MADIMAK HALA YANIYOR: HEPİMİZİN HİKAYESİ AYNI

Son Güncellenme Tarihi: Temmuz 5, 2020 / 02:28

“Kırgınım/ Saçılmış bir nar gibiyim/ Sessiz akan bir ırmağım geceden/ Git dersen giderim / Kal dersen kalırım / Aynı gökyüzü aynı keder/ Değişen bir şey yok ki/ Gidip yağmurlara durayım/ Söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım / Belki sararmış eski resimlerde kalırım / Belki esmer bir çocuğun dilinde / Bütün derinlikler sığ/ sözcüklerin hepsi iğreti / Değişen bir şey yok hiç/ Ölüm hariç / Aynı gökyüzü aynı keder”  

Behçet Aysan/ Bir Eflatun Ölüm

Kalabalık dışarıda “Kahrolsun Laiklik, yaşasın şeriat” diye bağırıyordu. Gruba katılanların sayısı her geçen dakika artıyordu. Sonra birkaç kişi elinde benzin bidonuyla geldi. Bunu gören kitle daha da ateşlenmeye, haykırmaya başladı. Arka taraftan birisi etraftaki askerlerin ve polisin kendilerine müdahale etmediklerini görünce rahatlayarak sesini bu kitleye karıştırdı. “Yak, yak, cehennem ateşi bu!”

Madımak Otel’de kendini korumak için kapıların arkasına buldukları koltukları, ağır eşyaları koyan aydınlar, şairler ve yazarlar; tarihte kendileri gibi olanların hep karşı karşıya oldukları tehlikeyi bu defa en feci şekilde yaşamak üzereydi.

Yönetimdeki Başbakan “Sakinleşecek sıkıntı yok” dedi. Ashabı Keyf uykusundan daha ağır bir uyku başlamıştı devletin temellerinin atıldığı Sivas’ta…

Kapının arkasında, ölüme birkaç “basamak kala” oturan Behçet Aysan, Uğur Kaynar ve Metin Altıok bir ses duydu; “Birimize bir şey olursa ne yaparız?”

“Kalanlar, ölenler için şiirler yazar” dedi Metin Altıok…

2’si otel çalışanı, 33 aydın, karanlığın ateşiyle yandı. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” dedi. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu da aynı anlayışla, katliamdan dolayı Aziz Nesin’i suçlayarak “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” ifadelerini kullandı.

Kalanlar, ölenlere şiir yazmaya devam ediyor. Gazete Pencere Pazar’da; hem ölenlere şiirler/yazılar yazmaya devam eden; hem de 27 yıldır adalet arayanlardan Zeynep Altıok Akatlı ve Eren Aysan’la konuştuk.

Sivas Katliamının üzerinden tam 27 yıl geçti. Yaşananlar halen aydınlatılamadı. 27 yıl sonunda dava süreci, Mecliste yürüttüğünüz mücadele ve adalet arayışlarınızda geldiğiniz nokta ne oldu?

Zeynep Altıok: Bunca yıllık bir adaletsizlik süreci ve iki ayrı dava var. Bunun birisi 2012’de zaman aşımına uğratıldı. Yakalamak istemedikleri Cafer Erçakmak vardı, dönemin belediye meclis üyesi. Aziz Nesin’i yangın merdiveninden çekerek aşağı atan, linç ettirmek isteyen ve hafızlarımızda hep öyle kalacak kişi… O ölünce, Sivas’ta karakolda 100 metre mesafede yaşadığı ortaya çıktı ama ne hikmetse bulunamamış! Davadan ismini düşürdükleri zaman haberdar olduk. Diğer dava henüz 30 yılı doldurmadığı için zamanaşımından düşüremiyorlar. Firariler var. Ama bulunamıyorlar! İşin arkasında devlet gücü olmadan saklanabilmeleri hele ki günümüz teknoloji şartlarında imkansız. Bu kişilerin serbest kalması için çeşitli hazırlıklar yapıldı. Yandaş medyada kirli propaganda yapıldı, katiller de kutsandı. Sanıkları savunanlar bakan, milletvekili, belediye başkanı yapıldı. Yani ödüllendirildi. Son açıklamalarda da görüyoruz ki katillerin kendileri de korunuyor.

Hani gerici AKİT Gazetesinin “mağdur” diye verdiği “Ahmet dede” dedikleri kişi vardı. Yüzlerce hasta mahkum ölüm döşeğinde beklerken, tutup elinde benzin bidonuyla fotoğrafları olan, aydınları yakan kişiyi cezaevinden çıkarttılar. Katliamın 27’inci yıl dönümünde iktidar partisi gençlik kolları yetkilisi, yani bir iktidar yetkilisinin “Sivas Katliamı” diyenleri mahkemeye vermesi de tesadüf değil. Gerekçe olarak da “Sivas’ın imajı zedeleniyor” dedi. Aydınların, şairlerin, sanatçıların diri diri yakılması Sivas’ın imajını zedelememiş ama bu katliama “katliam” demek şehrin imajını bozmuş! Zaten bu kişinin katliamcılardan birinsin torunu olduğu ortaya çıktı. Böyle bir acılı günde çıkıp acıları dağlayacak sözlerle militanlık ve saldırganlık düzeyinde açıklama yapması da geçmişten gelen ideolojik ve siyasal tutumlarının basit bir yansıması. Eklemek gerekiyor ki; yüzünü aydınlığa ve özgürlüğe dönmüş Z kuşağı uluslararası bilimsel başarılarıyla, yaratıcı kimlikleri ve özgürlük arayışlarıyla ortayayken; bu “kefen giyen” gençlik kolları başkanı ve benzerlerinin Sivas katliamcılarını savunması “kindar nesil arayışlarının” siyasal bir sonucudur.

2012 yılında zamanaşımı kararı alındı ve Dönemin Başbakanı Erdoğan “Hayırlı olsun” dedi. İnsanlık suçlarında zamanaşımı olmuyor, peki neden “hayırlı olsun?”

Zeynep Altıok: “Mağdur” ilan edilen katillerinin yakınlarına belli ki verilen sözler var. Firarilerin ailelerine dönebilmeleri için olanakları açılmış oldu. Bu aslında doğrudan katillere ve ailelerine verilmiş bir müjdeydi. Bu katliamla ilgili 27 yıldır gerçek bir soruşturma yürütülmedi, doğru düzgün şekilde araştırılmadı. Davanın gizli kalan tarafları açısından son derece düşündürücü. Devletin başının, tüm yurttaşlarını birarada tutacak, ayrışmadan uzak eşit ve barış ortamında yaşamasının güvencesi olması beklenirken; sürekli hedef gösteren bir sistemin temsilcisi olması gerçekten üzücü ve düşündürücü. Bu açıklama da bunun bir yansıması bana göre. Hem siyasal hem de davada tuttuğu “taraf” açısından.

Hem mecliste hem de demokratik kitle örgütleri ve platformlarla bir hak arama mücadele süreciniz var. Biraz bilgi verir misiniz?

Zeynep Altıok: Canan Kaftancıoğlu öncülüğünde, Toplumsal Bellek platformuyla başladık. Bu ülkede katledilen aydınların evlatları olarak biraraya geldik. “Gerçekler ortaya çıksın, kim incinecekse incinsin!” dedik. Bu doğrultuda da faili meçhuller, siyasi cinayetler, katliamlar başta olmak üzere insan hakları davalarında çalışmaya başladık. Platform olarak da ilk kez Hrant Dink mahkemesinde yan yana olduk.

TBMM’ye de bu amaçla ziyaretler gerçekleştirdik. Orada “hesaplaşma için değil yüzleşmek için geldik ama sorular yanıtsız kalırsa bu suçlar tekrar tekrar işlenecek” dedik.  Ziyaretlerimizde tüm partilere eşit mesafede durduk. İlk ziyaretimizde bize sadece MHP randevu vermemişti. AKP’lilerle de görüştük ama verilen hiçbir söz tutulmadı.  

İkinci ziyarette AKP de bize randevu vermedi. Sadece HDP ve CHP ile görüştük. İnsan hakları komisyonu bile randevu vermedi. Faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerin araştırılması için verilen meclis araştırma önergeleri, salt AKP oylarıyla 22 kez reddedildi. Milletvekilliğim döneminde Sivas Davası sanıklarıyla ilgili verdiğim önerge “kişisel” bulundu ve reddedildi. Başka vekiller de benzer önergeler verdi ama hepsi yanıtsız kaldı. Milletvekilliğim bittiğinden bu yana aynı şekilde insan hakları mücadelesine ve demokratik süreçlere katkı koymaya ve takip etmeye devam ediyorum.

Başka faili meçhullerde olduğu gibi katliamlarda da aynısı olmakta. Zaman içinde torba yasaların arasına sıkıştırılarak katiller serbest bırakılabiliyor. Son çıkartılan Ceza İnfaz Kanunuyla çeteleri bıraktılar ama düşünce suçlularını ve gazetecileri halen içeride tutuyorlar.

Ankara Katliamı, Roboski Katliamı, Gezi… Bütün bu davaların akıbeti Sivas Davası gibi sürüncemede kalmasın, emsal olsun istiyoruz. Amacımız da gerçeği ortaya çıkarmak.

Sivas’ta AKP Gençlik Kolları Başkanlığı ve İl Genel Meclis üyeliği görevlerinde bulunan Murat Toraman, Sivas Katliamı için “Sivas Katliamı” diyenler hakkında suç duyurusunda bulundu. Yeni Akit, geçtiğimiz gün bir haberinde aydınları yakanlar için” Sivas’ın yiğit evlatları” dedi.  Bu ve benzeri girişimler birer tesadüf mü? Katliam demeyelim de ne diyelim?

Eren Aysan: Sivas Davası Ankara 1 Nolu Güvenlik Mahkemesinde 21 Eylül 1993 günü başladı. O tarihten itibaren mahkeme kayıtlarına deliller tanıklıklar çerçevesinde sunuldu. Ayrıca elimizde en temel veri olan video kayıtları vardı. Bu kayıtlar tekrar tekrar incelenerek güruhu kimin provokasyona doğru sürüklediği saptanmaya çalışıldı. Yargı da bunun bir katliam olduğuna dayanak sağlayan bir karar verdi. Dolayısıyla üç bin yıl önce yaşanmış, farazi bir olaya dönüştürülüp bambaşka öyküler çıkartmaya meyilli bir katliam yok karşımızda. O zaman sorarlar: Otelin önündekiler ne için ordalardı? Glu glu dansı mı yapıyorlardı? “Yaşasın Şeriat”, “Cumhuriyet Sivas’ta Kuruldu Sivas’ta Yıkılacak” sloganlarını uzaylılar mı atmıştı?  Gündelik siyasi gelişmelere göre, kendi konumlarını güçlendirmek için bazı genç arkadaşlarımızın bağlı oldukları partilerde yaptıkları fevri hareketlerin öncelikli olarak toplum vicdanına zarar verdiğini bilmesi gerekir. Şunun da altını çizeyim; elbette böyle bir ortaçağ karanlığı asla ve asla Sivaslılara yakıştırılamaz. Kimsenin böyle bir niyeti yok! Olmamalı! Ama katliam, katliamdır. Yaşananların üstünü örtmek yerine durumu sık sık yeni nesillere aktararak yeniden böyle toplumu sarsan büyük travmalara geçit vermemek gerekir diye düşünüyorum. 

Sivas Katliamının yaşandığı gün Madımak Otelinin etrafını saranlar “Laiklik yıkılacak, kahrolsun laiklik, yaşasın şeriat” sloganları atmışlardı. Bugün geldiğimiz noktayı nasıl yorumluyorsunuz?

Eren Aysan: Bence önce “linç” olgusunun bu ülkede tekrarlanabilecek vahim bir tablo olduğuyla söze başlamamız gerekir. Şu 27 yıllık zaman dilimi içinde beni sarsan en büyük gelişmelerden biri geçtiğimiz nisan ayında Kemal Kılıçdaroğlu’na Çubuk’ta saldırılmasıydı. Tv’den gördük, bir kadının kulak tırmalayan çığlığını:  “Yakınnnn…” Babalarımızın öldürülmelerinden onca zaman sonra yeniden içimden bir alev gibi taşan, dahası çaresizliğimle harmanlanan andı bu.

Daha önce de yaşadık olanca linç görüntülerini. Parti binalarından mültecilere, havaalanı peronlarından sahil kasabalarına kadar taştı her biri. Oysa linç adına sosyal teoride en önemli unsur bellidir: Ajitasyon. “Halktan bir topluluk” onları eyleme çağıran birileri tarafından sevk edilmiştir. Peki linç kimi zaman “hukuk devletleri”nin gözden gönülden ırak tutmasına karşın kapatılamamış, hatta ara ara geçit verilen yan yollarına dönüşürse ne olur? Ya da “devleti yönetenler” gerekli gücü linç girişimine rağmen gösteremezse! Vahim diyebileceğimiz tartışmanın başlama noktası tam da burası: Linç tasarımı sosyolojide “medeniyet kaybı”la bağlantılı olduğu için hemen her şey, bütün değerler alt üst olur. Asıl korkuncu olan, bu linç girişimi yapan gruplara bir şekilde “tahrik olma hakkı” bahşedilmesi. Bu hak çok çeşitli olabilir: “Dini inançlarımıza saldırdı!”dan “ülkemizi bölmek istiyorlar”a kadar. Eğer siz, bu toplumda fay hatlarına, bilim, sanat ve kültür üzerinden saldırırsanız çok daha acıtıcı sonuçlara katlanırsınız… Çünkü toplumlarda bilim aklı, sanat ve kültür ise değerleri ve vicdanları diri tutar. Ne acı ki bu sistemli saldırılar, kendi bekalarını güçlendirmek için bir kesimin çabasıyla başlayıp hepimizin temeline dinamit koyan son derece feci yana doğru evriliyor.

Sivas Katliamı davası “hayırlı olsun” dendi ve zamanaşımından düştü. Bütün bu mahkeme sürecini, yaşananları, katliama katılanların serbest bırakılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eren Aysan: Aslında bütün siyasi cinayetler sonrasında yaşanan acılar birbirinin kopyası gibidir. Mesela bir panelde aynaya bakar gibi benzer konuşmaların içinden geçebilir dinleyenler. Aileler ise adeta tek vücut olur. Kendisini bir başkasının gövdesinde görebilir çoğunlukla. Belki de bu yüzden süreçte kendini en yakın hissettiği yer bir başka yakınını kaybedenin omzudur. Tıpkı Dario Fo’nun bir oyunun adı gibi “Hepimizin Hikayesi Aynı”nın girdabından dışarı çıkılmaz. Süreçte aktarım mağdurun diliyle çoğalır. Salonlarda sesler yankılanır. Ama duyması gereken kulaklar onları duymaz. Görmesi gereken gözler görmez. Diyeceğim yalnız Sivas Davası özelinde değil pek çok siyasi saikle işlenen cinayette “zamanaşımı” olgusuyla karşılaştık. Karşılaşmaya da devam edeceğiz gibi görünüyor. Türkiye’de sendikal hareketin öncüsü Kemal Türkler’den 70’lerde Adana’da öldürülen emniyet müdürü Cevat Yurdakul’a kadar pek çok simge ismin davası bu yolla deyim yerindeyse divana kaldı. Oysa bu ülkenin en önemli yarası aydın öldürümleri. Hepsinde de tetikçilerin kısa bir süre yatıp çıkması ve asıl emir verenlere ulaşılamaması gibi can yakıcı bir olguyla karşılaşmaktan yorulduk.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top