Kitsch’lik akıyor paçalarımızdan.

Son Güncellenme Tarihi: Mart 13, 2022 / 04:11

Kitsch, bir kavram olarak pek çok sanat teriminde olduğu gibi sanatın sınırlarını aşarak bireyleri ve en sonunda da toplumu etkilemeye başladı. Bir özenme halinin sonucunda halk güzelim köy kültüründen uzaklaştı ama kent kültürüne de bir türlü ulaşamadı. Bu ikisinin sentezini yakalayıp melez bir kültür de yaratamadığı için bir “olmamıştık” içinde kaldı. Olmak isteyen ama olamayan bu haliyle, deyim yerindeyse arafta kaldı. İşte o araf kitsch’in ta kendisiydi.

Geçen gün düzenli olarak yaptığımız online felsefe sohbetlerinde Sokrates’in “tümel”leri, başka bir değişle kavramları ve tabii kavramsal düşünceyi felsefeye kazandırmasından bahsediyorduk. Konu birden estetiğe yani sanata geldi. Felsefe böyle bir şey işte. Konuştuğunuz herhangi bir konu, birine başka bir şey çağrıştırır ve bambaşka bir yola dalarsınız. Aslında yeni konuyu ilk konuştuğunuz çağrıştırdığı için belki de “bambaşka” demek de yanlış. Kimileri için bu durum konunun dağıldığı anlamına gelebilir ama öyle değildir. Sadece tali bir yola girmişsinizdir ve konuştuğunuz kavram hakkında yeni bir ufuk açılır önünüzde. Biz de tam da bu durumu yaşayarak Sokrates’in tümel kavramından konuşurken bir anda sanatın, estetiğin yoluna girdik.

Grubumuzun değerli üyesi, sanatçı ve akademisyen sevgili Gökhan Eken kitsch kavramını attı ortaya ve bir sonraki hafta Clement Greenberg’in “Avangard ve Kitsch” adlı ünlü makalesi üzerinden tartışmayı önerdi. Biz de seve seve kabul ettik ve bir sonraki hafta bu makale üzerinden hummalı bir tartışmanın içinde bulduk kendimizi. Anlayacağınız yine konu konuyu açtı ve hiç planlamadığımız ama içinde kaybolmaktan keyif aldığımız öğretici bir labirente girdik.

KITSCH DEDİĞİN SADECE SANATTA MI OLUR?

Hiç kuşkusuz hem genel bir tabir olarak hem de Greenberg’in makalesinde işlediği haliyle kitsch esas olarak estetik yani sanatla ilgili bir kavram. Ancak tartışmamız bizi sanat ekseninden sosyal yaşam ve siyaset eksenine doğru kaydırdı. Bir sanat eserinin kitsch olarak tanımlanmasından yola çıktık ama sonrasında şu sorulara cevap aramaya başladık: Bireyin yaşama bakışı, toplum içerisinde kendini var etme biçimi de kitsch olabilir mi? Bu, sadece estetik alanına dair bir kavram mı yoksa kişinin takındığı tavır da kitsch olarak tanımlanabilir mi?

Tabii bu soruları cevaplamak için önce kitsch kavramının ortaya atılışına ve ne demek olduğuna bakmak lazım. Bunu daha net anlayabilmek için de öncelikle Greenberg’in makalesinde kitsch’in karşıtı olarak konumladığı avangard kavramına bakmak kolaylaştırıcı bir yöntem olacaktır. Çok derinlemesine girmeden, basit bir şekilde tanımlayacak olursak avangard öncü demektir. Askeri terminolojide de öncü birlikler için kullanılan bu terim, sanatsal bir kavram olarak da bu anlamı korur. Ancak bununla yetinmez. Avangard bir sanat eserini anlayabilmek için eğitimli olmanız, belli bir bilgi ve birikime sahip olmanız gerekir. Avangard bir eser size kendisini öyle bir anda açmaz. Onu anlamak ve yorumlayabilmek için zihinsel bir çaba göstermeniz gerekir. Yani bir anlamda bu tür bir eserle ilişkiye girmek öyle herkesin harcı değildir.

Bunun karşıtı diyebileceğimiz kitsch ise kişiden eğitim, bilgi-birikim ya da zihinsel bir çaba talep etmez. O zaten kendi kendini anlatan, derinliği olmayan, ne algılıyorsanız o kadar olan bir eser ya da nesnedir. Kolayca anlaşılır ve kolayca tüketilir olandır. Sanatsaldan ziyade ticaridir. Popüler kültürün ürettiği bir nesnedir. Hatta sevgili Gökhan Eken’in deyimiyle popüler olmaktan öte popülisttir. Yani halkın kolayca anlayabileceği ve hoşuna gidecek öğeleri içinde barındıran bir formülle imal edilmiş, büyük kitleler tarafından benimsenerek satın alınabilsin diye üretilmiştir.

HALK İÇİN SANAT

“Ne var bunda? Halkın da sanatı olmasın mı? Sanat sadece elitlerin tekelinde mi kalsın?” diye sorabilirsiniz. “Ne güzel işte… Al sana halk için yapılmış sanat” diyebilirsiniz. Ama kazın ayağı pek öyle değil. Kitsch’in tarihine baktığımızda endüstri devrimiyle ciddi bir bağlantı görüyoruz. Endüstrileşmeyle birlikte artan işçi ihtiyacı kırsal kesimdeki köylüler tarafından giderildi. Köyden kente göç eden insanlar zaman geçtikçe yaşadıkları kentin kültürüne özenmeye başladılar ve bu kültüre sahip olmak istediler. Ancak kent kültürünün talep ettiği entelektüel yaklaşımı karşılayamadılar. Bunun üzerine benzer bir kültürü yaşayabilmek için taklit yoluna gittiler. Bir Picasso resminin karşısında çaresiz kalanlar, çok daha kolay algılayabildikleri Repin eserlerine yöneldiler. Çünkü o da resimdi, bu da resimdi. Üstelik Repin eserleri karşısındaki özneden entelektüel bir derinlik talep etmiyordu. Onları herkes anlıyordu. İşte bunu keşfeden sanat simsarları burada ekonomik bir potansiyel gördüler. Kolay anlaşılır resimler bir de ucuza satılmaya başlandığında tabiri caizse sürümden kazanmaya başlayan bir sanat piyasası oluşmaya başladı. Hem sanatsal değeri hem de ekonomik değeri düşük olan bu eserler biraz para kazanmış kent-köylülerin ev duvarlarını süslemeye başladı. Bu anlamda kentlileri kültürel olarak yakalayamayan köylüler, onları taklit ederek sosyal bir statü elde ettiklerini düşünmeye başladılar. İşte kitsch özetle böyle doğdu. Zamanla da sanatsal ve ekonomik değeri düşük, kolay anlaşılır ve kolay tüketilir sanat eserinden bir bakış açısına, bir hayat görüşüne, bir tavra dönüştü.

(Tabii burada kitsch’i adeta bir manifesto gibi kullanan Andy Warhol gibi pop-art akımının önemli üyelerinin eserlerindeki düşünsel arka planı ayrıca değerlendirmek gerekebilir. Ben bu konuda kendimi o kadar yetkin görmediğim için kişisel bir yorum yapmaktan çekiniyor ve o alanı sanat uzmanlarına, sanat tarihçilerine, sanat eleştirmelerine bırakmayı tercih ediyorum.)

OLMAK YA DA OLAMAMAK

Kitsch’in sosyal hayatı, dolayısıyla bireyleri ve en sonunda da toplumu etkilemeye başlaması konusuna dönersek, yukarıda bahsettiğim özenme halinin sonucunda halk güzelim köy kültüründen uzaklaştı ama kent kültürüne de bir türlü ulaşamadı. Bu ikisinin sentezini yakalayıp melez bir kültür de yaratamadığı için bir “olmamıştık” içinde kaldı. Olmak isteyen ama olamayan bu haliyle, deyim yerindeyse arafta kaldı. İşte o araf kitsch’in ta kendisiydi.

Artık bir tavra dönüşen kitsch, bu aşamadan sonra kolay anlaşılırlığın yarattığı bir bilgisizlik halini beslemeye başladı. Yani o sanat eserinin sırrına kolayca ulaşabilme, hatta o eserin bir sırrının olmaması durumu, bilgiye olan ihtiyacı da ortadan kaldırdığı için gelişimin de yolunu tıkamaya başladı. Kitsch’in muhafazakâr tavrı avangard’ın öncü, ilerici ve gelişimci tavrının yerini almaya başladı. Bir sanat eserinin bilgisiz insana verdiği hoşnutluk ve doygunluk hali insanı daha derin bir dünyaya dalma isteğinden uzaklaştırdı ve bilgisizliği körükledi. Kitsch, bir tavır olarak toplumun baskın kültürü haline geldiğinde ve hatta siyasi erki ele geçirdiğinde ise bilgisizlik yüceltilmeye, bilgi ise aşağılanmaya başladı.

Toplumu etki altına almakta çok etkili olan medya, reklam, pazarlama gibi sektörler ve tabii ki siyaset bu kitsch tavrı bir şov dünyasına dönüştürmekte gecikmedi. Yapay, ucuz ve bayağı her şeyi “halk bunu istiyor, halk bundan anlıyor” bahanesiyle değerli kılmaya başladı. İlk başlarda sermayenin keşfettiği kitsch-köylü ilişkisi popülist eylemlerle baskın kültür haline getirildi ve buradan ciddi bir de ekonomik değer devşirildi.

TV’lerde boy gösteren bol kavgalı şovlara dönüştürülmüş magazin programları, yemek yarışmaları, yüzeysel tartışma programları, aynı hikâyeler üzerinden döndürülen popüler diziler hatta her şeyi bir şov ve eğlence unsuru gibi aktaran haber vermeyen haber bültenleri… Hepsi kitsch birer popüler (popülist) kültür öğesi olarak insanlara sunulmaya başlandı.

OLAMAMIŞLARIN HEGAMONYASI

Kitsch’i toplumun normu yani normali, haline getirmeye çalışan bu tavırlar, hayatın her alanında kendisine yer bulmaya, değer görmeye başladı. Hatırladığım kadarıyla İbrahim Tatlıses’in hayatımıza soktuğu lahmacunla, çiğ köfteyle viski içmek diye bir şey vardı. Tam bir kitsch tavır örneği… 1.000 odalı sarayda oymalı kakmalı, altın varaklı mobilyalarda ejder meyvesi yemek… Tipik bir kitch tavır değil mi? Bu tavrın şova dönüştürülmüş dünyasında, itibarı bilgiyle, liyakatle değil de saraylarla, konvoylara ölçmek, bir de üstüne “itibardan tasarruf olmaz” demek kitsch’liğin üstüne tüy dikmek değil mi? “Ben kitap okumam, vaktim yok, arkadaşlar bana özet geçerler” diyen birisinin kitap yaz(dır)ması, anlamadığı sanat eseri için “tükürürüm böyle sanata” demesi kitsch’liğin bayrağını taşımak değil de nedir?

Kenan Evren’in Pablo Picasso’nun ‘Les Femmes D’Alger’ (Cezayir Kadınları) adlı tablosunu gördükten sonra “ben de yaparım bunu” demesi ve bu sözünü alkışlayanların olması… Bir müzayedede Kenan Evren’in çiziktirdiği bir resmin Bedri Rahmi’nin eserinin 8 katı fiyata alıcı bulması, aynı müzayedede Cihat Burak’ın eserinin satılamamış olması… Bunlar sadece Kenan Evren’in siyasi erki elinde bulundurmasıyla açıklanabilir mi?

Dünyada kitsch’in en büyük ihracatçısı olan Amerika Birleşik Devletleri’nden, dünyanın en yüksek binası bende olsun hırsıyla Burj Khalifa’yı inşa ettiren Birleşik Arap Emirlikleri’nden aşağı kalır bir kitsch’liğimiz yok hani. Bu kitsch kültür sadece sanata, mimariye bakış açımızda değil, genel yaşam tarzımızda, dünyaya bakış açımızda da çok net görülüyor. Siyasi erkin hemen her eyleminden kitsch’lik akıyor. Bilgiyi, elit kültürü aşağılamak, avangard’ı yenmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Sahip olamadığını taklit etmekle kalmayıp ulaşamadığını da yıkmak istiyor. Bunu için bilgiye, bilenlere, elitlere karşı duyduğu kine gem vuramıyor. “Ya benim olsun, benim olamıyorsa da yok olsun” tavrıyla kitsch’likle vandallık arasında gidip geliyor. Türkiye’nin elitlerini yetiştiren en önemli kurumlardan biri olan Boğaziçi Üniversitesi’ne karşı yıkıcı tavrı da bundan, doktorlara “giderseniz gidin, biz yeni mezunlarla yürütürüz sistemi” demesi de bundan… Hepsi de olmamışların, olamamışların, olamayacakların kitsch tavırları.

Gönç Selen

1973 yılında İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Saint Benoit Fransız Lisesi’nde tamamladıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Daha sonra Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde Siyaset Bilimi, Galatasaray Üniversitesi’nde ise Felsefe yüksek lisans eğitimi aldı. Ama tezlerini teslim etmeden ruhunu şeytana satıp reklamcı oldu.

Profesyonel kariyerine 2000 yılında Medina Turgul DDB’nin kreatif ekibinde reklam yazarı olarak başlayan Selen, 2007 yılında reklam yazarlığını kısmen bırakarak yine Medina Turgul DDB’de müşteri ilişkileri direktörü olarak görev yapmaya devam etti. 2010 yılında kurucu ortağı olduğu Reklam Çiftliği isimli reklam ajansında kariyerine kreatif direktör ve pazarlama danışmanı olarak devam etti. Medina Turgul DDB ve Reklam Çiftliği’nde görevinden ayrılana kadar hemen hemen her sektörden pek çok ulusal ve uluslararası markaya hizmet verdi.Yine kurucu ortağı olduğu Lokomotif Eğitim ve Danışmanlık Şirketi’nde ise pek çok kuruma eğitim verdi. Eğitim verdiği konular arasında Pazarlama, Marka Yönetimi, İşveren Markası Olmak, İK Pazarlama, Hikâye Anlatımı ve Sunum Teknikleri, Zor Kişilerle Başa Çıkma, Satışçılar İçin Pazarlama gibi başlıklar yer alıyor.

Şubat 2021 tarihinden bu yana ruhunu şeytandan geri alabilmek için online “Felsefe Seminerleri” düzenliyor. Bu seminerlerde günümüz dünyasını felsefe tarihi ve filozofların görüşleri, ortaya attıkları kavramlar üzerinden anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor.

2022 yılında kurduğu Gönç Selen Danışmanlık Şirketi’nde yönetim danışmanlığı hizmeti veriyor. Bunun yanı sıra yaptığı çalışmalarla felsefenin iş dünyasında da işlevsel hale gelmesine katkıda bulunmaya çalışıyor. Türkiye’nin önemli şirketlerinin üst düzey yöneticilerine, yönetim kurullarına, eğitim şirketlerinin eğitmen ve danışmanlarına felsefe eğitimi ve felsefî danışmanlık hizmeti veriyor. Şirket yöneticileri ve eğitmenlerle birlikte felsefî düşünme antrenmanları yaparak; eleştirel aklı ve stratejik düşünceyi profesyonel hayatta kullanılabilir hale getirmeye çalışıyor.

Şubat 2021’de Gazete Pencere yazarları arasına katılan Gönç Selen, esas mesleği olan felsefe dışında, edebiyat ve müzikle de ilgileniyor. İyi derecede İngilizce, Fransızca ve başlangıç düzeyinde Antik Yunanca biliyor.

Gönç Selen bekâr ve hiç çocuk babasıdır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top