Makûs Muhalefetsizliğimiz – 3

Son Güncellenme Tarihi: Mayıs 26, 2021 / 09:34

AKP’nin mutlak lideri Tayyip Erdoğan’ın şu ana kadar yaşadığı siyasi krizlerden başarıyla çıktığını gördük. Bu başarıyı Tayyip Erdoğan’ın cismi ile mündemiç görmek ve onun siyasi kıvraklığına bağlamak yanlış ve isabetsiz bir saptama olmaz ancak eksik bir değerlendirme olur. Zira kendisinin, her şeyden çok karşısındaki muhalefetin etkisizliğinden veya bizzat “muhalefetsizlikten” güç alarak tekraren ipi göğüslediğini göz ardı edemeyiz. Ekonomi gibi temel politikalardaki – ülkedeki ve dünyadaki gelişmelerden azade – kendilerine mal edilemeyecek başarının veya demokratikleşme söylemlerine kanarak peşlerine takılan zevatın, bu yükselişin kaldıracı olduklarını da biliyoruz.
Her defasında “muhalefet” diyerek söze başlayıp konuyu CHP’ye getirmemin öncelikli nedeni “Ana Muhalefet” olması, yani AKP’nin ardından oy oranı itibariyle ikinci parti durumunda olması. Diğer bir nedeni (bana göre asıl önemli ve bağlayıcı olanı) ise HDP dışında kalan muhalefet partilerinin o veya bu sebeple “İktidar Bileşeni” partilerin bağrından koparak gelmiş olmaları, dolayısıyla siyasi iktidar ile olan ideolojik akrabalıkları. Bu bağlamda, serinin ikinci yazısında “Böyle bir muhalefet bloğundan uzun vadeli siyasi tutarlılık beklemek akla yakın olmasa da, en azından demokratikleşmenin önündeki büyük engellerin kaldırılması için bir ara dönem modeli olabileceği düşünülebilir…” diyerek kanaatimi dile getirmiştim. Tabii yangın yerine dönen siyasi gündemin köklerinde, bu partilerin yönetici kadrolarının katkılarının olması da bugün için samimiyetlerinin sorgulanması için yeter şart olarak görülebilir. Sedat Peker’in, AKP’nin iktidar sürecini de içine alan bir döneme dair iddialarının merkezinde olan Mehmet Ağar’ın halefi olarak göreve gelen Akşener’in, İçişleri Bakanlığı devir teslim töreninde yaptığı konuşmasında “Ağabey, kardeşe teslim ediyor… Ağar’ın yükselttiği başarı çıtası aşağı inmeyecektir…” sözleri ve o günlerde temsil ettiği siyasi anlayış, bugün yutkunmasının sebebi olabilir. DEVA, GELECEK gibi partilerin temsilcileri de bir dönem içinde oldukları yapıdaki etkin rolleri nedeniyle daha çok seyirci kalmayı tercih ediyor olabilirler.
Sedat Peker’in anlattıklarının bir kısmı önceden yazılmış, çizilmiş, bilinen şeyler. İlgi çekici olan ise yakın zamana kadar yan yana oldukları birisinin, “illegal hatıratını” bir görsel şov eşliğinde toplumun gözüne sokuyor olması. Peki Ana Muhalefet Partisi neden suskun? İçişleri Bakanı’nı, muhatap olmayı tercih etmeyeceği gazetecilerin karşısına çıkaracak koşulların oluştuğu bir ortamda, sahiplerini bağlayacak münferit çıkışlar dışında kapsayıcı bir itiraza, “lider düzeyinde” öncülük edilememesini neyle açıklayabiliriz? (Moderasyonun başarısızlığı ve gazetecilerin yeterince hazırlıklı ve organize olamamaları soruların cevapsız kalmasına sebep olsa da Soylu’nun yine öfkesine yenilerek sarf ettiği ve Peker videolarını siber suçlar kapsamına girecek bir ahlak dışılık ile özdeşleştiren sözleri, yaşananların şirazesini bozduğunu anlamamız için yeterli oldu.)
Önceden hazırlanmış çanak sorular ve karşılarına oturttukları gazeteciler ile “yok hükmünde” mülakatlar yapmanın faydasızlığını ikrar etmiş olmaları, bir güven arayışı içerisine girdiklerini gösteriyor. Temel politikaların neredeyse tamamındaki başarısızlığın da tesiri ile meydana gelen bu “güven bunalımının ancak ve ancak sandık ile çözülebileceğini” daha güçlü bir şekilde ifade ederek toplumsallaştırmak için bundan daha iyi bir fırsat düşünülemez. Yandaş yazarların konuyu yabancı servisler ve yasa dışı oluşumlar ile iltisaklı gösterme provalarını tamamlayıp kesin teşhisi koyma aşamasına gelmiş olmaları bile, Ana Muhalefetin oturduğu yerden kalkması için bir sebep olabilir ki, Soylu’nun da bu iddialara tutunduğunu geçen akşam bizzat gördük.
Muhalefetsizliğin düzeyini suskunlukla ölçmeyi mumla aradığımız şeyler de yaşıyoruz bu arada. Bilindiği üzere Çin ile aşılamayan aşı krizi sonrasında BioNTech ile anlaşıldı ve 90 milyon doz ilave aşının geleceği açıklandı. Hatta yarattığı güvensizliğin bilincinde olan Sağlık Bakanımız, Uğur Türeci ile telekonferans görüşmesini halka açık yaparak aşı sözünü bizzat Uğur Bey’in ağzından duyurmayı tercih etti. Ahmet Hakan gibi dönemin gazetecileri de bu gelişmeyi “müjdeler olsun” nidaları ile kutladılar. Kutlamaya katılanlardan bir tanesi de CHP’nin sesi yüksek çıkan Grup Başkan Vekili Özgür Özel oldu. Kendisi sosyal medya hesabından memnuniyetini dile getirdi. Hatırlarsanız Sağlık Bakanı yaklaşık bir sene önce Sinovac tercihini “klasik yöntem ile üretilen inaktif aşı” olmasına bağlamış, BioNTech gibi mRNA yöntemi ile üretilen aşıların da orta ve uzun vadeli sonuçları bilinmediği için güvenilir olmadığını ifade etmişti. Neticede, bu karar değişikliğinin Çin ile yaşanan diplomasi krizi dışında, teknik bir sebebi varsa da biz bilmiyoruz. Eğer yok ise ve siyasi şartlar bunu gerektirdiyse bu sürecin doğru yönetilmediğini gösteriyor ki, bu da memnuniyet beyanından önce dile getirilmesi ve hesabı sorulması gereken bir durumdur. Aksi hâlde aşılama takviminin gecikmesi sebebiyle koruma sağlanamadığından yitip giden hayatlar, kepenk kapatmak zorunda kalan esnaf ve pandeminin asıl yükünü sırtında taşıyan sağlık çalışanlarının yaşadıkları unutturulur, muhalefet de bu kabahatin ortağı olur. Umarım, geçen hafta da ifade ettiğim gibi, Sağlık Bakanı’nın Çin ile olan krizi muhalefete bağlıyor olması karşılık bulmuyordur. Önümüzdeki hafta kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Balkan göçmeni bir ailenin oğlu olarak 11 Ağustos 1979 senesinde Samsun’da doğdu. İlk, orta, lise ve inşaat mühendisliği eğitimini Samsun’da tamamladı.
Samsun’da 3 senelik kamu hizmetinin ardından İstanbul’da çeşitli inşaat firmalarında üst düzey yöneticilik yaptı.
Mesleki, edebi ve siyasi fikir yazıları yazdı ve sadece yazıya layık olmaya çalıştı. 2020 senesinden beri de Gazete Pencere için haftalık yazılar yazmaktadır.
Evli ve iki çocuk sahibi olan Acar profesyonel iş hayatına 2021 senesinden beri yurt dışında devam etmektedir.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top