KIR EKRANLARINI !

Endişe yok. Vandal bir eylem çağrısı değil bu. Teknoloji karşıtı bir hal ve tavır içinde de değilim. Sadece ekran denen cisim ile olan ilişkimizi merak ettim bu kez de. TV ekranı, telefon ekranı, bilgisayarlar, buzdolapları veya çamaşır makineleri derken,

ekran yüzeyi pek çok eşyanın ayrılmaz bir parçası haline dönüştü.

Pek akıllı telefonumun bana düzenli olarak verdiği bilgiye göre günlük ortalama 8 saat kadar mobil ekrana bakıyorum. Bilgisayarımın istatistiklerine göre de günde ortalama 7 saat geçiriyormuşum. Bir şirkette, çoğunlukla bilgisayar başında geçirdiğim mesaimde bazı günler 9 saati buluyor ekran başında geçen zamanım. En uzun saatlerimi bu aralar Zoom uygulamasında, Chrome’da ve e-postalarımda geçiriyormuşum. Dergi ve gazeteleri iPad’imden okuyorum ve TV ekranından da filmler izliyorum. Bunlar da günde, haftalık ortalamaya göre, 1 saat diyelim. Günde 16 saat eder. Eh kalan zamanlarda da biraz uyuyorum tabii, hatta kitap bile okuyorum kağıtlı mürekkepli..

Biraz da İstanbul’u izliyorum her gün, aynı şair ve ressam Etel Adnan’ın Pera Müzesi’nde yeni açılan sergisinin duvarlarında yazdığı gibi: ” …başka bir şey düşünemeyecek hale gelinceye kadar” ve “biteviye değişimlerini izlemek esas meşgalem” olacak kadar o zamanlarda. Adnan dağları, gök yüzünü, resmettiği gezegenleri, ayı ve güneşi, onların değişen renklerini kast ediyor.

Ekran karşısında geçirdiğim bunca zamanın diyeti olarak sanki, bu zamanın ruhuma ve beynime doldurduklarının sindirilmesi, işe yaramazlarının sistemimden dışarı atılması için, tekrar tekrar izlediğim boğazın akıntılarına, kentin istifine, güneşin ve bulutun hareketlerine, renklerine bakıyorum kendimi günün geri kalanında. Aynı O’nun gibi, değişimlerini izleyerek algı dünyamı iki boyuttan üç boyuta geçirmeye çalışıyorum böylece.

Yaşamımız ekran yüzeyine kitleneli çok oldu. Algılarımızı, duygularımızı ekran arkasındaki ip uçları ile yönetiyoruz artık. Bu içeriği sağlayanlara yöneltiyoruz öfkemizi çoğu zaman, eğer hala kendi hayatımızın kendi tercihlerimizden ibaret olduğunu idrak edememişsek. Oysa kitlendiğimiz ekrandan beynimize ve ruhumuza ne dolduracağımız bize kalmış. Kendi adıma, süzgecimin deliklerini epey sıkı tutuyorum; ekran karşısında geçirdiğim bu zamanı bilinçli olarak geçirdiğimi biliyorum ve bu nedenle de bu zamanı ölçümlüyorum; nitelikli olarak geçirmenin yollarına bakıyorum. Yaşamımın mediumu değişiyor, dönüşüyor yavaş yavaş: ekraninsan oldum artık iyice. Demek ki yeni standartlar belirlemeliyim!

NARSİZMİMİZİN YANSIMASI EKRAN

Çağımızın sürekli çevrimiçi geçen yaşantısı aralıksız eğlenceyi ve bağlı olma halini sunuyor bizlere. Hiçbir yere bağlı olmadan bağlanıyoruz. Hiçbir kişiye bağlı olmadan bağlanıyoruz. Hiçbir gelişmeye, hiçbir protestoya, hiçbir habere bağlı olmadan bağlanıyoruz. Aşkı, güzelliği, dostluğu ve hayatı reddeden, yaşamını nehrin sularından akseden kendi suretine bakarak geçiren Narcissus’tan halliceyiz. Aynı O’nun suların içinde bir görüntü olmaktan çıkıp kendisini sevmesini sabırla beklediği kendi aksi gibi, biz de ekranda gördüğümüz filmin gerçek olmasını, bir mesajda gelen ruh ısıtıcı kelimelerin bir gün gelip şefkatle gerçekten

sarılmasını, protesto sitelerine bıraktığımız “tik”lerin protesto edileni değiştirmesini, paylaştığımız videoların dünyayı daha iyi bir yer haline getirmesini bekliyoruz. Gittikçe eylemsizleşiyoruz. Gittikçe sevgisizleşiyoruz. Bağlanalım derken gittikçe uzaklaşıyoruz

Ekranın ardındakiler ekranın ardında kalır çünkü, biliyoruz. Buyurganlığımızla oturduğumuz yerden değişmesini istediklerimiz kımıldamadığında, suçluyoruz bu kez de kendimizin dışındaki her şeyi. Teknolojiyi suçluyoruz. Ekranlara kitlenen bu çağı suçluyoruz. Sokaklarda öfkeleri ile eşyalara zarar veren vandallar gibiyiz. Teknoloji öfkemiz, aslında kendimize öfkemiz.

Biz en çok ve hep, kendimizi seviyoruz. İştahla paylaştığımız Ralph videosunun asıl amacı kimin umurunda? Biz onu “paylaşan” ve böylece duyarlılığını dünyaya gösteren kendimizi seviyoruz. Ekrandaki filtreli güzel kendimizi, ekrandaki duyarkasar kendimizi, ekrandaki akıllara zarar kendimizi seviyoruz. Ekrandan bize güzelsin diyeni, ekrandan bize akıllısın diyeni, ekrandan bize kalpçikler gülücükler göndereni seviyoruz bir de. Ayna Ayna! Söyle bana: Var mı benden güzeli bu dünyada !

AKILLI TEKNOLOJİLERİ AKIL İLE KULLANMAK

Akıllı bir teknolojiyi, sunduğu akıl ile kullanmak da akıl gerektiriyor. Ekran bir eşya, bir makine, bir aracı. Bu eşyayı, bu aracı, bu makinayı biz nasıl, ne için kullanıyoruz? Galiba asıl ona bakmalı.

Belki sizlere yazının başında abartılı gelen kişisel ekran ortalamam Türkiye’nin ortalamasından pek de farklı değil. Pek çok kurum tarafından bu konuda yapılmış araştırmalar var. Bu araştırmaları incelediğimizde insanların hemen hemen tüm dünyada ekran karşısında geçirdikleri zamanı, eğlence odaklı uygulamalarda geçirdiklerini anlıyoruz. Eskiden televizyon için getirilen tüm olumsuz eleştiriler, bugün akıllı cihazlar için de geçerli.

Televizyon için 1927 tarihinde ilk patenti alan isim Philo Farnsworth. Bu patent belgesinde televizyon için kullanılan tanımlama image dissector, yani görüntü ayırıcı olarak belirlenmiş. Farnsworth’ten önce 1922 yılında Charles Jenkings, radyo dalgaları üzerinden ilk sabit görüntünün iletimini sağlamıştı. John Baird ise ilk canlı görüntüyü aktarmayı başarmıştı. Farnsworth’ün farkı, bildiğimiz anlamda elektronik televizyon cihazını patenti alınacak bir meta olarak kayıtlara geçirmesi oldu. Ekran, böylece her eve girecekti.

1950 yılında, yaygın bir kitlesel iletişim aracı olarak, toplumsal fikri yönlendirebilen en önemli teknolojik eşya haline gelen televizyonu hem devletler hem de reklamcılar çok iyi kullandı. İnsanlar “izlemek” istiyordu. Ne gösterirseniz onu izleyeceklerdi.

İnsanlar, düşünen ve yaratan varlıklar olarak, izleme eylemini görsel algılamadan üst seviyeye taşıyarak bilince dönüştürebiliyorlar. Deleuze’un sinemanın felsefesini irdeleyen yapıtları Zaman-İmge ve Hareket-İmge isimli iki yapıtı, insan duygularının ve düşüncesinin hareket eden görüntüler ile nasıl etkileşim içinde bulunduğunu anlamak üzere iki eşsiz okuma. Sinema yapıtlarından anlık TikTok videolarına kadar, hareket eden görüntünün insan beyninde ateşlediği kıvılcımlar var. Bu nedenle ekran karşısında geçirilen zamanın çok büyük bir oranı gittikçe video içeriklerine doğru evriliyor.

Ekranda daha az okuyor, statik görüntülerdense akan görüntüleri yani video ve film içeriklerini daha çok tercih ediyoruz, araştırmalar böyle söylüyor.

Bu durumun aslında biyolojik olarak karşılığı var. Evreni algılamamızı sağlayan en önemli organımız gözlerimiz, toplam algımızın %70 ini sağlıyor bizlere. Beynimizdeki selebral etkinliklerin %40’ı gördüklerimizi işlemek üzerine gerçekleşiyor.

Ekran dopamin salgılamanın en kolay yolu aynı zamanda. Pek çok zahmete katlanarak yaşayabileceğimiz deneyimlerin, ekran aracılığı ile kestirme yollardan beynimize ulaşması bizi konforlu biçimde mutluluk hormonu ile buluşturuyor. Uzmanlar bağımlılığı bu hormonal etkileşim ile açıklıyor.

Bu bağımlılık her türden fanatizm kadar kötü, diğer bağımlılıklarımızdan daha kötü değil ama. Ekran karşısında geçirilen zamanın fiziksel, psikolojik ve sosyal bakımdan yarattığı sorunların pek çoğu, aşırıya kaçan tüm bağımlılıklar için de fazlası ile geçerli. Bağımlılıklarımızdan kurtulabildiğimiz sürece dengeyi bulabiliyoruz. Bu nedenle ekranları kırın derken, ne akıllı cihazları ne de içeriği suçlamıyorum.

İNSAN- BİLGİSAYAR ETKİLEŞİMİ

Ekran teknolojisi, daha geniş bilimsel ismi ile HCI (insan – bilgisayar etkileşimi) yakın bir gelecekte, cam bir yüzey olmaktan çıkıp, doğrudan beyin dalgalarımız ile yönettiğimiz, havada uçuşan ve gözümüzün önünde beliren imgelere dönüşecek. Bu teknoloji zaten var, kısa zaman içinde bireysel kullanıma yaygınlaşacak.

Beyin aktivitemiz elektrik aktivitesidir. Nöronların birbiri ile kurduğu iletişim bir tür elektriksel etkileşim sonucu oluşuyor. Bugün pek çok bilim insanının uğraştığı konu, insan düşüncesinin doğrudan bilgisayar komutu ile ilişkilendirilmesi alanında daha mükemmel, kapsayıcı ve sorunsuz ara yüzleri oluşturmak. Bu beyin-insan ara yüzü alanındaki olası gelişmeleri düşününce, bazen kalabalıkları izlerken nasıl de ilkel bir görüntü olduğunu düşünüyorum şu manzaranın: önlerindeki küçük ekranlara bakan insanlar, istelik bu ekranları bir de ellerinde tutmak zorundalar ! Bugün kullandığımız ekran teknoloji, geleceğin sanal müzelerinde sergilenirken,  o dönemin hibrit canlılarında taştan yapılmış ilk tekerliği gördüğümüz anlardaki duyguları canlandıracak muhtemelen.. Ama olsun, şimdi elimizde sadece ekran var; bununla yetinelim.

Bu ekrandan görmeyi seçtiklerimiz aslında bir bakıma yaşamımızın, varlığımızın kalitesi demek. Kendimizi ekran karşısında neye maruz bırakıyorsak, aslında bir bakıma duygu ve düşün dünyamızı da bunlarla oluşturuyoruz. Kırın zincirlerinizi der gibi diyorum, kırın ekranlarınızı diye.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi