“KLASİK EDEBİYATI KÖTÜ İLAN ETTİK BUNUNLA SORUNUM VAR”

Don Quijote, Hamlet, Robinson Crusoe, Frankenstein, Goriot Baba, Jane Eyre, Dorian Gray ve Dostoyevski’nin ölümsüz karakteri Raskolnikov. Çağları aşan bu roman karakterleri bugün hala tartışılmaya devam ediyor. Peki bu karakterleri ölümsüz kılan nedir? La Manchalı Asil Şövalye Don Quijote bize ne anlatır veya Robinson Crusoe neden modern insanın ilk örneğidir. Klasikleri klasik yapan nedir? Kitap sayfalarından taşan, etkisi kuşaklar boyu süren bu karakterleri tanımamız neden önemlidir?

Batı Edebiyatı üzerine çalışan, çevirmen Ferit Burak Aydar işte tüm bu soruların yanıtlarını ‘Klasik Okumaları, Kahramanlar Çağı’ kitabında veriyor. Aydar, romanların içinden çıktıkları toplumu tanımamız ve anlamamız için gazeteler ve tarih eserleri kadar faydalı olduğunu belirtiyor ve tek tek incelediği roman karakterleriyle kitabın yazıldığı dönemi, toplumsal normları, ekonomik ve kültürel dönüşümleri irdeliyor. Yazarın ifadesiyle romanı bir tür toplumsal dedektiflik aracı olarak kullanıyor. Yaklaşımını da yazarla anlatıcı arasında ayrım yapan, metni yazardan ayrı ele almak gerektiğini savunan Marksizme borçlu olduğunu söylüyor. Klasiklerle ilgili merak edilenleri ve neden romanın ilk dönemini ‘Kahramanlar Çağı’ olarak adlandırdığını kendisine sorduk.

Don Quijote, Raskolnikov, Robinson Crusoe neden kahraman ve ilk roman örneklerinin verildiği döneme niçin ‘Kahramanlar Çağı’ diyorsunuz?

Yeni bir tür yaratılıyor. O dönem yazarların hem iyimserlik hem gerçekçilik sunma hedefleri var. Eski romanslarda olağanüstü hikayeler vardır ancak bunun karşısına ayakları yere basan bir tür çıkar. Her şeyi başarabileceğine inanmış bir toplumun fertleri vardır. Bu yüzden birdenbire Don Quijote’u, Robinson Crusoe’u görüyoruz. Crusoe dünyayı fethetmeye çıkıyor. Frankenstein yeni bir canlı yaratmaya dönüşüyor. Birdenbire karşımıza topluma kafa tutan fahişe bir karakter çıkıyor, kendi hemcinslerine örnek olabilecek hareketler yapıyor. İdeolojinize uysun uymasın bunlar birer kahramandır. Bunun zıddı olan modern çağda birdenbire karşımıza Joyce’un Cevat Çapan’ın sözleriyle “Helaya tüneyerek romana başlamış” karakterleri çıkar. Arkalarında iz bırakmayı bırakın, tutunamayanlardır. Bu nedenle yakında çıkacak ikinci cilde de tutunamayanlar çağı adını verdim. Neden kahramanlar çağı? Kahraman kelimesinin kendisi bile sorgulanmaya muhtaç. Para için değiştirmeye çalışıyor olabilirsiniz ama kendi küçük dünyasının ötesine gitmeye çalışan, tam da coğrafi keşiflerin yapıldığı dönemde Robinson Crusoe yayınlanıyor. Bu yüzden kahramanlar çağı.

“BASİT HAYATLAR YAŞAYIP MUTLU OLMUYORUZ

ÇÜNKÜ YOZLAŞTIK”

Toplumsal anlamda hala kahramanlar çağını yaşadığımızı söyleyebilir miyiz?

Geç kapitalistleşmiş toplumların zaman çizelgesi, Batı çizgisinden farklı olabiliyor. İletişim araçlarının gelişmesiyle bunların arasında örtüşme olmaya başladı. Türk okuru kahramanı seviyor. Özellikle siyasette kahramanları çok seviyor. Ancak edebiyatta, sanatta, tüm popüler kültür öğelerinde buna roman da dahil şimdi kaybedenler revaçta. Karakter çevresiyle kötü geçiniyorsa, bunalımdaysa bunlar daha çekici. Yeşilçam filmleri klasik romanlara denk düşer. Çoğunun olay örgüsü Shakespeare’den, klasik çağdan alınmıştır. Bugün bu filmleri izlediğimizde çocukluk çağı olarak görüyoruz çünkü biz de aynı derecede yozlaşmışız. Ne kadar yaratıcı bir eser diye bakmıyoruz.  Basit hayatlar yaşayıp, mutluluğa erişip, masallar da burada bitmiştir diyemiyoruz. Yaşadığımız dünya yozlaşmış durumda, bizde onun içinden çıkmış bireyleriz. Kuşkusuz hiçbir zaman hayat tek bir çizgiden ilerlemiyor. Kahramanlar çağında da avcı karakterler var. Tutunamayanlardan sonra üçüncü cilt ‘adlandırılamayanlar çağı’ olabilir. Henüz net değil ama muhtemelen bu ad olacak. Kategoriye dahil edilmek istemeyenlerin olduğu çağdayız. Postmodernizmin bize öğrettiği şey hiçbir kategoriye dahil olmadığımız, ne olduğumuzun belli olmadığı bir durum. O aşama üçüncü ciltte olacak.

“OKURLAR CHARLES DICKENS’A KARAKTERLERİNİ ÖLDÜRMEMESİ İÇİN MEKTUP YAZIP YALVARIR”

Kitabınızda yaşadığımız çağı bir toplumsal ve manevi çöküş çağı olarak da tanımlıyorsunuz. Edebi anlamda da bir çöküşten söz edilebilir mi?

Bunun birkaç başlığı var: Birincisi asla yazarların ahlaksız olduğunu, maneviyatını kaybettiğini veya bize ahlaklı olmayı öğrettiklerini söylemiyorum. Yazarlara misyon biçmiyorum, biçmemek gerektiğini de düşünüyorum. İkincisi yazarlardan bağımsız olarak eserlerin içeriğindeki durumlara bakmak gerekir. Edebiyat eserlerinin bize yaklaşık otuz yıldır bir şey öğretmemesi söylendi. Bir edebiyat eserine siyasi bir metne, dini risaleye bakılır gibi bakılmaz dendi. Egemen ideoloji bunu savunuyor. Halbuki edebiyat tarihinde bunun tersi geçerlidir. Edebiyat eserleri bir misyona sahip olmuştur. Daniel Defoe para için yazmıştır. Para için tüccarlık yapmamış mesela. İnsanların anlatmak istedikleri bir mesele var bunu anlatmaya, topluma bunu aşılamaya çalışmışlar.

Diziler bugün yaşamımızda nasıl rol oynuyorsa o dönem edebiyat da aynı işlevi görmüş.  O kadar popüler hale gelmiş ki roman karakterlerinden dönüşüm beklemiş insanlar. Dickens’ın karakterlerini öldürmemesi için mektuplar yazılır, yalvarır insanlar. İnsanların hayatı için o kadar önemlidir. Manevi çöküş derken kastettiğim şeylerden biri bu. Bütün dünya yok oluşa doğru ilerlerken edebiyatın buna bulaşmaması gerektiği söyleniyor. Bunlar edebiyat dünyasıyla alakası olmayan önermeler. Birine bugün didaktik dediğinizde kötü bir şey olarak adlandırılıyor. Halbuki didaktik olmanın, öğretici olmanın nesi kötü ki? Roman yazarken didaktik yazmanın çok bir sorunu yoktur, büyük yazarlar da didaktik yazarlar. Örneğin Dostoyevski, Tolstoy bazen bir parantez açar, vaaza geçer. Klasik edebiyat anlayışının kötü olduğunu ilan ettik sanki kendi çağımız süpermiş gibi. Benim bununla bir sorunum var.

KİMLİKLER KUTSALLAŞTIRILDI

Postmodernizmle, postmodern edebiyatı birbirinden farklı mı? 

Postmodern edebiyatla ideoloji olan postmodernizmi birbirinden ayırıyorum. Postmodern edebiyat kötü bir şey değil. İyi örnekleri de var. Bugün hepimiz Umberto Eco’yu veya Damızlık Kızın Öyküsü’nü (Margaret Atwood) okumayı seviyoruz. Bunlar da postmodern edebiyat örnekleri. Dizilerde de örneğin Netflix’te anlatı içinde anlatının söz konusu olduğu yapımların fazla olduğunu görüyoruz. Postmodernizmde bir ideoloji var. Bu ideoloji doğrudan doğruya edebiyatla birlikte tek kutuplu dünyaya dönüşen döneme denk düşüyor.  Ancak ideoloji ve edebiyat yansımaları her zaman birebir aynı olmamıştır. Tıpkı roman türünün kapitalizmle ortaya çıkması gibi. Roman kapitalizmin bütün ilkelerini cisimleştirmediği gibi üst yapının bütün kurumlarıyla eş zamanlı ilerlemez. Postmodernizmde ideoloji hatta hiçbir doğru yoktur, her şey görelidir. Einstein’ın böyle bir görüşü yok. Her göreliliğin içerisinde bir mutlak, her mutlağın içinde de bir görelilik vardır.  Bu ideolojide; ‘tutunacak dalımız yoktur, her şey gelip geçicidir aman boş ver’ yaklaşımı söz konusudur. Hatta buna kimlik siyaseti dahil oldu. Mesela şu an kimlik dediğinde durmak zorunda kalıyoruz çünkü kutsal. İnanç gibi… LGBT veya kadınım kutsal. Sorun yok, kimliklerin kendi mücadelelerini vermeleri, haklarını elde etmeleri en temel düstur olmalı ama birbirlerini dışlayıcı unsurlar haline geldi. Kapitalizmin merkezinde ‘kişisel’ derseniz bu kutsal olur. İkame ettiği şeyler kimlik siyaseti dediğimiz ama ne olduğunu da kimsenin bilmediği şeyler. Örneğin ‘siyahların hayatı önemlidir’ de gördüm. Siyah hareketiyle ilgili siyahlar kaç kitap okumuş? Bu çevre hareketi için de geçerli. Marksistlerin, feministlerin kaç tanesi kitap okumuş? Maneviyatın kaybedilmesi sonucunda ortaklaşılacak bir değer kalmamış olur. İstediği zaten parçalamak, işyerine taşeron sokuyor örgütlenemiyorsun.

“OMURGADAN YOKSUNUZ. İLKELERİMİZ OLSA KENDİ KARARLARIMIZI KENDİMİZ VERİRİZ”

Bu durumu kimlik çağının yükselişi olarak tanımlayabiliriz. Benlik algısının sürekli pompolandığını, sosyal medyayla kutsallaştırıldığını görüyoruz. Bunun edebiyattaki iz düşümü ne olur?

Bu duruma adlandırılamayan mı dersiniz, hiçlik çağı mı bilemiyorum. İçinde olduğumuz için göremiyoruz bazen biraz geriye çekilerek bakmamız gerekir. Hegel böyle söyler. Postmodern olduğu için tutunamayanın devamı, kahramanlar çağının da önemli bir önermesi var. Bireyin önemli olduğunu zannediyoruz. Halbuki bireyin öne çıktığı 300-400 yıllık bir geçmişten söz ediyoruz. Gerçek anlamda bireyselliğin ön plana çıkarıldığı eserler; romanlardır. Ele aldığımız birey bütünlükten yoksun bir birey. Ne kendi durumunun farkında, bütün bunların ortasında tercih etmesinin mutlak hakkı olduğunu düşünüyor. Uçlara savruluyor. Ne sunulursa ne revaçtaysa onu seviyor. Ne verirseniz ne servis ederseniz insanlar bunu özümseyip alır. Omurgadan yoksunuz öyle yaşıyoruz kendi ilkelerimiz yok ilkelerimiz olsa kendimiz karar veririz. Bütün dünyaya hakim olan medya karar veriyor. Yakın çağ Avrupa tarihçisiyim. Belki hiçbir Avrupa ülkesinde olmadığı kadar bizde sosyal medya revaçta çünkü yaşanmamış hayatımızı orada yaşıyoruz, en çok ilgimi çeken o. İnsanlar bir şey yazdığımda bu gerçek mi diye soruyor. Gerçeğe Twitter’dan ulaşabileceğini sanan bir insanlık var.

Hap bilgi derdindeyiz değil mi?

İnsanlar bu hale getirilmiş durumda. Bu kadar dikkat dağıtıcının olduğu yerde bu uyumu sağlamak da kolay değil. Dünyada da bir dönüşüm var. Yirmi yıl önce Twitter hatta cep telefonu yoktu. Masaüstü bilgisayar kullanıyorduk. Bu kadar teknolojik dönüşümün olduğu bir dönemde insanların bocalamaları da normal. Biz de AKP dönemine denk geldiği için çifte boşluğa düşmüş durumdayız. Ancak insanlık ilelebet olduğu yerde patinaj çekmez. Instagram, Facebook, Whatsapp’a bakmadan yarım saat geçirilmiyor. 1100 sayfalık bir romanı okuyabilir mi? Hap bilgi bu nesnel zemin üzerinde yükseliyor. Kısaltılmış şeyler çekicilik taşıyor.

KLASİKLER KOLEKTİF HAFIZA YARATIR

Klasikleri neden okumamız gerekir?

Nedeninden ziyade neden okunduğunu da söyleyeyim madem. Yayıncılık sektörü dar boğazda, telif ödemediği kitapları yayınlamak daha ucuza geliyor. Piyasa klasiklerle dolmuş durumda, insanlar da bu kadar çok görürken bundan uzak duramıyor. Klasikler neden okunmalı? İnsanların birinci okuma sebepleri; yeni hayatlar görmek olmalı. Edebiyatın deneyimi paha biçilemez. Sinemanın yapamayacağı şey bu. Sinema nihayetinde çabuk bitiyor. Roman kısa sürede tüketilmediği için zihnimizde demlendiği bir dönem oluyor. Kendimizle iç hesaplaşma sağlamak açısından önemli. İşlevsel yaklaşmakta bir sorun görmüyorum. Başka hayatlar görmek, kendi hayatımızda neyi ne için yaptığımızı keşfetmek için gerekli. İkincisi estetik hazdır. Ayrı koşullarda yaşayan insanın iki kelimeyi yan yana getirmesi ve okurun bundan aldığı hazdır. Bu açıdan da edebiyat eserlerine bakmamız gerekir diye düşünüyorum. Bu eserlerin bazıları edebiyat alimleri tarafından ön plana çıkarıldığı için kalmıştır. 300 yıl boyunca okunuyorsa toplumun kolektif hafızasında yer edinmiştir. Dönüştürücü bir işlevi de var.

Kahramanların ölümsüz olmasının nedeni nedir?

Çok farklı etkenler rol oynuyor: Bir tanesini söyleyeyim kanon denen bir şey var. Kimin ne zaman belirlediğini bilemediğimiz, edebiyat alimlerinin vaktiyle oluşturduğu bir kanon var. Buraya dahil olursanız deyim yerindeyse devlete kapılanmak, sırtınızı yaslamak gibi kanona girdikten sonra ölümsüzleşmenin ilk adımını atmış oluyorsunuz. Birçok eser değerinden bağımsız olarak böyle bir şansa sahip. Vaktiyle buraya girebildiği için sonrasında bunlar popüler kültürde kullanıla kullanıla bugüne kalmıştır.

“EN ÇOK GÜLDÜĞÜM KİTAP DON QUİJOTE”

Sizin sevdiğiniz kahraman kim?

Dorian Gray’in Portresi’nin benim dünyamla hiçbir alakası yok ama seviyorum değişik geliyor. Don Quijote en sevdiğim karakter alabildiğine komik, okurken gülüyorum. Aziz Nesin’in Zübük kitabına da gülmüşümdür ama Don Quijote’deki kadar gülmedim. Bu karakterlerle karşılaşmak hoşuma gidiyor. Trajik karakterleri daha çok seviyorum. Othello ya da Iago’yu severim. Her zaman farklı metinlerde farklı tatlar bulmak gerekiyor. Joyce’un Sanatçının Portresi’ni severim.

Shakespeare’nin ölümsüz eseri Hamlet’te geçen ‘Çürümüş bir şeyler var Danimarka Krallığı’nda’ sözleri 400 yıl öncesinde yazılmış olsa da hala günümüzü anlatıyor. Hamlet bizi bize anlatan bir karakter değil mi? Bunun için mi 400 yıldır geçerliliğini koruyor?

Hamlet’te eylemsizlik var, tıpkı bizim gibi. Eğitim seviyesi her yerde düşüyor, Trump diye biri seçilebiliyor veya en aşırı sağcı ancak küfredip ilişki kurabileceğiniz insanları medeniyetin beşiğinde iktidara taşıyorlar. Üstelik yüz yıl önceki gibi zır cahil de değiller. Bilgiye ulaşıyorlar ama buna rağmen bir şey yapmıyorlar. Dünyayı bir avuç zenginin çekip çevirdiğini biliyoruz. Dünyada açlığın ortadan kaldırılması mümkün ama bununla ilgili bir şey yapmıyoruz. Bunu kabul etmiş durumdayız. Hamlet modern karakterdir. 400 yıl öncesine aittir ama 400 yıl önceki bir insan böyle bir atalet içinde olmadı. Basit düşünür, sebep sonuç ilişkisinin karmaşıklaşmadığı bir dönemdir. Hamlet her türlü kötülüğü yapmış bir karakterdir ama ona acıyoruz, onu üstün bir yere koyuyoruz. Edebiyatın büyüsü burada. Görünenin arkasındakini görebilmek için edebiyatla ilgilenmemiz gerekir. Edebiyat basit olanı sunar ama fikir beynimizde demlendiğinde yerini bulur.

ÇOK SATANLAR

  1. Paulo Coelho, Okçu’nun Yolu
  2. Var mısın? Doğan Cüceloğlu
  3. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli
  4. Kayıp Tanrılar Ülkesi, Ahmet Ümit
  5. Hayat Kaybettiğin Yerden Başlar, Miraç Çağrı Aktaş

HAFTANIN KİTAPLARI

HAMLET’İN BAĞLANAN BASİRETİ ÜZERİNE

Ferit Burak Aydar

Sel Yayıncılık

Ferit Burak Aydar Sel Yayıncılık’tan çıkan kitabında tarihin en tartışmalı ve üzerine pek çok yorum yapılmış kitabı Hamlet’i bir edebi metin olarak inceliyor. Yazar hem tarihsel hem politik örüntüleri çözüyor. Kitapta kahraman olarak Hamlet’i ve Ophelia’nın erkek egemen toplum tarafından delirtilip ölmesi inceleniyor.

İŞÇİNİN VARLIK PROBLEMİ

SINIF, ERKEKLİK VE DUYGULAR ÜZERİNE DENEMELER

Demet Ş. Dinler

Metis Yayınları

Demet Dinler işçinin varlık problemini oluşturan denemelerde; sınıf, ezilme, mağduriyet ve erkeklik meselesini; duygular, performans, eylem ve örgütlenmeye dair yanlarıyla ele alıyor.

YİTİK ÜLKE

Defne Suman

Doğan Kitap

Defne Suman uzun zamandır üzerinde çalıştığı kitabını yayınladı. Doğan Kitap etiketiyle çıkan ‘Yitik Ülke’ Suman’ın tabiriyle “Tek tohumdan bir tarlaya saçılan” öyküler projesinin bir ürünü.  Yazar, okuyucuya büyümek, kadın olmak, kalmak ve gitmek üzerine öyküler anlatıyor.

EFSUN

Selahattin Demirtaş

Dipnot Yayınları

Selahattin Demirtaş Leylan, Devran, Seher kitaplarının ardından Efsun kitabıyla okuyucuyla buluşuyor. Çağdaş bir aşk hikayesi olarak da nitelendirilebilecek eser acının mizahla harmanladığı bir kitap.

SOKAĞIN SESLERİ

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOKAK MÜZİĞİ

Sedat Anar

İletişim Yayınları

Sedat Anar ‘Sokağın Sesleri’ kitabıyla Türkiye’de sokak müzisyenlerinin yaşamını, zorlu mücadelelerini, sokakta başlayıp daha sonra albüm yapmaya kadar uzanan yaşam hikayelerini okuyucuyla buluşturuyor.

KİTAP KURTLARI NE OKUSUN?

KARANLIĞA YAKALANMAK

Vassiliki Nevrokopli

Günışığı Kitaplığı

Çağdaş Yunan edebiyatının ödüllü yazarlarından Vassiliki Nevrokopli, Türkçe’deki ilk romanında sıradan bir gencin dönüşüm yolcuğunu anlatıyor. Yazar uzun bir elektrik kesintisinin sosyal yaşamdan, teknoloji alışkanlıklarına dek her şeyi alt üst eden beklenmedik sonuçlarını bir gencin gözünden öyküleştiriyor.

BÖCEKLERİN SAVAŞI

M.G Leonard

Domingo Yayınları

İnsanlık kuşatma altında. Gelecek üç çocuğa ve onların böceklerine bağlı. Domingo Yayınları’ndan çıkan Böcek Çocuk üçlemesi macera severleri bekliyor.

SONSUZLUK KÜTÜPHANESİ

Mavisel Yener

Tudem Yayınları

Mavisel Yenel yeni kitabında okuyucuya insanlığın en kadim ve değerli bilgisinin kütüphanelerde saklı olduğunu hatırlatıyor. Maskanunka Adası’nda ‘hayal gücü sendromu’ yaygınlaşıp herkes hayal kurmaya başlayınca, kitap okumak yasaklanır ve kütüphaneler de kapatılır. Bu kararın sonucunda ada halkının dünyayı algılayışı ve öncelikleri zamanla değişir. İnsanların kitapları unuttuğu bir dönemde Pinokyo’nun yolu adaya düşer. Daha sonra Ezop, Jules Verne’yi sahnede görürüz.

Ferit Burak Aydar kimdir?

İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu yazar, çevirmen ve editördür. William Shakespeare, Virginia Woolf, Terry Eagleton, Fredric Jameson, Charles Dickens, Edward Said, György Lukacs, David Hume, V.İ Lenin, Daniel Defoe gibi yazarların kitapları başta olmak üzere yayınlanmış seksenden fazla çevirisi vardır. İspanya İç Savaşı’nın İzinde (2017), 1917: Devrimin Rapsodisi (2017), Hamlet’in Bağlanan Basireti Üzerine: Hamlet ve Sürünceme (2020), Klasik Okumaları-I Kahramanlar Çağı kitapları vardır. Kahramanlar Çağı’nın ardından Klasik Okumaları -II Tutunamayanlar serisi yayınlanacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi