Kürtler ve Muhalefet

Muhalefet, iktisadi krizin olduğu, hukuki güvenliğin ortadan kalktığı ve özgürlüklerin berhava edildiği bir ortamda, iktidarın kaçınılmaz bir yenilgiye uğrayacağına ve kendisinin de doğal olarak seçimi kazacağına inanıyor. Bu da bir rehavete neden oluyor, muhalefetin Kürtlere dönük bir dil geliştirmesini engelliyor.

Takvimi resmen ilan edilmese de Türkiye bir seçim dönemine girdi. Herkes seçimlere kilitlenmiş durumda; iktidarın ve muhalefetin attığı her adımın arkasında seçim hesapları var. Kürt seçmenler, bu hesapların merkezinde duruyor. Çünkü oyları birbirine yakın seviyelerde seyreden Cumhur ve Millet İttifaklarının kaderleri, bu seçmelerin tercihleriyle şekillenecek gibi görünüyor. Dolayısıyla her iki cephede de gözler Kürt oylarına dikiliyor.

İktidarın, Kürt seçmenlerle ilgili bir sorununun olduğunu -iktidar mensupları dâhil- herkes kabul ediyor. Nitekim önceki dönemlere nispetle Kürt seçmenlerden daha az teveccüh gördüğü araştırmalarla teyit edilen AK Parti’nin bu menfi vaziyeti değiştirmek adına bazı hamleler yapacağı ileri sürülüyor, hatta bekleniyor.
Peki ya muhalefet? Orada Kürtlere dair hangi gündem var? Neler konuşuluyor? Ne yapılması planlanıyor? Muhalefet partilerinin destekçileri Kürtlerin taleplerine nasıl yaklaşıyor ve partilerinden hangi davranışı göstermesini bekliyor?
Görebildiğim kadarıyla, kısmen muhalefetin tavanında ama daha ziyade tabanında, Kürtlere karşı tavrı belirleyen üç duygu öne çıkıyor.

Erken Zafer Havası
İlki, erken zafer havasıdır. Muhalefeti dengesizleştiren bu hava, muhalefetin söylem ve eylemini istikrasız kılıyor. İzah etmeye çalışayım: Muhalefet, oy oranı düşük olduğunda, son derece kapsayıcı bir dile müracaat ediyor. AK Parti iktidarında ülkenin bütün değerlerinin çok örselendiğini ve yeni bir Türkiye’nin kurulması gerektiğini belirtiyor. Yeni Türkiye’de herkesin eşit olacağını, her vatandaşın kimliğinin saygı duyulup tanınacağını, hak ve özgürlük sahasının herkes için genişleteceğini belirtiyor.
Muhalefet içerici olduğu zamanlarda, geçmişten gerekli derslerin hassasiyetle çıkarılacağının ve rövanşist hislere iltifat edilmeyeceğinin altını çiziyor. Gücü ele geçirdiğinde rakip olanları dövmenin sorunları çözmediğini, birbirinin sesini kısmanın yaraları daha da derinleştirdiğini ifade ediyor. Adaletin bütün vatandaşlar için işletilmesinden taviz vermeyen, herkese kucak açan ve herkesin hukukuna sahip çıkan bir siyaset çizgisini savunuyor.
Ne var ki bu sürekli bir çizgi değil; zira muhalefetin oylarının yükseldiği ve iktidarın artık ulaşılabilir bir hedef olduğu hissedildiğinde bu çizgiden sapılıyor. Tavırlarda keskin bir dönüş yaşanıyor, kınlarına konmuş bıçaklar çekiliyor, bastırılmış intikam duyguları yüzeye çıkıyor. İşbirliği, diyalog ve dayanışma gibi kavramlara mültefit nazarlarla bakılmıyor; aksine mahallenin yürek yağlarını eritecek sert söylemler prim yapıyor.
Kendi doğrularına inanç zirveye çıkıyor; işin farklı bir boyutu olabileceğini söyleyenlere anında kapı gösteriliyor. Mutedillikten vazgeçilmemesini ve diğer toplumsal kesimlerle köprüler kurulmasını tavsiye edenlere kırmızı kartlar çıkartılıyor. Artık başarı için kimseye ihtiyacının kalmadığı, kendi başına ve emin adımlarla zafere yürüdüğü inancı, daha düne kadar yan yana durulacağı söylenen “ötekilerin” rahatlıkla dışlanmasını da beraberinde getiriyor.
Seçimin ardından kazanılmasına kesin gözüyle bakılan pastaya kimseyi ortak etmemek, erken ve kolay bir galibiyeti çantada keklik görenlerde baskın bir düşünceye dönüşüyor. Evvela muhafazakârlar, DEVA ve Gelecek partileri, bu düşüncenin hedefi oluyor. Ama Kürtler de payını alıyor bundan. Kısa bir süre öncesine kadar pamuklara sarılan, Kürtler gücenmesin diye sarraf tartısında tartılarak edilen laflar askıya alınıyor, daha hoyrat bir dil revaç buluyor. “Kürtler kendileri bilirler, bize oy verirlerse ne âlâ, vermezlerse de vermesinler. Bir dalga yakaladık iktidara geliyoruz, nerede duracakları artık Kürtlerin sorunu!” minvalinde laflar, bazen doğrudan bazen de ima yoluyla muhataplarına iletiliyor.

Aşırı Özgüven
İkincisi, muhalefette Kürt oylarının kendilerine akacağına dönük aşırı bir özgüvenin varlığıdır. Muhalefet, “Kürtler her halükârda bize oy verecekler, başka kime oy verebilirler ki?” diye düşünüyor. İki sebebi var bunun: Biri, 2019 yerel seçimlerindeki deneyimdir; Kürtlerin o seçimde oy verme davranışının tekrarlanacağına inanıyor. Diğeri ise, iktidarın Kürtlere karşı izlediği siyasetin fenalığıdır. Muhalefete göre, AK Parti-MHP birlikteliğinin icraatları Kürtlerde o kadar büyük bir memnuniyetsizliğe yol açtı ki, muhalefet herhangi manalı bir adım atmasa bile, sırf iktidardan kurtulmak için Kürtler sandığa muhalefet için giderler.
Bir başka ifadeyle muhalefet, kendisi iyi bir şey yapmasa da, iktidar yeterince kötü olduğu için Kürtlerin kendisine yöneleceğini sanıyor. Bazı toplantılarda rast geliyorum, “Ne yani Kürtler, MHP ile ittifak yapan AK Parti’ye mi oy verecek?” diye soruyor muhalefet temsilcileri. Ancak bunu sorarken, muhalefetin iki lokomotifinden birinin İYİ Parti olduğunu akıllarına getirmiyorlar. İktidarın milliyetçi bir esaretin altına girdiğini tespit ediyorlar, ancak benzer bir durumun kendi saflarında yaşandığına ise gözlerini kapatıyorlar.
Yani muhalefetin, kendi doğrularından değil, iktidarın yanlışlarından kaynaklanan bir özgüveni var. Muhalefet, iktisadi krizin olduğu, hukuki güvenliğin ortadan kalktığı ve özgürlüklerin berhava edildiği bir ortamda, iktidarın kaçınılmaz bir yenilgiye uğrayacağına ve kendisinin de doğal olarak seçimi kazacağına inanıyor. Bu da bir rehavete neden oluyor, muhalefetin Kürtlere dönük bir dil geliştirmesini engelliyor. Kürtlerin taleplerinin zaten asgariye indiği bir siyasi iklimde muhalefet, Kürtleri yanında tutmak için gönül okşayıcı bir-iki sözü ve sembolik bir-iki hareketi yeterli buluyor.

Rahatsız Edici Duyarsızlık
Üçüncüsü, Kürtlerden kendi meselelerini bir süre ertelemelerinin istenmesidir. Özetle şöyle bir akıl yürütülüyor: Türkiye’de çok mühim sorunlar var. Herkesin hayatını yakından ilgilendiren bu sorunların çözülmesi, iktidarın bu seçimi kaybetmesine bağlı. Muhalefetin iktidarı yenebilmesi ise muhalefetin birlikteliğini muhafaza etmesini gerekli kılıyor.
Peki, Kürt meselesi bu denklemde nereye oturuyor? Kürt meselesinin Türkiye’nin en hayati sorunlarından biri olduğuna şüphe yok. Keza bu meselenin bir an önce çözülmesi gerektiği de izahtan vareste. Lakin bu meseleyi, seçim sathı malinde gündeme getirmek muhalefet içinde çözülmeler doğurabilir ve muhalefetin birliğini bozabilir.
Muhalefet, bu nedenle Kürtlerden bu nazik vaziyeti görüp biraz daha fedakârlık etmelerini istiyor. Kamuoyu önünde değil ama özel sohbetlerde, samimi görüşmelerde “Kürtler bir dört-beş yıl daha beklese ne olur?” deniliyor. Asıl gayenin iktidarın indirilmesi olduğu, idare kendilerine geçtikten sonra her problemin çözüme kavuşturulacağı, sabırlı olurlarsa Kürtlerin de yaralarına merhem olunacağı belirtiliyor. İktidar değişimine sihirli bir değnek manası yükleniyor; bir zamanların “sosyalizm gelecek herkes eşit olacak” ya da “İslam gelecek zulüm bitecek” sloganlarını andırırcasına, Kürtlerden “iktidar değişecek her şey güzel olacak” söylemine iman etmeleri isteniyor.

Oyunbozanlık
Muhalefetin bir kısmı, bu akıl yürütmelerinin hilafına değerlendirmelerden hazzetmiyor. Misal, Kürtler olmadan muhalefetin seçimden galip çıkamayacağını söylemek, bir el yükseltme, siyasi pazar payını artırma çabası olarak görülüyor. Kürtlerin ellerinin muhalefete mahkûm olmadığını belirtmek, entelektüel bir kuruntu olarak damgalanıyor. Ya da Kürtlerin istemlerine dikkat çekmek ve muhalefetin bu konuda ne yapacağını sormak, bir oyunbozanlıkla eşitleniyor ve “Şimdi sırası mı?” nidaları yükseliyor.
Zannımca, Kürtler muhalefetteki bu manzaradan hoşnut değiller. Sorunların hep halı altına süpürülmesine, kendileriyle hemhal olunmamasına, taleplerine karşı bir hassasiyet geliştirilmemesine içerliyorlar. Kendilerinden dört-beş yıl daha sessizce beklemelerini isteyenlere karşı da “Madem muhalefet Kürtlerin en insani taleplerini bile dillendirmekten kaçınıyor ve siyaseten savunamıyor, o zaman muhalefet de Erdoğan’ın tekrar kazanmasını ve onunla bir dönem daha yaşamayı göze almalı” tepkisini gösterenlerin sayısı artıyor.
Velhasıl erken zafer havası, temelsiz bir özgüven ve can sıkıcı bir duyarsızlık gibi pek de tekin olmayan duygular, muhalefeti iktidardan daha fazla hırpalayabilir. O duygularla bugünden yüzleşmek lazım, yoksa yarın çok geç olabilir!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Vahap Coşkun Arşivi