Küresel Rekabetin Odağında Ukrayna

Son Güncellenme Tarihi: Nisan 18, 2021 / 22:36

Rusya’nın Mart sonu Nisan başından itibaren Ukrayna sınırına askeri yığınak yapmaya başlamasının yarattığı gerginlik uluslararası alanda yüzleri yeniden ve hızlıca Ukrayna’ya döndürdü.

Başkan Putin yaşanacakların işaret fişeğini aslında Şubat sonu Mart başında Donbas’ta artan gerginlik ve çatışma sonrasında Emmanuel Makron ve Angela Merkel ile 30 Mart’ta yaptığı video konferansta atmıştı. Putin bu görüşmede iki meslektaşına Kiev’in Donbas’taki durumu istikrarsızlaştırdığını ileri sürerek Rusya’nın çekincelerini iletmişti.
Rusya Ukrayna ile neyi paylaşamıyor?
Ukrayna’da siyaset ve toplumsal yapı, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün hemen sonrasından bugüne, AB ve NATO üyeliği bağlamında Batı’yla yakın ilişikler kurulması ile Rusya ile yakın ilişkilerin korunması denklemine sıkışmış bir biçimde şekillendi. 2004 Turuncu Devrimi ve sonrasında Kasım 2013’te başlayan Meydan Hareketi olarak da anılan sokak gösterilerinin sonucunda Yanukoviç’in Moskova’ya kaçışıyla Batı yanlısı grubun zaferi olarak kabul edilen 2014 Devrimi’ne Rusya’nın cevabı Mart 2014’te Kırım’ın ilhakı oldu.
Buna ABD ve AB’nin yaptırımlarla cevap vermesini takiben Ukrayna’nın Rusya ile sınır teşkil eden Donbas Bölgesinde yaşananlar, Rusya’nın işin arkasını bırakmayacağının işaretiydi. Rusya’nın desteğini alan ve Rusça konuşan ‘küçük yeşil adamlar ya da gönüllüler’den oluşan ayrılıkçı paramiliter gruplar Donetsk ve Luhansk bölgelerinde kontrolü ele geçirerek tek taraflı olarak bağımsız Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerinin kurulduğunu ilan ettiler. Kiev yönetiminin buna tepkisi ise Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü vurgulayan ve Rusya’yı ‘saldırgan ülke’ olarak tanıyan bir yasanın çıkartılması ve Batı desteğinin aranması oldu.
Taraflar arasında Temmuz 2020’de sağlanan kapsamlı ateşkes ise son dönemde sık sık ihlal ediliyor.
Ukrayna Rusya için Batı ile rekabette kaybedilemeyecek son kale olarak görülüyor. Kırım ve Donbas’ta yaşananların Kiev’in AB ve NATO üyeliği siyasetinin sonunu getirmemesi Moskova tarafından kabul edilemiyor. Rusya’nın NATO ile arasındaki bu alanın bir tampon bölge olarak korunması adeta bir beka meselesi olarak kabul ediliyor. Bu muhtemelen Moskova’nın maliyeti ne olursa olsun Washington ve Brüksel’e rağmen elde etmek istediği öncelikli bir stratejik hedef.
Rusya’nın bu bağlamdaki temel hedeflerini Ukrayna anayasasında değişiklik yapılarak ayrılıkçıların kontrolündeki Donbas bölgesine özel statü verilmesi ve bölgedeki çatışan taraflara mensup herkes için af çıkarılmasının sağlanması oluşturuyor. Bu yaklaşım, Rusya’nın yakın çevresinde izlediği Rusça konuşan topluluklara vatandaşlık verilerek zamanı geldiğinde bu toprakların işgal-ilhak edilmesi yönündeki politikanın bir tür standart ön adımı.
Zelenski ve Ukrayna’nın tepkisi
Ukrayna Devlet Başkanı Volodomir Zelenski’nin 2019 baharında ülkeye barış getirme söylemi üzerine inşa ettiği kampanya sonrasında Başkan olarak seçilmesi aslında Moskova için de anlaşma bağlamında bir umut ışığı olarak görülmüştü. Nitekim Zelenski ile Putin Aralık 2019’da Paris’te bir araya gelerek Doğu Ukrayna’da ‘tam ve kapsamlı’ bir ateşkesin yıl bitmeden uygulanması konusunda anlaştıklarında Moskova’da bu hesapların tuttuğu düşünülmekteydi.
Zelenski, Rusya yanlısı grupların bölgeden çekilmemesi üzerine tavrını değiştirerek Ukrayna’nın egemenlik ve bağımsızlığını öne çıkartan bir söylem geliştirdi. Rusya’ya yakın olarak görülen isimleri tutukladı, yayınları engelledi. Kiev’in Donbas konusunu askeri açıdan ele alması ihtimali ise yukarıda da belirtildiği üzere 2021 başından itibaren gerginliğin tırmanmasını beraberinde getirdi.
Şimdi Rusya’nın Zelenski’yi aynı 2008’de Gürcistan’da Saakaşvili’yi düşürdüğüne benzer bir tuzağa düşürerek Donbas’a yönelik bir askeri harekâta kalkışmaya yönlendirdiği, zorladığı iddiaları gündemi işgal ediyor.
ABD’nin Tavrı
Son yaşananlar bölgede birçok ülkede yakından takip edilen ve anlaşılmaya çalışılan yeni Amerikan politikasını da belirginleştirdi. Şimdiye kadar başta ABD olmak üzere Batılı müttefikler Rusya ile askeri bir çatışmaya girmeden Rusya’yı saldırgan tavrından vaz geçmeye davet eden, Ukrayna’nın egemenlik ve toprak bütünlüğünü destekleyen bir yaklaşım sergilediler.
Söylemi destekleyen eylemler ise Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulanırken Ukrayna’ya ekonomik ve siyasi destek verilmesi üzerine inşa edildi. Bu her ne kadar ancak uzun vadede sonuç verecek bir yaklaşım olsa da kapsamlı bir çatışmanın önüne geçerek Rusya’yı rahatsız ettiği de aşikâr. Nitekim gerginliğin artması üzerine Amerikan Avrupa Komutanlığı üst düzeyde alarm seviyesine geçirilirken ABD Başkanı Joe Biden da uzun süredir beklenen telefon aramasını yaparak Zelenski’ye Rusya’nın Kırım ve Donbas’ta izlediği saldırganlık karşısında ABD’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğine yönelik ‘tereddütsüz’ desteğini yineledi.
Benzer açıklamaların ittifakın Avrupalı unsurlarından da geldi. Gerginliğin Rusya karşıtı grubu, kıyıdaşları da içerecek biçimde Karadeniz’in geneline yansıması ihtimali ise gündeme Birinci Dünya Savaşı öncesi tarihsel örnekleri de getiren bir seri endişe ve tartışmayı getiriyor.
Diğer yandan Biden ile Putin arasında yapılan ve ‘küresel ve bölgesel’ konuların ele alındığının belirtildiği telefon görüşmesinde Biden’ın Putin’i ikiliyi ilgilendiren genel konuların kapsamlı bir biçimde ele alınacağı bir zirveye davet etmesi gerginliği düşürmüş gibi oldu.
Türkiye Denklemin Neresinde
Batılı aktörleri içine çeken, Kırım’ı ve dolayısıyla Karadeniz’i de içeren bir Rusya-Ukrayna gerginliği söz konusu olduğunda Türkiye’yi denklemin dışında tutmak mümkün olamaz. Donbas odaklı Rusya-Ukrayna gerginliği, Türkiye’de 104 amiral tarafından imzalanan mektubun ağır iç siyasi etkisi altında Kanal İstanbul adı altında İstanbul Boğazına alternatif yeni bir kanalın inşasının ve bu bağlamda Montrö Anlaşmasının tartışıldığı bir döneme denk geldi. Bunun üzerine bir de Zelenski’nin 10 Nisan’da Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey toplantısı vesilesiyle gerçekleşen Türkiye ziyaretinin denk gelmesi konuyu birdenbire boyutlandırdı.
Ukrayna şimdiye kadar Karadeniz’den Suriye’ye, Libya’dan Kafkasya’ya dalgalı bir siyasi seyir izleyen Türkiye-Rusya siyasi ilişkilerinde ikincil bir yer edindi. Türkiye her ne kadar Kırım’ın ilhakını tanımadığını defaatle açıklayarak Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü desteklediğini belirtse de Rusya ile ilişkilerini dengede tutmayı tercih etti. Rusya’nın Ukrayna’yı denklemden çıkartan enerji projelerine destek verildi ve Kırım meselesi yüksek sesle dile getirilmedi.
Diğer yandan Türkiye ile Ukrayna arasında 2011’de kurulan stratejik ortaklık, ekonomik ve ticari ilişkilerin yanı sıra askeri işbirliği ve savunma sanayi alanında ortaklıkları da yarattı.
Azerbaycan’da başarıyla kullanılan İHA ve SİHA’lar Ukrayna’ya da satıldı. Bunların Donbas’ta kullanılma ihtimalleri yüksek. Nitekim Dışişleri Bakanı Lavrov bu konuda kendisine sorulan bir soruya cevap olarak Mısır’dan verdiği mesajda Türkiye’nin de dâhil olduğu ‘sorumlu’ ülkeleri Ukrayna’nın ‘militarist eğilimlerini teşvik etmemeleri’ konusunda uyardı.
Rusya’nın daha gelişmeler tazeyken Türkiye’de artan Covid-19 vakaları nedeniyle Türkiye’ye yönelik uçuşları 1,5 aylık süreyle sınırlandırması, Ankara’da Rusya’nın Türkiye’ye yönelik olarak üstü örtülü bir yaptırım uygulayıp uygulamadığının sorgulanmasına neden oldu. Gelişmelerin özellikle Montrö konusunu ve Karadeniz’in güvenliğini gündeme getirmesi ise gerek Türkiye gerekse Rusya açısından ciddi bir gerginlik kaynağı olarak görülebilir.
Sonuçta Ukrayna ile Rusya arasında yükselen Donbas krizi, bölgesel ve küresel yansımalarının yanı sıra Türkiye’ye yönelik etkileri bağlamında gündemde önemli bir yer edinmiş oldu. Bu kriz Türkiye’nin Rusya ile Suriye, Libya ve Kafkasya’da yürüttüğü kontrollü ve hassas ilişkilere yeni bir eklenti olarak belirginleşiyor. Özellikle Karadeniz ve yakın bölgenin güvenliği söz konusu olduğunda gelişmeler her seferinde hem Ankara’ya hem de Moskova’ya Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu bir biçimde hatırlatıyor. Bu konu başlıklarından herhangi birinde yaşanacak bir kırılmanın diğer alanları etkilememesi ise söz konusu değil. İkili ilişkilerin, gerginlik alanlarında yürütülen sınırlı işbirlikleri üzerinden kurulmuş olmasının maliyeti her an ve hiç beklemediğimiz bir düzeyde karşımıza çıkabilir.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top