Kim bu terör hücrelerinin Türkiye’ye girmesine izin verdi acaba?

Terörün her türlüsünü lanetliyoruz. PKK mı yaptı IŞİD mi yoksa HTŞ mi hangisi olduğu hiç önemli değil. Hepsi birbirinden lanetlik birer örgüt.

Ancak İstiklal Caddesi’ndeki patlamada vefat edenlerin yakınlarına artık nasıl başsağlığı dileyebileceğimizi bilmiyorum. Başsağlığı dilemekten ben şahsen artık üzüntü ötesinde utanır hale geldim. “Bir dahaki bombaya kadar kendinize dikkat edin zira maalesef iktidar bu memleketi teröristlerin uyuyan hücreleri ile doldurdu, bunların ne zaman ne yapacakları belli olmaz” dememiz lazım herhalde. “Hele seçimlere kadar bu gidişatı sakın protesto etmeyin zira güvenlik güçlerini iktidar üzerimize salar” da mı demeliyiz acaba?

Yaralılara acil şifalar dilemekten başka devletin bütün imkanları ile tedavilerini sağlamaları gerektiğini iktidara hatırlatıyorum. Bu bombayı patlatanların hangi örgüte, hangi hücrelere mensup olduklarını delilleri ile bilmek bizim hakkımız. Yoksa bu saldırı yüzünden internet ve sosyal medyanın yavaşlatılması ve medyaya konu hakkında haber yasağı getirilmesi ile bu olayın üstü de örtülemez. İçişleri Bakanı Soylu’nun haftada 5 bin uyuşturucu satıcısının yakalandığını ifşa etmesi gibi, Suriye Irak ve İran’dan ülkemize mülteci akınlarıyla veya hangi yoldan girmişlerse gelip yerleşen bu terör hücrelerini nasıl dağıttıklarını sayı vererek ve cihatçı örgüt isimlerini de açıklayarak iktidarın bize hesap vermesi lazım.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sath-ı mailine girdiğimiz bu günlerde, “Yine 2015 Kasım seçimleri öncesindeki senaryoları mı yaşıyoruz” diye bizi endişelere sevk etmeye bu iktidarın hiçbir hakkı yok. Bu konuları yakinen takip etmezsek PKK’nın yanı sıra iktidarın zamanında Suriye’de kullandığı cihatçı örgütlerin burada neler yapabileceğini de, onları kimlerin kullandığını da bilmemiz mümkün değil. Onun için şüphesiz takibe devam edeceğiz.

Geçen gün Ankara’da Tunus Caddesin’e açılan tünelin duvarında şu yazıyı gördüm: “Eğer Bartın (maden kazası) kaderse patronlar da ölsün.” İnsanlarımızın artık canına tak dediğini bundan daha açık şekilde ifade eden bir deyiş görmedim. Cumhurbaşkanının İslami motiflerle örtmeye çalışmasına ve Amasra’daki maden ocağındaki elim patlamayı da birçok önceki örnek olayda görüldüğü üzere “ölüm bu işin fıtratında var” diyerek kadere bağlamasına rağmen, iş sahiplerinin insan hayatını hiçe sayan bir vurdumduymazlık içinde, madendeki bütün eksiklikler malum iken işçileri ölüme göndermesini insanlar artık Allah’ın bir yazgısı olarak görecek saflıkta değiller! Hele işçi sınıfı hiç değil.

Yani bombalama hadisesinde olduğu gibi soğuk başsağlığı mesajları değil bu sorunlara somut çözüm istiyorlar. Madem bu bir kader, “Patronlar iş kazasında neden hiç ölmüyor” sorusu çok doğru bir soru.

Tepedeki siyasiler ve işadamları el ele vermiş şekilde bir elleri yağda bir elleri balda yaşarlarken, canları burunlarında yaşam mücadelesi veren dar gelirli vatandaşlarımızı, onların çocuklarını Suriye’ye terörizmle mücadele adı altında savaşa ya da maden ocaklarına ölüme göndermelerine dur deme vakti gelmedi mi? Kendileri safahat içindeyken insanların açlık sınırında yaşamasını kendi halkına mübah görenlerin, halkı “yolunacak kaz” zannedenlerin artık bu milleti kandırabilecekleri yolun sonuna geldiklerini onlara göstermek gerekmiyor mu?

Geçenlerde sağlık işçileri olan hemşirelerin hastane yapıyoruz diye müteahhitlere milyarlarca lira aktarılırken kendilerinin açlık sınırında yaşam sürmelerine başkaldırıları da bunun bir diğer göstergesi idi. Keza öğretmenler eğitim kanununa karşı protestolardalar. Bu gidişat seçimlere kadar bütün işçi sınıfını sarıp sarmalayacak yönde ilerleyecektir diye umut ediyorum. Önümüzdeki seçimlerde halkımızdan gerekli dersi almalılar.

Bu durumun müsebbibi olan siyasiler ve işbirlikçi işadamları (nam-ı diğer yalakalar) milletin alın teri ve kanı pahasına yedikleri rüşvetlerin ve haksız kazançlarının adaletin çarkları doğru dürüst çalışmaya başladığında gırtlaklarından geleceğinin farkındalar. Zira “demokrasinin fıtratında ahlaksızlık ve doğrudan sapmanın sonucunda hukuki hesaplaşma da var.”

Mevcut iktidarın ve halkımızın yakından izlemesinde çok büyük fayda olan bir diğer gelişme de İran’da Mahsa Amini’nin din polisi tarafından öldürülmesi üzerine insanların özgürlükleri için ayağa kalkmış olmaları. AKP’liler görmüş müdür bilmiyorum ama internette dolaşan videolarda İran halkının ve özellikle gençlerinin geliştirdikleri çok ilginç protesto yöntemleri var. Gençlerin mollaların kafasından sarıklarını düşürdükleri ve mollaların kellerinin göründüğü! enstantanelere hem gülmekten öldüm, hem de İranlı gençlere şapka çıkardım. Hiçbir tereddüdüm yok ki, bir gün gelecek İran’da da tüm Arap ülkelerinde de sarıklar ve cübbeler düşürülecek ve o acımasız zevatın İslam kisvesi altında yaptığı zulümler ortalığa saçılacak. Ama Jina Amini gibi gencecik insanlar geri gelemeyecek. Bu gelişmeler yanıbaşımızda olurken yani siyasal İslami bir rejimden insanlar kurtulmak için canlarını dişlerine takmışken bizdeki rejimin “Türkiye Yüzyılı”ndan bahsetmesi bize dokunmuyorsa biz zaten beynimizi yitirmişiz demektir. Gençlerimiz eminim kendi gelecekleri için bu seçimlerde iktidarı alaşağı edecektir.

Muhalefete, “Kimlik siyasetlerinizi bir tarafa bırakıp alt gelirlileri oluşturan sınıfın yukarıya doğru çıkartılması, bu memlekette daha fazla eşitlik sağlanabilmesi için yepyeni bir örnek oluşturmanın peşine düşün” diyorum. AKP siyasal İslam peşinden gidip iflas etti gelin biz katılımcı ve eşitlikçi demokratik bir düzenin bu bölgedeki mimarı olalım.

Murat Özçelik

1954 Ankara doğumlu olan Murat Özçelik Türk diplomat’tır.

TED Ankara Koleji ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü mezunudur.
Dışişleri Bakanlığı’na 1983 yılında girmiştir. 1990 yılında atandığı Cumhurbaşkanlığı’ndan, 1992 yılında kısa bir süre bulunduğu Özel Kalem Müdürü olarak ayrılmıştır. Çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 2005’de Enformasyon Dairesi’nde Daire Başkanı (Dışişleri sözcü yardımcısı) olmuştur. 2007’de Irak Özel Temsilcisi olarak görev yapmış ve 2009 yılında Irak Cumhuriyeti Nezdinde Büyükelçimiz olmuş, 22 Ekim 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan büyükelçiler kararnamesi ile merkeze atanmıştır. 2011 yılının sonuna doğru atandığı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı görevinden Mayıs 2012’de görevden alınmıştır. (Özçelik’in, “Görevimi istediğim gibi yerine getiremiyorum. Ayrılmak istiyorum” talebi çerçevesinde görevinden alınarak ) Dışişleri Bakanlığı müşavirliğine getirilmiştir. Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olmuştur. Eylül 2014’te Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanı olmuştur. Ekim 2014’te CHP Parti Meclisi üyesi ve 3 Kasım 2014 tarihi itibarıyla de Dış İlişkilerden sorumlu Genel Başkan yardımcısıdır. TBMM XXV. Dönem İstanbul milletvekilidir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top