M ÖYKÜLÜ ŞARKILAR, ŞARKILI ÖYKÜLER

Landseer’ın en bilinen resimlerinden biri de 1820 tarihli “Alpine Mastiffs Reanimating a Distressed Traveler” (Tükenmiş Bir Yolcuyu Hayata Döndüren Alp Çoban Köpekleri). Resimde, boynuna küçük bir içki fıçısı takılmış bir köpek farkediyoruz. İşte bu resim, en yaygın “doğru bilinen yanlışlar”dan birinin kaynağı; o güne kadar zor durumdaki yolcular için boynunda brandy taşıyan bir köpek olmamış

Ivan Petrovich Pavlov (1849-1936), 19. yüzyılın sonlarında Saint Petersburg’daki “Deneysel Tıp Enstitüsü”nde başlattığı ve yıllarca sürdürdüğü deneylerinin sonucunda 1904 Nobel Tıp Ödülü’nü kazanmış bir Rus bilim adamı; deneylerinin ağırlıklı konusu şartlı (ya da şartlandırılmış) refleksler. En çok bilineni, köpeklerle yaptığı deneyler: köpeklere önce zil çalarak sonra yemek verme, bunu bir süre devam ettirince yiyecek vermeden sadece zil çalındığında köpeklerin yemek görmüş gibi tepki vermesi, ağızlarının salyalanması. Pavlov sadece hayvanlar üzerinde deneyler yapmadı; insanlar üzerinde de yapılan deneyler benzer sonuçlar verdi. Bugün artık biliyoruz ki, günlük hayatımızdaki hareketlerimizin önemli bir bölümü hiç düşünmeden, belirli uyaranlara karşı verilmiş koşullandırılmış tepkeler.

Pavlov adını her duyduğumda benim de bir şartlı refleksim var: Pavlov’s Dog’un müziği çalmaya başlıyor kafamda.

Şımartılmış Hizmetçi

Pavlov’s Dog 1972 yılında Missouri’de kurulmuş bir rock grubu. ABD’deki ilk progressive rock gruplarından sayılıyor. İlk albümleri (piyasaya sürülen ilk albümleri demek daha doğru belki, çünkü kaydedildikten sonra kaybolan ve 41 yıl sonra ortaya çıkan “The Pekin Tapes” de var) “Pampered Menial” (Şımartılmış Hizmetçi).  Grupla ilgili neredeyse her yazıda tekrarlanan bir ifade var: “Pavlov’s Dog’u ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz” (anlaşılacağı üzere ben çok sevenlerdenim). Bunun nedeni grubun solisti, kurucusu -ve lideri- David Surkamp’ın benzersiz tiz sesi. Surkamp’ın sesini, “Geddy Lee’nin helyum gazı solumuş hali” olarak tarif edenler bile var, ki Rush solisti Geddy Lee’nin sesi de –pek çok kişiye itici gelecek derecede- tizdir; bunun üzerine –diğer bir istisnai vokal- Roger Chapman’ınkini (Family) andıran hafif bir vibrato tekniği ekleyin, işte karşınızda David Surkamp’ın benzersiz vokali.

“Pampered Menial” grubun yaptığı en iyi albüm; bir ilk albüm olmasına rağmen son derece olgun bir sounda sahip. Pavlov’s Dog’un müziği temelde hard rock ile progressive rock’ın özgün bir bileşimi; Surkamp’ın sıradışı vokali dışında,  Sigfried Carver'ın yaylılardaki üstün yeteneği, David Hamilton’ın klavyedeki, Doug Rayburn’un Mellotron’daki yüksek teknikleri, Steve Scorfina’nın solo gitar, Rick Stockton’un bas gitarlardaki ve Mike Safron’ın davuldaki iyi performansları da bu soundun  bileşenleri.

Pavlov’s Dog’un müziği hakkında söylenecek çok şey var ama bu yazı köpekler üzerine, o zaman dikkatimizi albümün kapağına verelim. Ön kapaktaki resim Sir Edwin Henry Landseer’a ait, 1829 yılında yapılmış, adı “Low Life” (Hakir Hayat); arka kapakta  ise yine Landseer’ın aynı yıl yaptığı “High Life” (Lüks Hayat) resmi var.

Köpekler, atlar ve geyikler

“Low Life”, sahibinin yokluğunda dükkanı koruyan bir köpeği resmediyor. Cinsi Staffordshire Bull Terrier’i andırıyor ama kesin söylemek güç. Üzerinde geçmiş kavgaların izlerini taşıyor, anlaşılan sokakta çok badireler atlatmış bir köpek bu. Sahibi ise bir zanaatkar belli ki, muhtemelen bir kasap. Köpeğin arkasında –gelişigüzel yere bırakılmış- bir bira maşrapası ve kilden pipo görülüyor, girişin sağındaki çengele ise bir kırbaç ve anahtar asılmış. İçerideki yekpare et kesme kütüğünün üzerinde ise büyükçe bir bıçak ve bir şişe, masanın yanında ise yıpranmış bir çift çizme göze çarpıyor.

Albümün arka kapağındaki “High Life”da ise bir İngiliz tazısı resmedilmiş. Yerdeki ve masanın üzerindeki eşyalar bir soyluya, belki de bir şövalyeye işaret ediyor. Şahinle avlanmada kullanılan uzun deri eldivenler, iki ince uzun kılıç, bir miğfer ve metal bir göğüslük, deri kaplı kitaplar, bir tüy kalem.

Bu iki resim 19. yüzyıl İngiltere’sinin avam ve asil sınıflarının ve aralarındaki tezatın iki köpek aracılığıyla temsili gibi görünüyor.

Edwin Henry Landseer (1802-1873), 13 yaşındayken resimleri Kraliyet Akademisi’nde sergilenen olağanüstü yetenekli bir ressam. Neredeyse tüm sanat yaşamı boyunca hayvanları resmetmiş; en çok köpekler, atlar ve geyikler; heykelleri de var, en ünlü eseri Trafalgar Meydanı’ndaki Nelson Sütunu’nun kaidesini çevreleyen dört bronz arslan. Aslında Landseer’in yaşam öyküsü başlı başına bir yazı konusu olacak kadar ilginç ama bu yazı köpeklerin…

Landseer, döneminin en yaygın bilinen ressamlarından biri; resimleri aristokratların malikaneleri kadar orta sınıf evlerini de süslüyor (kopyaları tabii). Çocukken evinizde, av köpeği ve tazılı baskı bir resim var idiyse, ressamı muhtemelen Landseer’dır.

İçi dolu fıçıcık

Landseer’ın en bilinen resimlerinden biri de 1820 tarihli “Alpine Mastiffs Reanimating a Distressed Traveler” (Tükenmiş Bir Yolcuyu Hayata Döndüren Alp Çoban Köpekleri). Resimde, boynuna küçük bir içki fıçısı takılmış bir köpek farkediyoruz. İşte bu resim, en yaygın “doğru bilinen yanlışlar”dan birinin kaynağı; o güne kadar zor durumdaki yolcular için boynunda brandy taşıyan bir köpek olmamış, bu resimden sonradır ki insanlar –sonradan St. Bernard’a dönüşen- köpeklerin karda kaybolmuş kişileri kurtarmak için boyunlarında küçük fıçılar taşıdıklarına inanır olmuş.

İtalya ve İsviçre sınırındaki “Büyük Aziz Bernard Geçidi” tarih öncesi çağlardan bu yana insanlar tarafından kullanılan bir geçiş yolu; oldukça yüksek rakımlarda yer alması ve yılın her mevsimi karla kaplı olması onu yolcular için tehlikeli bir yer haline getiriyor.

Yaptığı iyilikler 1681 yılında “azizlik” payesi ile ödüllendirilecek olan keşiş “Menthon’lu Bernard” (Aziz Bernard; St. Bernard köpekleri adını ondan alır), bu zorlu geçitte elleriyle bir yolcuevi inşa eder 1049 yılında. Yolcular burada mola verir, dinlenip karınlarını doyururlar, hasta olanları tedavi görür.  Ayrıca zaman içinde, yolunu kaybeden ya da tipide kaybolmuş yolcuları kurtarmak için çoban köpekleri de eğitilir. Landseer’ın çizdiği köpekler bunlardır. Bugün bile Alplerdeki bazı otellerde turist atraksiyonu olarak, eğitimli St. Bernard’lar boyunlarda küçük içki fıçıları, konukları dolaraşak içki ikram ederler, ancak bu hikayenin aslı astarı yok [Keşke olsa, karlar içinde son nefesinde, brandy değilse bile  bir kadeh rakıya hayır demeyecek tanıdıklarım var].

Tekrar Pavlov’un köpeklerine dönecek olursak, tarihsel öykülerdeki adı anılmayan “figüranların” kim olduğunu ve akıbetini merak eden birileri mutlaka çıkar.  Pavlov’un deneylerinde kullanılan köpekleri de merak edenler olmuş, bulabildikleri tek isim ise “Bierka”, belgeler zaman içinde kaybolmuş olduğu için diğerlerinin adı hiç öğrenilememiş, ta ki 1992’de, bu konuya “takmış” genç bir araştırmacı olan Tim Tully’nin Saint Petersburg’daki Pavlov Evi’ni ziyaret etmesine kadar.

Pavlov’un çalıştığı Enstitü’deki bütün araştırmaları sonuçsuz kalan genç araştırmacı, ülkesine geri dönmeden önce Pavlov Evi’ni gezerken müze müdürüne orada bulunma nedenini açıkladığında, müdür hemen yan odadaki bazı kutuların içinden çeşitli fotoğraflar getirir, Pavlov’un bütün köpeklerinin fotoğraflarıdır bunlar, arkalarında tarihler ve köpeklerin adlarıyla birlikte. Köpeklerine düşkün olan Pavlov, Enstitü’den emekli olurken köpeklerinin resimlerini de evine götürmüştür. Görünen odur ki herkes köpeklerle ilgili kayıtları Enstitü arşivlerinde aramış, kimsenin aklına Pavlov’un evi gelmemiştir.

Bugün bir fırsat yaratın ve “Pampered Menial” albümünü dinleyin, “Julia”, “Late November”, “Episode”, “Theme From Subway Sue”, hepsini çok seveceksiniz. 

Başta Pavlov’unkiler olmak üzere, ölmüş bütün köpekleri güzelliklerle anıyor, yaşayan tüm köpekleri sevgiyle kucaklıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi