Kutsalla akrabalık, kutsaldan ihsan, kutsala vergi/kefaret: Kurbanın ‘insanî’ kökenleri

Kurban doğaüstü güçlere yakınlaşmak, onlarla akraba olup kendini daha bir emin hissetmek için kesilir, bir… O güçlerce sağlanan korunma kollanmanın ("can ve mal güvenliği") bedeli olarak, "vergi" niyetine kesilir, iki… Elbette o güçlerden bir şeyler istemek, yani “ihsan” için ve bu istekler karşılandığında da şükran için kesilir, üç… Nihayet, doğaüstü gücü "genel af"a ikna etmeyi hedefleyerek günahlardan arınma, yani kefaret için kesilir, dört…

“Son buzul devrinin bitiminde, tundra bölgesi kuzeye kayarken rengeyikleri de kuzeye göç ettiler ve insanlar onların arkalarına takıldılar. Her yaz güneyin uzak bölgelerinden gelen bir avcı takımı, Hamburg’un yakınındaki Meiendorf’daki küçük bir gölün kıyısında kamp kurmayı âdet edindi. Bu avcılar yüzlerce rengeyiği öldürmeyi başardılar. Fakat her yıl öldürdükleri ilk rengeyiğini yemediler. Öldürdükleri bu ilk hayvanın cesedine bir taş bağlayarak onu, olasılıkla sürünün ruhuna ya da o toprakların koruyucu cinine bir kurban olarak göle attılar. Eğer bu yorum doğru ise bu kaba vahşiler, kurban fikrine ve kurban fikri ile ilişkili olan, öfkelerinin yatıştırılması ve kendileriyle barışılması gereken bazı ruhların bulunduğu düşüncesine 10.000 yıl önce varmış olmalılar.”

Yirminci yüzyılın dünyaca ünlü materyalist arkeolog ve tarihçisi Gordon Childe, popüler ilgiye en açık yapıtlarından “Tarihte Neler Oldu”da, Paleolitik’ten (Taş Devri’nden) Neolitik’e (Tarım’a) geçiş noktasında bir arkeolojik veriye dayalı yukarıdaki yorumuyla kurbanın kökenine ilişkin en dip/geriye giden değerlendirmeyi bize sunar. Burada, sonraki dönemlerde de bu ritüel pratiğin gerçekleştiriliş tarzı ve amacına ilişkin benzer motifler karşımızdadır. Birincisi, besin olarak elde edilmiş ürünün (avın) ilk parçası, doğaüstü planda özneleştirilmiş tasarımlara sunulmaktadır ki bunun insanlık tarihinin sonraki aşamalarından bugüne süre gelen örnekleri (aşağıda da kaydedileceği üzere) sıralanabilir. İkinci olarak, insan toplumsallığının hayat akışında belirleyici olduğuna, insanların kaderine hükmettiğine inanılan varlık tasarımlarını hoşnut etme, tatmin etme ve kendinden yana seferber etme (“ihsan”) hedefi de işte 10 bin yıl öncesinde kurbanın bir temel prensibi olarak karşımızdadır: “Bak, ben sana veriyorum… Ki sen de bana ver!..”

Dinde ilk kurban, “kız meselesi”nden!..

Kurbanın başlıca iki türü vardır; kanlı kurban ve kansız kurban… Yani kurban denince ilk akla geldiği şekilde bir hayvanı alıp boğazlamaktan farklı olarak, istenirse bir sepet meyve-sebze yahut bir buğday demeti de kutsal varlığa/varlıklara kurban olarak sunulabilir.

Ama bizde hayvan kurban etmek esas ve dinen makbul olan "kanlı kurban" ritüeli ki bunun izi bilindiği üzere İbrahimî din geleneğine sürülebilirdir. Bununla birlikte bu din geleneğinde kurbanı ilk uygulamaya koyanların Âdem ile Havva'nın iki oğlu, Habil ile Kabil olduğunu kaydetmek gerekir. Sebep de görünürde kıskançlık-çekememezlik, derinden derine ise "kız meselesi"dir!..

Şöyle özetleyelim: Habil ve abisi Kabil (bu çok fazla dillendirilmemekle beraber) birer ikiz kız kardeşle birlikte doğmuşlardır. Elbette insan soyu, soylanacaktır ve bu aşamada ister istemez kısmî bir ensest müsaade dâhilinde olup Habil ile Kabil, yekdiğerinin ikiz kız kardeşi ile evlenme durumundadırlar. Gel gelelim, Kabil'in ikizi Aklima güzel mi güzel, buna mukabil Habil'in ikizi Lebuda çirkindir. O yüzden Kabil, Lebuda'yı istemez, kendi ikizi Aklima’yı da Habil'e vermeye yanaşmaz. Âdem Peygamber ne yapsın, oğluna söz geçirememektedir ve meseleyi "en üst merci"ye havale ederek oğullarına Tanrı'ya birer kurban sunmaları ve hangisininki kabul olunursa Aklima'nın da onun hakkı olacağını söyler.

Anlatının devamı genelde malumdur; Rab-Allah çiftçilikle uğraşan Kabil'in hasadın ilk ürünü olarak sunduğu bir demet "kurbanlık buğday"a dokunmaz, onu kabul etmez. Hayvancılıkla uğraşan Habil'in sunduğu ilk doğmuş kurbanlık koçu ise, kabul edildiğinin göstergesi olarak ateş görünümlü bir alıcı kuş (Simurg) gönderip üzerine oturtarak yakar.

İbrahimî inanç tarihinde ilk kurban sunumu bu şekilde "kız meselesi" bağlamında ortaya çıkmış gibi görünüyor. Tabii Kabil, Tanrı'nın bu kabulüne rıza göstermemiş, haset ettiği erkek kardeşini öldürmüş, güzeller güzeli ikizini de alıp kaçmış ve lânetlenmiş olarak kayıplara karışmıştır. Dolayısıyla, kurbanın temelinde başta belirttiğimiz gibi insan toplumsallığının en temel prensibi olan "karşılıklılık", yani "Ben sana veriyorum, sen de bana ver" anlayış ve beklentisi varsa eğer, karşılıksız bırakılmak da Kabil'e belli ki çok kötü koymuş, onu bir bakıma Tanrı’ya isyana ve Şeytan’ın yoluna sevk etmiştir!..

Rabbe yakınlık ve vergi olarak kurban

Dikkat edilirse yukarıdaki kurban anlatısında kan akıtma yoktur. Ateşte yakma vardır ve bu belli ki anlatının doğuş bulduğu zaman ve mekânda ateşin (Güneş'in) kutsallığıyla, kutsanmasıyla ve kültleştirilmesiyle de bağlaşık bir durumdur.

Hayvan kurbanının, İslam'ı da içine alan İbrahimî din geleneğinde kan akıtılarak tatbikinin maddi izi ise onu önceleyen Sümer, Babil, Mısır gibi çoktanrıcı geleneklerde sürülebilirdir. İslam-öncesi politeist dönem Arapları da tanrı ve tanrıçalarına bol bol hayvan, kısmen de çocuk, köle, esir olarak insan kurban etmekteydiler. Fakat kanlı kurban ritüelinin İbrahimî gelenekteki "manevi karşılığı", bilindiği üzere İbrahim'in Rabbine sevgisini ispatlamak ve onunla “yakınlaşma” arzusunu tatmin amacıyla oğlunu, kanını da akıtarak Tanrı'ya sunmaya kalkışmasıdır. Aslında odun üzerinde ateşte yakmak da eksik değildir burada; yani hem yakma hem de kesme pratiği iç içe geçmiştir.

Lâkin bilindiği gibi son anda gökten Tanrı'nın işareti gelir; yalnız bu defa gelen, Habil'in koçunu kavuran ateşten bir kuş değil, elinde İbrahim'in oğlunu kurbanlık olarak ikame edecek koçla kanat çırpa çırpa inen bir melektir. İbrahim'e Allah'a sevgisinden emin olunduğu ve bıçağı oğlunun boğazından çekip ilahi kattan gönderilen koçun boğazına çalması bildirilir.

Tevrat'ta İbrahim'in kurbanlık oğlunun adı İshak'tır. Kur'an'da bu anlatının aktarıldığı yerde (Sâffât Suresi) çocuğun ismi geçmez, ama İslam ilahiyatında bu oğlun İsmail olduğu inancı daha baskındır. Her halükârda esas olan, yaratıcıya yakınlık için, en yakınında, canından bir can olandan dahi vazgeçme ameliyesidir. 

Kurbanın bir diğer temel prensibi burada açığa çıkar. Kurban, "Allah ile akraba” olmak için gerçekleştirilen bir ibadettir. Arapça "k-r-b" kökü hem kurban sözcüğünü hem de akraba sözcüğünü yapılandırır. Aynı şekilde kurban geleneğine sıkı sıkıya bağlı diğer inanç olan Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat'ta da "yaklaştıran/yakın kılan" anlamında gorban, bu ibadet pratiğini tanımlamak üzere kullanılmaktadır.

Bununla birlikteTevrat'ta "kurban" karşılığında bir diğer sözcük olarak da minha geçer ve bu "vergi" ya da "bağış" demektir. O halde kurban bir bakıma da "varlık vergisi"dir. Yani yaratıcıya, kendisini yaşattığı, doyurduğu, koruyup kolladığı için insan tarafından verilen karşılık ki Habil-Kabil hikâyesinin bir boyutunda da (ilk hasat edilen buğday ve ilk doğan koç), en başta aktardığımız Taş Devri avcılarının (ilk rengeyiğini göle havale etme) pratiğinde de mevcuttur.

“Genel af” ve “ihsan” dilemek için kurban

Buraya kadar kaydettiklerimizi toparlayacak olursak, demek ki kurban doğaüstü güçlere yakınlaşmak, onlarla akraba olup kendini daha bir emin hissetmek için sunulup kesiliyor, bir. O güçlerce sağlanan korunma kollanmanın ("can ve mal güvenliği") bedeli olarak, "vergi" niyetine kesiliyor, iki. Elbette o güçlerden bir şeyler istemek, yani “ihsan” için ve bu istekler karşılandığında da şükran için kesiliyor, bu da üç.

Tekraren özetleyelim: ”Ben sana veriyorum, karşılığında sen de bana ver!"

"Ben sana yakın olmak için canımdan bir parçadan vazgeçmeye hazırım, sen de bana yakın ol!"

"Ben sana bakıyorum, seni besliyorum; sen de bana bak, beni besle!.."

Bunlara bir de doğaüstü gücü "genel af"a ikna etmeyi hedefleyen kefaret kurbanları eklenebilir ve bunun Hristiyanlıkta öylesine göz kamaştırıcı bir figürü vardır ki o yüzden bu dinde ibadet amacıyla başka kurban kesmeye gerek kalmamaktadır. İsa, insanın Tanrı'ya ilk günahını geri-ödeme olarak kendisini "kurban" kılmıştır. Hani şu, Havva'nın Şeytan'ın dolduruşuyla Âdem'i de kışkırtarak her ikisinin yasak meyveyi yiyip Tanrı'ya karşı gelmesiyle işlenen günah için... O, havarileriyle yediği "Son Yemek"te kendi kanının insanın bu doğuştan gelen günahının bağışlanması için döküldüğünü söyler. Yemekteki ekmek onun bedeninin, şarap da kanının simgesidir ve Hristiyan Komünyon (Ekmek-Şarap) ayininin adının Süryanice Kurbana olarak karşımıza çıkması da bu bakımdan çok manidardır.

Dolayısıyla İsa'nın haç üzerindeki ölümü, onun, insanın Tanrı'ya günah borcunu ödemek için, elbette aynı zamanda Tanrı-Baba'sına kavuşmak için kendini kurban etmesinden başka bir şey değildir. İsa, Hristiyanlıkta ilk ve son kurban olduğu içindir ki kurban kesme bu dinde asli bir ibadet pratiği olarak ortaya çıkmaz.

Kötülüklerimize kurban, “Günah Keçisi”!

Tabii bir kefaret kurbanı daha vardır ki sormayın gitsin!.. Satanizmdeki Şeytan'a kurban sunma pratiğinin bir bakıma benzerini bize “Ehl-i Kitap” din geleneği içerisinden verir bu... Dilimizdeki “günah keçisi” tabirinin kökenini de bulmamızı sağlar!..    

"Günah keçisi", Tevrat'ta zikredilen ve Şeytan'a evrilecek melek Ezazil için kurban edildiği anlatılan keçidir. Bu da bir kefaret, İsrailoğulları'nın günahları için bir "geri-ödeme" olarak, ama iyiliğin tanrısına değil, kötülüğün meleğine sunulan bir kurbandır ve hikâyesi Tevrat'ın "Levililer" bölümünde (özetle) şöyledir:

"Ve Harun bir kura Rab için ve bir kura Azazel [Şeytan] için olmak üzere iki ergeç [erkek keçi]üzerine kura çekecek. Ve Harun, Rab için üzerine kura düşen ergeci takdim edecek ve onu suç takdimesi olarak arz edecektir. Fakat Azazel için üzerine kura düşen ergeci, onun için çöle salıvermek üzre, canlı olarak Rabbin önünde durduracaktır. (…) ve Harun iki elini canlı ergecin başı üzerine koyacak ve İsrailoğullarının bütün fesatlarını ve bütün günahlarını, bütün suçlarını onun üzerinde itiraf edecek; ve bunları ergecin başı üzerine koyacak ve hazırlanmış bir adamın eliyle Azazel için ergeci çöle salıverecek; ve ergeç onların bütün fesatlarını kendi üzerinde ıssız bir diyara taşıyacak." (Tevrat, Levililer, Bap 16).

İşte böyle…

Kurban, insanlığımızın gündeliğinde olan; arzu ve istekten hırs ve kıskançlığa, korkudan kollanmaya, akrabalıktan pazarlığa, "af"tan "vergi"ye kadar her şeyin izdüşümlerini işlerliğinde tespit edebildiğimiz bir ibadet pratiği. 

Hem iyiliğimiz için "torpil" beklediğimiz, hem de en son üzerinde durduğumuz "günah keçisi" örneğinde olduğu gibi kötülüklerimizi transfere yeltendiğimiz bir ritüel. 

Bu itibarla yediğiniz kurban etinde dünden bugüne, günahıyla-sevabıyla insanlığınız vardır, haberiniz olsun!..

Bayramınız da kutlu olsun.

(KAYNAKLAR: Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu [Çev. Alaeddin Şenel-Mete Tunçay], Odak Yayınları, 1974; Gürbüz Erginer, Kurbanın Kökenleri ve Anadolu'da Kanlı Kurban Ritüelleri, YKY, 1997; Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber, Kaynak Yayınları, 1997; Sedat Veyis Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, Gerçek Yayınevi, 1971; Tayfun Atay, Doğadan Duaya: İnancı Gözlemlemek, Oğlak Yayınları, 2020)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi