Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

MAHŞER-İ CÜMBÜŞ HAYALHANE’Sİ

Onlar Türkiye’yi modern doğaçlama tiyatro ile tanıştıranlar, onlar unutulmuş bir geleneğin modern temsilcileri, onlar akıllarına gelen ilk şeyi yapanlar, ikincisinde oyunu kuranlar, üçüncüsünde finale ulaşanlar; onlar hayallerini ceplerinde taşıyanlar, güçlerini birbirlerinin omuzlarından alanlar; onlar yağmurlu havada şemsiye kıranlar, kaygan zeminde doğaçlama yapanlar; onlar geri dönmeyecek bir düş, onlar Mahşer-i Cümbüş!

Güncel Türkçe sözlük “Birdenbire, düşünmeden, içine doğduğu gibi, doğaçtan, doğmaca, irticalen, emprovize” şeklinde tanımlar doğaçlama kelimesini. Onlar da bu tanıma uyar gibi birdenbire girdiler hayatımıza; kendiliğinden oldu her şey. Aynen doğaçlamanın felsefesinde anlatılan gibi bir “an”da. Bir an’dan diğer an’a hazırlanırken, çocukken hayatı öğrendiğimiz, şimdilerde körelmiş oyun oynama eylemini yeniden yaşamımıza soktular. Bir an’ın içinden doğarak geleneği modernle buluşturdular. Onlar kim? Onlar Türkiye’yi modern doğaçlama tiyatro ile tanıştıranlar, onlar unutulmuş bir geleneğin modern temsilcileri, onlar akıllarına gelen ilk şeyi yapanlar, ikincisinde oyunu kuranlar, üçüncüsünde finale ulaşanlar; onlar hayallerini ceplerinde taşıyanlar, güçlerini birbirlerinin omuzlarından alanlar; onlar yağmurlu havada şemsiye kıranlar, kaygan zeminde doğaçlama yapanlar; onlar geri dönmeyecek bir düş… Eee, onlar? Onlar Mahşer-i Cümbüş!

Mahşer-i Cümbüş

2001 yılında bir tiyatroyu topluğu olarak kurulan Mahşer-i Cümbüş, sahnede yirmi yılını doldurdu. On altı yıldır mabedimiz dediği Hayalhane’de her cumartesi sahneye çıktı. Türkiye’nin dört bir köşesini gezdi; bir yandan modern doğaçlama tiyatroyu tanıtırken, bir yandan Tiyatro Sporu, Beyin Fırtınası gibi doğaçlama tiyatro gösteri biçimlerini seyirciyle buluşturdu. Belki de yaptığı en değerli şeylerden biri, seyircinin oyunlara aktif katılımını sağlamak oldu. Seyirciler doğaçlamayı yönlendirdi ve mekân, nesne, durum yönelimi gibi fikirleri ile oyunları belirlediler. Seyirciyi oyuna dahil etmek, doğaçlama tiyatronun bir miyarı gibi algılansa da görünenin ardında, daha derinde bir yere temas etmeyi çok iyi başardılar; oyun oynama arzusuna.

-mış gibinin dünyası: Oyun oynamak

Oyunun varlığı hiçbir uygarlık seviyesine bağlı değildir. Oyunun varlığı uygarlıkları oluşturan Homo sapiens’e de bağlı değildir. Oyun herkes tarafından gözlenebilir bir olgudur ve hem hayvanlar alemini hem insanlar alemini kapsar. Terimlerle ve dille tanımlanmasa bile oyun oradadır, inkâr edilemeyendir. Oyunun varlığı, bizlerin evren içindeki konumumuzun mantıküstü karakterini sürekli ve yüksek anlamıyla ortaya koymaktır. Hayvanlar oyun oynayabilir yani mekanik değillerdir: Bizler de oynuyoruz ve oynadığımızın bilincindeyiz; yani sadece akıllı varlıklar değiliz, bunun ötesindeyiz; zira oyun irrasyoneldir.* Oyun gönüllü bir eylemdir, bir ödev değildir; oyun serbest ve özgürdür. Oyun, geçici olarak gündelik yaşamın gereklilikleri ve sorumlukları arasına girebilmek vaadi sunar. -mış gibinin dünyasında asıl kabul edilen gerçeklikten uzaklaşılmasına olanak sağlar; aynı zamanda -mış gibinin dünyasında bizi gerçekliğe hazırlar.

Yetişkin Gerçekliğine Ara

Oyun oynamak -özellikle çocuklarda- çeşitli durumlara hazırlık yapmaktır. Ruhani, duygusal ve eylemsel olarak yaşama hazırlanan çocuk, oyun oynarken utanç duygusu taşımaz. Ancak medenileşen toplum, kendi kendine konuşup, oynayanı, bedeni ile bu eylemlere devam edeni ve yaşı büyümesine rağmen oyun oynamaya devam edenleri ayıplar. Bu sebeple, gününüz uygarlıklarının çoğunluğunu yaratıcılığı ve spontanlığı engellenmiş; ruh sağlığı tehdit altında olan yetişkinler oluşturur. Yetişkinlerin oyun oynama, yaratıcı olma ve an’da kalarak, spontane davranabilmeleri içinse sanata ihtiyaçları vardır. Bir filme, bir tabloya, bir romana ya da tiyatro sahnesine… Çocuklukta kaybettiğimizi sanat sahnelerde ararız. Oyun oynarken yaptığımız gibi, hayal edebilmek, yaratıcı olabilmek, an’da kalabilmek veya an’a geri dönebilmek için sanatla sunulan olanaklara çekiliriz. İşte, Mahşer-i Cümbüş de kendisini izlemeye gelen her seyircisini, yetişkin dünyasında, çocukluklarından beri uzak kaldıkları o oyunlara davet ediyor. Aslında davet ettiği sadece bir gösteri değil; yeniden yaratıma, sınırsız yaratıcılığa, spontane olma cesaretine, an’da kalmaya, özgür ve özgün olmaya, kahkahalarla yaşanacağı vaat edilen katarsise, statülerin fark etmediği oyun oynama eylemine açık bir davet. Gündelik gerçekliğe, yetişkin dünyasının zorluk ve sorumluluklarına, çocuklar gibi oyun oynayarak katılma daveti. İrrasyonel bir dünya içinde gerçekliğe ara verilmesi; spontanlığımız en gelişkin olduğu zamanlara dönme, çocuk olma vaadi.

Hayalhane’ye veda

 Sahnede yirmi yılını tamamlayan, Hayalhane’sini nereye giderse oraya taşıyan, on altı yıldır da kendi Hayalhane’sinde bu vaatlerini karşılamaya devam Mahşer-i Cümbüş, 29 Ekim 2021’de İstiklal Caddesi’ndeki Hayalhane’sinde eski öğrencileri, müdavim seyircileri, yeni solukları arasında son oyununu oynadı. Hayalhane’ye veda denince tüm Hayalhaneliler, Hayalhane’nin nefesini ciğerlerinde hissetmiş olanlar, hayal kurmayı sevenler, hayal kurmaktan vazgeçmeyenler doldurdu salonu. Gıcırdayan mavi koltukların, siyah kadife perdenin, vaktiyle nasıl fayansla döşendiğine akıl sır ermeyen fuayenin seyirciyle son kez buluşmasıydı. Yine de böylesine buruk bir akşamı şen kahkahalar doldurdu; son değil, yepyeni bir başlangıç dercesine…

Oyun oynamaya alışık olduğumuz mekânımız, mabedimiz, Hayalhane’mize veda ettik. Vedamızın sebepleri üzerine konuşulacak çok şey var. Ancak uzunca bir süredir özel tiyatroların durumuyla ilgili konuşulması gerekenlerin konuşulmadığının da farkındayız. Biz vedamızı daha güzel günler için yaptık. Büyümek, Hayalhane’yi daha çok yere taşımak, mekanların yanı sıra daha çok seyircinin kalbine taşımak için yeni bir yol çizdik. Biz kimiz? Biz Hayalhanelileriz. Mahşer-i Cümbüş’ün sahnede bize sunduklarını yaşamlarına uyarlamış olanlar, modern doğaçlama tiyatroyu öğrenenler, bir geleneğin temsilcilerini takip edenler, Hayalhane’nin tozunu ciğerlerine çekmiş olanlarız ve biz Hayalhane’nin oyun oynamak gibi mekânız, zamansız ve özgür olduğuna inananlarız. Biz neredeysek, sahnesini oraya taşıyacak olanlarız.

Mahşer-i Cümbüş ise:

Onlar Türkiye’yi modern doğaçlama tiyatro ile tanıştıranlar,

Onlar unutulmuş bir geleneğin modern temsilcileri,

Onlar akıllarına gelen ilk şeyi yapanlar, ikincisinde oyunu kuranlar, üçüncüsünde finale ulaşanlar,

Onlar hayallerini ceplerinde taşıyanlar,

Onlar güçlerini birbirlerinin omuzlarından alanlar,

Onlar yağmurlu havada şemsiye kıranlar,

Onlar kaygan zeminde doğaçlama yapanlar,

Onlar geri dönmeyecek bir düş,

Onlar Mahşer-i Cümbüş!

* Huizinga, Johan (2015). Homo Ludens Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi