Licorice Pizza

Bundan böyle, sinemalarda gösterime giren yeni filmleri iyi kötü değerlendirecek, içimden geçenleri dillendireceğim.
Çeşitli platformlarda gösterilen seyretmeye değer dizileri ve filmleri, eski yeni fark etmeden tanıtacağım, umarımm memnun kalırsınız, bizimle görüşlerinizi paylaşırsınız…

Licorice Pizza

Çeşitli dallarda Oscar’a aday gösterileceğini okumuş olmalısınız bu filmin. Adı bir garip söyleniyor, “likıriş” şeklindeymiş söylenişi. Meyan kökü anlamına geliyor. Filmin adının daha çekilirken çok anılması, yönetmen kaynaklı, yani Paul Thomas Anderson…
İlk büyük çıkışını 1998’de gösterilen Ateşli Geceler (Boogie Nights) filmiyle yapmış, hayli ses getirmişti. Merakla beklenen bir sonraki filmi Manolya (Magnolia) da çok beğenilmişti, ama 2000 yılının seyircisi nedense pek hoşlanmamıştı. Sonra 2002’de Punch-Drunk Love (Ayyaş Aşk) adlı bir film yaptı, filmografisinde bir romantik komedi olarak ayrıksı durdu. Ardından beş yıl film çekmedi. 2007’de ise Kan Dökülecek (There Will Be Blood) filmiyle hayranlarını memnun etti. Yine beş yıl film yapmadı. Ardından 2012’de gelen Usta (Master) tam bir fiyasko oldu. En son, 2017’de çektiği Phantom Thread (Hayali İğne) ise idare etti, ama kimseye keyif vermedi.
Şimdi böyle bir yönetmenin yeni filmi yine merak edilir elbette, ama ben size söyleyeyim, film ne yazık ki tam olmamış.
Bir kere, film sahneden sahneye ilgili ilgisiz atlayarak ilerliyor, belki çoğu kendi içinde güzel ya da komik sahneler, ama bir bütünlük, bir mantık arz etmiyor.
Bu dağınık yapı, oyunculuk açısından da sorunlu bir duruma yol açıyor. Haydi diyelim, başroldekileri idare ettiniz, filmin bütününde başlı başına bir karakter haline geliyor zaten. Peki ünlü oyuncuları konuk sıfatıyla filme alırken, rolü nasıl tarif ettiniz, neyle nasıl bir ilgisi var dediniz? Sean Penn, Tom Waits, John C. Reilly, bir an görünüp kaybolan tipler. En akılda kalıcı olan Bradley Cooper’ın karakteri, o da gerçeğe benzediği için.
Film, 1973’te Los Angeles’taki San Fernando Vadisi’nde geçiyor, yani çocukluğu burada geçmiş olan yönetmen Anderson’ın kendi hayatından izler taşıyor. Ateşli Geceler ve Manolya da orada geçen filmlerdi zaten.
15 yaşlarında tanışan Alana ve Gary’nin ilk aşkın mutluluk ve heyecanıyla geçirdikleri günlerin, ardından da 25 yaşlarında yeniden bir araya gelmelerinin hikayesi bu film.
Maalesef filmin de baştan sona keyifle seyredilmesini asıl sağlayanlar, yönetmenin bulup karşımıza getirdiği, yani apaçık keşfettiği iki gencecik oyuncunun beklenmedik başarıları…
Alana rolünde Alana Haim oynuyor, ki asıl işi iki kız kardeşiyle birlikte kurdukları Haim adlı müzik topluluğu. Hatta bu topluluğun tam 7 şarkısının klibini bizzat Anderson yönetmiş, bu filme Alana’yı almaya da oralarda karar vermiş.
Gary rolünü ise babasının izinden giden Cooper Hoffman oynuyor, ki babası sinemanın gördüğü en büyük oyunculardan biri olan ve ne yazık ki 2014’te uyuşturucu komasından ölen Phillip Seymour Hoffman. İlk kez kamera karşısına geçtiği filmde Cooper, babasının efsanevi filmler çektiği yönetmen Anderson’la çalışıyor, yani şanslı çocuklardan.
Paul Thomas Anderson filmi olarak pek başarılı olmayan bir örnek var ortada ama Haim ve Hoffman ikilisinin filmi olarak, hoş bir ergenlik aşkının rüzgarlı macerasını yaşatıyor. Böyle bir filme açıksanız, size iyi seyirler…
(H10 üzerinden 6.5)

Kıng’s Man: Başlangıç

Bazı filmleri yapanlar, bunun bir seriye dönüşmesi için bir sonraki muhtemel filme selam çakarlar. Nitekim 2014 yapımı Kingsman: Gizli Servis (Secret Service) filminden sonra bir tane daha geleceği belliydi.
Malum James Bond artık miadını doldurmuş, hatta son filme bakılırsa ölmüş görünüyor. Seri olan başka filmlere baktığımızda, çoğu olağanüstü güçlere sahip kişilerle dönüyor ancak. Böyle olunca insan gibi düzgün bir casus serisine ihtiyaç olduğu aşikâr. Hatta bir kadın yıldız adayı da seçilebilir hem güzeller güzeli hem de ihtişamlı becerikli bir kadınla yeni bir seri de başlayabilir. Tabii ki tamamen duygusal sebeplerle.
2017’de Kingsman: Altın Çember (Golden Circle) filmi yapıldı, sonuç yine aynı gişe başarısını getirince, bu sefer sağlam bir seriye hazırlık yapıldı. Biliyorsunuz, bunlar Kral’ın izniyle tamamen bağımsız olarak kurulmuş, dünyaya düşman olanların düşmanı olan, başkaları emir beklerken kendi kendisine harekete geçen bir gizli servis. Bu hizmetin ne zaman nasıl kurulduğuna bakalım dedi yapımcılar. Ne yapalım, elimizde bir çizgi roman serisi var, üstatlar orada anlatıyor nerede ne şekilde ortaya çıkmış diye.
İşte, 20’nci yüzyılın başlarında, milyonlarca insanı kurban edecek türden bir milletler arası savaş çıkarmaya çalışan, Rasputin’den Mata Hari’ye, bir dizi hastalıklı katilden oluşan bir lobiyi çökertmek üzere bir gizli servis kuruluyor ve koşturmaca böylece başlıyor.
Filmin bir çizgi roman uyarlaması olması önemli bir bilgi, ama asıl önemlisi yönetmeninin de çocuksu filmler çekmesi. Yıldız Tozu (Stardust) da Göster Gününü (Kick-Ass) de hatta X-Men serisinden biri olan Birinci Sınıf (First Class) da bu türden filmlerdi. Dolayısıyla, Matthew Vaughn, aynı çizgi roman havasını, oradaki mantığı, onlardaki sıra dışı, hatta akıldışı olayları, sinemanın sunduğu imkanlarla film olarak gerçekleştirmeyi seçti.
Başardı başarmasına ama, bu filmleri beğenenler, ikincisinde çizgi roman etkisinin zaman zaman silikleştiğini söylediler. Vaughn da bu filmde o etkiyi bol bol gösterdi. Kahramanların yaptıkları atlamalardan sıçramalara, kullandıkları kılıçlardan silahlara kadar, öyle fazla ki inanılmazı inanılır kılma gayreti, hele kısa kesmelerden özel efektlere uzanan sinema dili öyle çok konuşuyor ki, bu sefer de dozu kaçmış. Biraz bundan kaybediyor film. Ama yine de hem hızlı hem komik bir casusluk macerası seyretmenin keyfine varabilirsiniz.
Üstelik oyuncular da gayet sağlam. Artık yıldızlar gibi adını en üste tek yazdıramayan Ralph Fiennes’ın yanı sıra, Rhys Ifans, Djimon Hounsou gibi orta kuşak yardımcı oyuncular var, Gemma Arterton, Daniel Brühl, Matthew Goode gibi görece gençler de var.
Bu oyuncuların çoğu artistik hareketlere de girişiyor. Dövüşüyor, atlıyor, sıçrıyor, yani çizgi roman nerelere çıkacaksa, onlardan da bu bekleniyor, dublör yardımıyla.
Yani bunları da yiyeceksiniz bu filmi seyrederken, size iyi seyirler dilerim…
(H10 üzerinden 7.0)

Kahraman

İran sinemasını büyük bir başarıyla sırtlayan, baskılara ve yasaklara karşı doğallığı ve yaratıcılığı geliştiren ustaların arasına katılan en genç yönetmenlerden biri Asgar Farhadi.
Beautiful City (Güzel Şehir) ile Varşova’dan Split’e, Fireworks Wednesday (Havai Fişekli Çarşamba) ile Nantes’dan Chicago’ya çeşitli ödüller verildi yönetmene, bu tür uluslararası şenliklere katılması gerektiğinin farkındaydı, neyse ki eli boş da dönmedi. Dünyada dikkati çeken asıl filmi ise Elly Hakkında (About Elly) oldu, Berlin’den New York’a ödülleri arttı. Nihayet 2011 yılında çektiği, birçok kişi gibi benim için de her açıdan en önemli filmi olan Bir Ayrılık (A Seperation) geldi, yabancı film dalında hem Altın Küre’yi hem Oscar’ı aldı, Asgar Farhadi’yi önemli yönetmenlerden biri yaptı. Sonra yine ülkesinde çektiği Geçmiş (Past) ve Satıcı (Salesman) adlı iki başarılı filmle kendisini sevenleri hayal kırıklığına uğratmadı. Ama ilk kez başka bir ülkede, İspanya’da yaptığı, oyuncu kadrosunda ünlü isimler bulunan Herkes Biliyor (Everybody Knows) seyirciyi biraz şaşırttı, ne yazık ki beklenen etkiyi yaratamadı. Sonunda Farhadi ülkesine geri döndü ve bu filmi çekti.
Borcunu ödeyemediği için girdiği hapishaneden izinli çıkınca, alacaklısının şikayetini geri almasını isteyecekken, sevgilisinin bulduğu para dolu çantayı son anda götürüp polislere teslim ederek, İran’da da bizdeki gibi pek yaygın olan sosyal medyanın gözdesi oluveren bir adamın hikayesini anlatıyor Kahraman filmi. Çantayı geri alan kadını bulmaya çalışınca da ağır bir hayat sınavı bekliyor onu…
Öncelikle şunu unutmamak lazım, bütün sorunlar karşısında vicdanın, ahlakın, tercihlerin ve maneviyatın sesini dinleyenler ne yapar ne hisseder, bunu yaptığında siz seyirci olarak ne hissedersiniz, kim haklı, kim doğru, bütün bunları alır kucağınıza bırakır yönetmen Farhadi. Filmi seyrederken de seyrettikten sonra da, aklınızda bu tür sorularla meşgul olursunuz.
Yine de söylemek lazım ki, bu film aynı malzemeyle farklı yemek yapmaya çalışan bir aşçının çaresizliğini gösteriyor. Aynı acılar, aynı sevinçler, aynı günlük muhabbetler, aynı tondan sunuluyor Farhadi’nin filminde…
Ama bu kendine has tekrar duygusunu seviyorsanız, mesele başka. Aynı şeyleri farklı hikayelerle yeniden ve yeniden okumak, dinlemek ve seyretmek değil midir sanat denilen şey zaten. Dolayısıyla olabilir elbette…
Kahraman her zamanki gibi, seyrederseniz pişman olmazsınız yani, dolayısıyla iyi seyirler…
(H10 üzerinden 7.2)

BAC Nord

Marsilya’da üç sivil polisten oluşan bir takım, dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri sayılan bir sitenin içinden bir muhbir bulur ve onun sayesinde çok büyük bir uyuşturucu pazarını çökertir, ancak kendilerini bekleyen tuzak, umulmadık yerden gelir.
Netflix’te yayınlanan bu filmde, Fransız yönetmen Cedric Jimenez, istediği zaman sizi tetikte tutan, sonra hareketli sahneler olup biterken koltuğunuzda rahatsız olmuş gibi dikilerek oturmanıza sebep olan, sağlam bir yönetmenlik yaparken, Gilles Lellouche, Karim Leklou ve François Civil de kelimenin tam anlamıyla üç arkadaşı canlandırıyor.
(H10 üzerinden 7.5)

Clıckbaıt

Lise voleybol takımında çalışan bir antrenörün, üstelik iki çocuk babası, bir eş, bir oğul ve bir kardeş olan adamın kaçırılması ve internet üzerinden bir tacizci olduğunun, hatta katil olduğunun ve 5 milyon kişi tıklayınca öleceğinin duyurulmasıyla gelişen olaylar anlatılıyor. Her bölüm bir kişiye odaklanarak, örneğin kız kardeş, oğul ya da gazeteci üzerinden ele alınıyor.
Zoe Kazan, Phoenix Raei, Betty Gabriel ve Adrian Grenier gibi güçlü oyuncuların yer aldığı, Netflix’te yayınlanan bu 8 bölümlük Avustralya yapımını, daha önce Glitch (Hata) ve Stateless (Yurtsuz) gibi iki sağlam iş çıkarmış Tony Ayres’in başını çektiği bir ekip yazmış, Brad Anderson ve Emma Freeman gibi deneyimli yönetmenler de çekmiş.
(H10 üzerinden 7.4)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Hakan Arşivi