Kendini Arayan Bir Yaşam: Montaigne

                Montaigne’nin bu inzivası insanlık tarihine “Denemeler” gibi dev bir eseri kazandırmıştır. Onun kendine olan yolculuğunda hayata dair gördükleri, yaşadıkları, deneyimleri yüzyıllar öncesinden bugüne ışık tutmaya, yaşam şartları değişse de özü değişmeyen insana öğütler vermeye devam ediyor.

                Öğrenmeye susamışlığın verdiği hırsla edebiyat ve düşün dünyasının eşsiz yapıtlarını avuç avuç içtiğimiz; kitap okumanın bir tutkuya dönüştüğü üniversite yıllarında tanıştım onunla.

                Satın aldığım ilk ve tek kitabının baş sayfasına şunları yazmışım takvimler 31 Aralık 2000’i gösterirken:

                “Yeni milenyumun ilk yılının bu son gününde, kuzenimle alışverişe çıktık. Ben elinizdeki kitap da dahil iki tane dergi aldım. Kitap Site Camii’nin altındaki, her zaman kitap aldığım, kır saçlı yaşlı amcadan alındı. Mazi olacak bir yılın son gününde bu kitabı kendime hediye ediyorum. Teşekkürler Montaigne. Ve teşekkürler bu kitabı bana armağan eden ben.”

                 Montaigne’nin bu dev eserini elimden bırakmadan kısa sürede okuyup bitirdiğimi anımsıyorum. Hayatımda ilk defa bir kitabı okurken yazarının tam karşımda oturduğunu ve kitabı okumaktan ziyade akıp giden satırları ondan dinlediğimi hayal etmiştim. Daha ilk sayfalardan itibaren yeni tanışmanın heyecanı üzerimdeyken kendini tanıtıverdi Mösyö Montaigne:

                “... Boyum ortanın biraz altında, bedenim sağlam yapılı ve toplucadır; yüzüm şişman değil, dolgundur: tabiatım, neşe ile hüzün arasında, oldukça ateşli ve sıcakkanlıdır... Sıhha­tim, ta genç yaşımdan beri düzgündür: Hastalığa tutuldu­ğum azdır.”

                Kitap boyunca kendini anlattı hep. O anlattı ben dinledim. Ancak anlattığı görünenin ötesindeki bir “ben”di. Zaten başta da meramının ne olduğunu anlatıvermişti:

                “Benim yaptığım, bildiklerimi söylemek değil, kendimi öğrenmektir; baş­kasına değil kendime ders veriyorum. Ama bunları başkala­rına da anlatmakla kötü bir iş yapmıyorum. Bana yararı olan bu işin belki başkasına da yararı olabilir. Zaten benim bir şeye dokunduğum yok. Yalnız kendimle uğraşıyorum; delilik ediyorsam, bundan zarar görecek başkası değil, be­nim; çünkü bu öyle bir delilik ki bende başlayıp bende biti­yor, hiçbir kötülüğe yol açmıyor.”

Samimi ve coşkun

                 Bu eşsiz eseri Türkçe’ye kazandıran Sabahattin Eyuboğlu da bu konuya “Montaigne hep kendini anlatıyordu; ama kendi­ni anlatırken insan düşüncesini yeni bir yola sokuyor, köhne inanışları, doğaya, akla aykırı alışkanlıkları, safsataları bal­talıyor, dünya sevgisine, müspet düşünüşe, gerçekçi edebiyata yol açıyordu.” diyerek dikkat çeker ve ekler “Hangi yazar ondan daha içten olabilmiştir?

                Aradan geçen yirmi küsur yılın ardından tekrar elime aldığımda Montaigne tıpkı onu anımsadığım gibiydi.

                Samimi ve coşkun.

                Ancak anlattıklarının zihnimde ve yüreğimde yarattığı etki bambaşkaydı. Ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı Montaigne biyografisinde Stefan Zweig bu konuyu vurgulamaktadır. Kimi yazarların -Homeros, Goethe, Shakespeare gibi- insana her yaşında ve hayatın her döneminde seslenebildiğine değinen bu biyografi ustası, Montaigne’nin de içinde bulunduğu kimi yazarların yapıtlarını doğru değerlendirebilmek için insanın çok genç, deneyimlerden hayal kırıklıklarından yoksun olmaması gerektiğine vurgu yapar. Ve Zweig tam da hislerimin benzerini yaşayıp aşağıdaki satırları kaleme almıştır:

                “Denemeler'i elime aldığımda, basılı kâğıt odanın yarı karanlığında yitip gider. Birisi benimle soluk alıp vermeye, yaşamaya başlar; yanıma gelen, artık bir yabancı olmaktan çıkmış, kendime dost kadar yakın hissettiğim biri olmuştur. Dört yüz yıl, bir duman gibi dağılıp gitmiştir…Beni ziyarete gelen, artık ne Bordeaux belediye başkanıdır ne de bir yazardır. Bir dosttur, amacı bana akıl vermek ve kendini anlatmaktır.” 

                Lord Michel Eyquem de Montaigne dünyaya gözlerini 1533 Şubat’ının son gününde açar. Hali vakti yerinde bir ailenin oğlu olsa da babası Pierre hayatın gerçekleriyle erken vakitte tanışması için oğlunu kendi derebeylik sınırları içerisindeki yoksul bir oduncunun yanına gönderir. Ancak üç yıl sonra baba evine dönebilir Montaigne. Bedensel olarak gayet sağlıklı bir şekilde büyüyen oğlunun şimdide kültürel açıdan beslenmesini isteyen baba bunun için radikal bir karar alır ve küçük Montaigne’nin ana dili Fransızca’dan önce Avrupa kültürünün anahtarı kabul edilen Latince’yi öğrenmesini arzular. Büyük paralar ödenerek tek kelime Fransızca bilmeyen bir Latince öğretmeni tutulur. Bu tutumun faydasını ömrü boyunca görecektir Montaigne. Yaşadığı döneme göre oldukça radikal kararlar alan baba Pierre, oğlunun sabahları ansızın ve zorla uyandırılmaması için uyanma saatinde odasında keman veya flüt çalınmasını da ister.

Öğütler

                Evdeki bireysel eğitimin ardından Montaigne on üç yaşına kadar kalacağı Bordeaux Koleji’ne gider. Ancak buradaki eğitim sistemi onun ileri görüşlü yapısına aykırı gelmektedir. Zira öğretmenler öğrencilerin kendi düşüncelerini oluşturmalarından ziyade verilen bilgileri zihinlerine doldurmalarını istemektedir. Yıllar sonra Montaigne bu ve benzeri tutumları şu ifadelerle eleştirir:

                “Bir şeyi ezbere bilmek, insanın bir şey bildiğini değil, bir şeyi belleğinde tutabildiğini gösterir… Öğretmenlerimizin bir öğrencinin salt belleğiyle değil, kendi yaşamının tanıklığıylaneler kazanmış olduğunu sınamaları gerekir. Gençlerin okudukları her şeyi sınamalarını, elemelerini sağlayın; yalnızca iyi niyetle ya da otoritenin etkisiyle herhangi bir şeyi benimsemelerini engelleyin. Gençlerin olabildiğince çok sayıda düşünceyle yüz yüze gelmeleri gerekir. Yeteneği varsa, seçimini de yapacaktır, yeteneksiz olansa hep kuşkular içinde kalacaktır. Yalnızca başkalarını izleyen, aslında hiçbir şey izlemez, hiçbir şey bulmaz ve zaten aradığı herhangi bir şey de yoktur.”

                1568’de babasının ölümü üzerine ailenin ve çiftliğin sorumluluğu üzerine yüklenen Montaigne için bu tür sorumluluklar pek de alışık olduğu şeyler değildir. Zira o sürekli kendini tanıma, “Ne biliyorum?” sorusuna cevap bulma çabasındadır. Bu nedenle on yıllık biri inzivaya çekilme sürecine girer. Kütüphanesinin duvarına da şu yazıyı yazdırır:

                “Hazreti İsanın doğumunun 1571. yılında, Mart’ın ilk gününün arifesinde, sarayda köle gibi çalışmaktan ve resmî görevlerin yükünden çoktandır yorgun düşmüş, ama henüz gücü yerinde olan otuz sekiz yaşındaki Michel de Montaigne, sanatın bakir kucağında dinlenmeye karar vermiştir. Kaderi, atalarının bu sakin yuvasının elinde kalmasına izin verirse, büyük bir bölümü geride kalmış bir yaşamın kalan akışını burada, sessizlik ve güvenlik içinde tamamlayacaktır. Michel de Montaigne, burayı özgürlüğe, sessizliğe ve çalışmaya adamıştır.”

                Montaigne’nin bu inzivası insanlık tarihine “Denemeler” gibi dev bir eseri kazandırmıştır. Onun kendine olan yolculuğunda hayata dair gördükleri, yaşadıkları, deneyimleri yüzyıllar öncesinden bugüne ışık tutmaya, yaşam şartları değişse de özü değişmeyen insana öğütler vermeye devam ediyor.

                “Kötü bir kralı, bize iyilik ettiği için hayırla anarsak, büyük bir doğruluğun zararına küçük bir doğruluğa hizmet etmiş oluruz. Titus Liviusun dediği doğrudur: ‘Kralların ekmeğini yemiş olanlar, onları hep ölçüsüz övgülerle anarlar, her biri kendi kralını göklere çıkarır, en büyük değerleri onda görür...’”

Kaynaklar:

-Denemeler, Montaigne, İş Bankası Yayınları.

-Montaigne, Stefan Zweig, Can Yayınları

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi