyası oluştu. Onun gibi bakabilmeye, onun gibi hissedebilmeye başladım. Bu çalışmanın önemli bir kısmıydı. Karakterlerin içimde oluştuğu evreden sonra yazarken zorlanmadım, yazarken Volkan’a dönüştüm. Bir diğer zorlanmama nedenim de biz kadınlar erkeklerin kurduğu dünyada yaşıyoruz, onun içindeyiz. Onların kurduğu, onların yarattığı, etkilerini aile hayatında, babamızla ilişkimizde, annemizi, komşularımızı gözlemleyerek yaşıyoruz. Erkeklerin kurduğu dünyaya maruz kalıyoruz. Erkekler kendi dünyalarına körler, onun etkisine yabancılaşamıyorlar, çok içindeler. Biz hem gözlemci hem onun etki alanındayız. Dolayısıyla kendime çok iyi bildiğim bir dünyanın içinde hissettim.

“ERKEĞİN KENDİ BENLİĞİNE YÖNELİK YASI VAR”

Kitabınızda bir erkek çocuğun büyümesinden başlayarak aile içinde yaşadığı eril dili, tahakkümü anlatıyorsunuz. Ataerkil düzende erkekler tam olarak ne yaşıyor?

Erkeklerin doğumlarından itibaren erkeklik inşasında içlerindeki dişilik öldürülüyor. İnsanda hem dişil hem de eril taraflar var. Bunun dengede olması lazım. Erkek için dişil tarafıyla barış içinde olmak kadınların da belki pasifize edilebilmesinin sebebi eril taraflarının yok sayılması. Bu ikisinin dengede olması belki de en sağlıklısı. Erkeklerin temel problemi içlerindeki dişil tarafa darbe vurulması. Yapılan araştırmalarla erkek çocuklarının daha az kucağa alındığı tespit edilmiş. Kültürel olarak erkeği kucaklar, seversek kadınsılaşır, kırılgan olur, güçlü olmaz gibi bir algıdan kaynaklanıyor. Berbere gitmesi üç yaşında saçının kestirilmesi vb. gibi gündelik hayatın tüm ayrıntılarında erkeğe yönelik böyle bir tavır görüyoruz. Dişil tarafa yönelik darbeler erkeğin benliğinin bir tarafını yok saymasına yol açıyor. Bu başlı başına bir yas meselesi. Erkeğin kendi benliğine yönelik bir yası var! Öldürülen tarafı aslında kadına karşı tavrının da kaynaklarından biri. Kendi benliğine düşmanca yetiştirilen, onu yok etmeye yönelik yetiştirilen erkek kendi benliğindeki dişil tarafa olan öfkesini yansıtıyor olabilir. Erkeğin annesiyle olan ilişkisi de buralardan okunabilir. Orada da kaçınma uzaklaşma gibi şeyler var. Herkes için geçerli değil tabi bu.

Kitabın adındaki gizem hikâyenin sonlarına doğru çözülüyor. Kitabın adı baştan belli miydi? Roman bittiğinde mi şekillendi?

Bittikten sonra karar verdim, başta belirlenmemişti. Romanları yazıp bitirdikten sonra isim çıkıyor. ‘Son Bakış’ hariç bu kitabımda da sonunda çıktı. Sondaki sürpriz benim için de sürprizdi.

“ERKEĞİ YETİŞTİREN KADIN DEĞİL, SİSTEM”

Eleştirdiğimiz erkekleri yetiştiren de kadınlar. Kitabınızda Volkan’ın babasını babaannesi yetiştiriyor. Nasıl sert yetiştiğine tanık oluyoruz. Adının Zafer olması da tesadüf değil! Baba bu sert tutumunu çocuğuna da yansıtıyor. Bu sertlik nesilden nesle aktarılıyor. Çözüm kadınları tedavi etmekte mi? Ne dersiniz?

Sistemi tedavi etmekle başlamak gerekiyor. Annelere belli roller yükleniyor. Annelerin üstlendiği rol onların kabahati değil! Onlar da bu sistemin parçası olarak erkek çocuklarına model oluyorlar ve buna uygun tavırlar gösteriyorlar. Kadının niyeti beceriksizliği ya da bilgisizliği değil. Sistem bunu ona kanalize ediyor. Kadın yetiştirmiyor erkeği. Bu bir görünüm. Erkeği yetiştiren bir sistem. Anne ve baba birlikte. Babanın otoriter rolü her ailede değişir. Kimi ailede pasif kimi ailede otoriterdir. Bütün bunlar ne olursa olsun erkeğin babayı model olarak seçmesi ya da tepkisi, anneyi itmesi veya bir aşk ilişkisi de erkeklik inşasına hizmet ediyor.

Volkan’ın annesini kitapta çok geç görüyoruz. Anne neden başlarda ortalarda yok?

Çünkü Volkan’ın dünyasında anneye yer yoktu. Babasının tahakkümü altında anneyle ilişki kurmasına izin verilmemiş bir erkek. Anneyle ilişki kurmasına izin verilmemesi kendi içindeki dişille temas kurmasına da engel olan bir şey. Bir erkeğin kendi içindeki dişille temas kurulmasını sağlayacak şey hayatındaki kadınlar. Birincisi de annesi. Oscar Wilde’ın çok güzel bir sözü vardır. Bu romanı yazmadan önce o sözü hep kulağımdaydı. “Kadınların en büyük talihsizliği eninde sonunda annelerine benzemeleridir. Erkeklerin en büyük talihsizliği de eninde sonunda annelerine hiç benzeyememeleridir.”

“BÜTÜN ROMANLARIMDA KARAKTERLERİN ÇOCUKLUKLARINA İNİYORUM”

Kitabın bir bölümünde “İnsan beyninin neresinde saklıyor bu kadar anıyı?” diye yazıyorsunuz. Unuttuğumuzu düşündüğümüz kısacık anlar dahi bazen gözümüzde canlanabiliyor. Volkan’ın da yaşadıkları çocukluğuna ait sorunlar. Bütün sorunlarımızın kaynağı orası mı?

Edip Cansever’in dediği gibi “Çocukluk gökyüzü gibi bir şey”. Hiçbir yere gitmiyor aslında.  Ya da Faulkner’in söylediği gibi “Geçmiş aslında hiçbir zaman geçmemiştir.” Bugün dediğimiz şeyin içinde geçmiş hep var. Bütün romanlarımda karakterlerimin çocukluğuna iniyorum. Çünkü bugünümüzü anlamamız için ruhumuzun, benliğimizin oluştuğu ilk yıllara gitmek zorundayız. İnsan akılla bir hayat inşa ediyor belki ama okul seçiyoruz, bir meslek, bir eş, yaşayacağımız şehri, yaşam biçimimizi seçiyoruz. Bütün bunları çok akılcı bir yerden, yetişkinlik zamanımızın akıl yürütmeleri ile yaptığımızı düşünüyoruz fakat bunların kaynakları derinlerde, hayatımızın ilk yıllarında karşılaştığımız ötekilerde. Annemiz ilk öteki. Aile dediğimiz şey sosyolojik ve antropolojik bir kavram. Anne babanın kişisel yapıp ettikleri değil, arka planda kültür de var. Hayatımızın ilk yıllarında evin içinde ne yaşanıyorsa kendimizle ilişkimiz bile oradan gelişiyor. İnsanın kendiyle ilişkisi anneyle ona bakım verenle, ilk temasta inşa ediliyor. Çocuğa bir ayna tutuluyor, kendilik algısı geliştiriliyor. Ego dediğimiz şey öyle inşa ediliyor. Egosu şişkin başka, egosu güçlü başka bir şey. Kendilik bilinci sağlam oluşmuşsa yetişkinlikte daha güçlü biri oluyor. Bu oluştu bitti demek değil! Oraya bakma cesareti gösterdiğimizde değişim de başlayacak.

Aristoteles “Travma ailede başlar” der. Kitabınız tam da bu yaraya dokunuyor diyebilir miyiz?

Toplumun en küçük birimi aile. Ailede ne yaşandığına bakarak toplumu anlayabiliriz. Ailedeki ekonomi, ailedeki siyaset … Bütün aileler birbirinin aynı diyemeyiz. Aile kurumu toplumun temel dayanaklarından biri. Toplum nasıl bir toplum olmak istiyorsa öyle aileler yaratır. Annemizle babamızla ilişkimizde ev denilen çatının altında yaşadıklarımız bizi biz yapan şeyler.

Kitabınızda karakterlere seçtiğiniz isimler de anlattığınız hikâyeyi destekliyor. Örneğin Korkut Amca. Volkan’a “Askerliğini yapmayan erkek, yarım erkektir” diyor. Babasının adı Zafer. Kitabın ana karakteri Volkan. Taşan, içine sığmayan bir erkek. İsimler bize ne anlatıyor?

İsimleri de masa başında belirlemiyorum. Bir çalışma yürütürken zihnim arka planda metni, karakterleri düşünüyor. Bilinç dışımıza sürekli malzemeleri atıyoruz. Bunlar rüyada bile işleniyor. Temizlik yaparken veya bulaşık yıkarken bile işlenmeye devam ediyor. O işleme size bir gün bazı hediyeler getiriyor. Volkan adı da bana öyle geldi. Her an patlamaya yüz tutan, sönük gözükse bile her an patlayabilecek bir volkan. Baba, Zafer karakterini Zeus gibi düşünmüştüm. Erkek tanrı tarafından mağdur edilen bir başka erkek, Volkan. Korkut’u siz söylerken düşündüm. Bu isimlerin hepsi erilliğin inşasına uygun isimler olmuş.

Çocuk Kitapları

Uzayın Kayıp Gezegeni
İnci Yılmaz Şimşek

Uzakta Bir Dağ
Yakında Bir Macera
Özge Özdemir
Redhouse Kidz Yayınları

Olmayan Şeyler
Füsun Çetinel
Günışığı Yayınları

Tarihi Değiştiren Olağanüstü Kadınlar
Kate Pankhurst
Büyülü Fener Yayınları

Korkularım Dost mu Düşman mı?
Isabelle Filliozat
Domingo Yayınları

Kumdan Kale
Einat Tsarfati
Çeviren: Olcay Mağden
Çınar Yayınları

Haftanın Kitapları

Bavula Sığmayan
Nermin Yıldırım
Hep Kitap

Sarkaç
Başak Baysallı
Everest Yayınları

Alttakiler
Bilim, Kadınları Nasıl Yanlış Anladı?
Angela Saini
Minotor Kitap
Çeviren: Seza Özdemir

Bir Şeyim Yok Anne, Ben İyiyim
Hüseyin Kıyar
İletişim Yayınları

Parçalı Bulutlu
Tuğçe Isıyel
Okuyan Us Yayınları

Galateia
Madaline Miller
İthaki Yayınları

Çok Satanlar

  1. Ahmet Ümit, Bir Aşk Masalı
  2. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer
  3. Seninle Başlamadı, Mark Wolynn
  4. Kırmızı Pelerin, Gülseren Budayıcıoğlu
  5. Kaplanın Sırtında İstibdat ve Hürriyet, Zülfü Livaneli
  6. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi