KORONA VİRÜSÜN DE KADINA ŞİDDETİN DE PANZEHİRİ LAİKLİKTİR

Eğitimde bilimsel metodu mu, yoksa geleneksel resmi anlatıyı mı kullanacağız? Kadın hakları konusunda referansımız evrensel hukuk mu yoksa dini referanslar mı olacak? Demokrasi mi yoksa totaliter diktatörlük mü olacağız? Covid-19’u aşı bularak, ilaç geliştirerek mi yoksa dua ederek mi yeneceğiz?!.. Soruları şu şekilde sürdürmek gerekiyor: Laiklik olmadan kadın erkek eşitliği olabilir mi? Laiklik olmadan en iyi ilk 500 üniversite içerisine okullarımızı sokabilir miyiz? Laiklik olmadan akılcı bir dış politika izleyebilir miyiz? Laiklik olmadan haber alma hakkımızı kullanabilir miyiz? Laiklik olmadan bireyleri, en sonunda da kendimizi savunabilir miyiz?

Covid-19 salgınının tüm dünyayı sosyal, ekonomik ve siyasal olarak etkilediği bir dönemdeyiz. Bu pandemi sonrasında ortaya çıkacak tablonun nasıl olacağı yönünde tartışmalar, öngörüler devam ediyor. Bir kesim bu sürecin ağır ekonomik krizler getireceğini söylerken bir başka kesim ise bunun bazı fırsatlara yol açacağını söylüyor. Yazımın başlığı çok “iddialı” gözükse de Türkiye’yi saran salgının içinde her gün yaşanan bir kadın cinayeti ve gericilik virüsü haberleri karşısında başka bir gerçeğin etrafında bir mum daha yakmak gerekiyor.  

Sekülerizm ve laikliğin çevresinin, köktendincilik (fundamentalizm) tarafından kuşatılmış olduğu tarihsel sürecimizde yer alan kavram kargaşasını en berrak biçimde ortaya koymak sadece yaşadıklarımıza değil, yaşayabileceklerimize de ışık tutabilir.

Cehalet bayraktarlarının balonları

Laiklik her ne kadar en basit tabiriyle “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” gibi gösterilse de durum daha başka.

Konunun sadece yönetim biçimi ile ilgili olmadığını anlamak ve ardından “idrak” etmek gerekiyor: Sosyal yaşamdan dış politikaya, eğitimden sağlığa, medeni kanundan toplumsal bütün sözleşmelere kadar hangi tarafta durmamız gerektiğini ve mevcut durumu bu kavramlar bizlere gösteriyor.

Siyasal papağanlığın karşısında kavramsal papağanlık balonlarının şiştiği dönemin içinden geçiyoruz. Yaşanılan her sıkıntının nedenini geçmiş döneme, Cumhuriyet kadrolarına veya laiklik yanlılarına bağlayan sistem ise tıkanmış durumda. 

“Cehalet” bayraktarlarının en profesyonel oldukları nokta, sadece kavramların içini boşaltmak değil. O kavramların içini boşaltarak, kendi karşıt taleplerinin de o balona doldurulmasında profesyonel olduklarını anlamak gerekiyor.

Laiklik bir yaşam biçimidir

Laikliğin sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek olmadığını söyleyelim. Laiklik asıl olarak; bireylerin yaşam biçiminin ne olması/olmaması yönünde bir tarihsel ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Yani nasıl yaşayacağız? Kültürel formlarımızın içeriği ne olacak? Bu sorulara yanıt verirken bu kurguyu yapacak “taliplere” de bakmak gerekiyor. 

Kapitalist dönemin başlamasıyla, yani aydınlanma çağıyla aklın özgürleşmesinin yolu açılmıştı. Avrupa’da yaşanan burjuva devrimleriyle beraber sınıfsal yapılar ortaya çıkmış ve toplumsal yapıyı belirleyen en güçlü argümanların arasına sekülerizm de katılmıştı. Yeni Türkiye’yi kuranların bir bölümü, Batı ile sosyal, ekonomik ve siyasal olarak açılan makasın farkındaydı. Ümmet ideolojisi ile bu farkın kapanmayacağını, aksine daha da açılacağını da gördüler.

Laikliğin devlet ve hukuk sistemi halinde getirilmesi ve uygulanması gerekliliğini biliyorlardı.  Avrupa, yaklaşık dört yüzyıl süren kanlı bir mücadele, yüzbinlerin öldüğü mezhep savaşları sonrası laik devlet düzenine kavuşmuş ve bu sayede de eğitimde, sanatta, ekonomide, sosyal yaşamda çağdaş seviyeyi belirlemişti.  Böylece batı toplumları kendilerini baskı altına almak isteyen dinsel veya siyasi oluşumları kontrol ve denetim altına almışlar, bilim, akıl, eşitlik ve özgür düşünce önündeki oluşumlara dur diyerek medeniyette ve yaşam kalitelerinde ilerleme sağlamışlardı.

Cumhuriyet’in ‘Birey-Yurttaş’ ihtiyacı

Cumhuriyet’le modern bir uluslaşma yaratmak isteyen kurucu kadro, kulu “birey”, tebaayı da “vatandaş” yapmazlarsa başarılı olamayacaklarını ve Avrupa ile aralarındaki farkın kapanamayacağının bilincindeydi.

Çok partili hayata geçtikten sonra bugüne kadar yaşanan tarihi siyasal süreçte İslamcılığın politik bir argüman olarak kullanılması konusu, bu ülkede yaşayanların “kul” mu yoksa “yurttaş” mı olacağının kavgasının adıdır. Yani dış politikada mezhepsel mi yoksa yönünü Batıya dönmüş bir ülke mi olacağız? Eğitimde bilimsel metodu mu, yoksa geleneksel resmi anlatıyı mı kullanacağız? Kadın hakları konusunda referansımız evrensel hukuk mu yoksa dini referanslar mı olacak? Demokrasi mi yoksa totaliter diktatörlük mü olacağız? Covid-19’u aşı bularak, ilaç geliştirerek mi yoksa dua ederek mi yeneceğiz?!..

Bu sorulara verilecek her yanıt, lalikliğin ne olduğundan çok aslında ne “olmadığını” bizlere gösterecek.

Soruları şu şekilde sürdürmek gerekiyor; Laiklik olmadan kadın erkek eşitliği olabilir mi? Laiklik olmadan en iyi ilk 500 üniversite içerisine okullarımızı sokabilir miyiz? Laiklik olmadan akılcı bir dış politika izleyebilir miyiz? Laiklik olmadan haber alma hakkımızı kullanabilir miyiz? Laiklik olmadan bireyleri, en sonunda da kendimizi savunabilir miyiz?

Gücünü dini referanslardan alanlar karşıtını mutlaka yaratacak ve her yerde bir “öteki” oluşturacaktır. Dünya haritasını önünüze serin. Mezhep, etnik kavgası ve kıyımlarının yaşandığı, kadınların “recm” edildiği ülkelerde laiklik var mı? Peki kadınların sosyal hayatta etkin oldukları ülkelerde laiklik yaşamın neresinde?

Bir de magazin sorusu olsun; en köktendinci, laiklik karşıtı ailelerin bazıları neden çocuklarını eğitim için Suudi Arabistan ya da Mısır’a değil de Avrupa’ya gönderir?!

Sosyal barışın yolu laiklikten geçer

Bugün, Avrupa’da ekonominin belirleyicisi olan devletlerde yer alan Hristiyan partiler dahi ağırlıklı olarak dinsel değil; milliyetçilik üzerinden referans göstermektedir.  Seçmeni mobilize etmek isteyen bazı Avrupalı siyasetçilerin ara ara kullandıkları dinsel referanslar dahi bir anlık “hevesin” ötesine gitmiyor. Şimdilik tabi…

Laiklik dini ve siyasi otoritelerin bir diğerinden ayrılması, din işlerinin bireysel sayılarak kişilerin vicdanına terk edilmesi ve devletin dinler, mezhepler, inançlar karşısında tarafsız kalarak inanç ve ifade özgürlüğünün sağlanmasıdır. İslamiyet’te olmayan “ruhban” sınıfının bireyden uzak tutularak o kişinin Allah’a daha yakın hale gelmesine olanak kılan laiklik olabilir mi?!

Türkiye’yi bölgede yaşanan dinsel ve mezhepsel çatışmalardan uzak tutarak bütün vatandaşları barış içinde ayrımsız bir şekilde ortak paydada buluşturan ana etken, eksik de olsa laiklik pratiğidir.

Laikliğe saldırı arttıkça; insan hakları ihlallerinin, çocuk istismarının, kadına şiddetin de aynı paralelde artması tesadüf değil. Tıpkı seküler ve çağdaş bilim insanlarının bu virüse bir gün aşı bulacağının tesadüf olmaması gibi…

Sonuç: Laiklik panzehirdir!

Siz bu yazıyı okurken, Covid-19 virüsüne karşı bilim insanları şu anda hem hastalığın zararlarını azaltmak hem de aşı bulmak için uğraşıyor. Köktendinciler dahi seküler bilim insanlarından iyi bir haber bekliyor. Artan kadına şiddet ve istismar vakalarında bunu “meşrulaştıranların” karşısında halen aydınlanmacılar bulunuyor.

“Bu pandemi sonrasında ne olacak, bizi nasıl bir dünya bekliyor?” sorusuna verilecek en gerçekçi cevaplardan birisi bana göre şu; Buna her toplum ve insanlık kendi karar verecek. Daha güzel bir dünyayı da seçebiliriz, daha da kötüsünü de.

Sonuç olarak evet; iddialı da olsa söylemek gerekiyor; Covid-19 Virüsünün ve kadına şiddetin panzehiri Laikliktir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi