Medeniyete giden yol ayakkabının icadıyla başlamış

İnsanoğlunun aklını kullanarak doğaya egemen olma uğraşında, ayakkabı tasarımlarıyla ayaklarını koruma altına almasıyla, yoluna sağlam adımlarla devam etmiş olmalı

Ayakkabı belki de insanın ilk tasarımlarından biri! Öyle ya; mağara devri çizimlerinde bile ayaklara geçirilen hayvan derileri görülmekte! İlginçtir, eldeki bulgular, birbirini tanımayan ve birbirleriyle etkileşimde bulunamayacak kadar uzak coğrafyalarda yaşayan insanların ayaklarını korumak için aynı şeyleri denediklerini gösteriyor. İnsanın kendini diğer canlılardan ayıran aklını kullanma özelliği sayesinde, doğayı tasarımlarına örnek alarak ve bu yolda doğadan bulduklarını doğanın zorluklarına karşı kullanarak yaşam mücadelesi vermesi, bilimsel bilgiye erişim peşinde ona ışık tutmuş olmalı!

Geçtiğimiz yıllarda Ermenistan’da, Türkiye ve İran sınırlarına yakın bir mağarada dünyanın bilinen en eski deri ayakkabısının bulunması, farklı disiplinlerde çalışan bilim çevrelerini heyecanlandırmış. Ülkenin güneydoğusundaki Vayotz Dzor bölgesindeki Areni-1 adlı mağarada sağ teki bulunan ayakkabı, tam 5500 yıllık çıkmış; tek parça deriden onu giyen kişinin ayağını özel olarak sarmak üzere tasarlandığı anlaşılmış. İçindeki kuru otların ayakkabının içini sıcak tutmak için mi, yoksa ayakkabıya şekil vermek için mi konduğu hala anlaşılamamış. Belli olmayan bir diğer şey de, ayakkabının bir kadına mı, yoksa bir erkeğe mi ait olduğu! Her ne kadar 38 numara olsa da -dönem dikkate alındığında- bu bir kadına ait olduğu anlamına gelmiyor muş; çünkü yapılan araştırmalardan çıkan sonuçlara göre, o yıllarda erkek ayakları da günümüzdekinden küçükmüş. Anlaşılan o ki, gece üstünde yatılan otların sıkılaşmış haliyle ayağa sarılması, sonrasında da ayakkabı formundaki derinin içine konulduğu ve bu yolla dış etkenlerden ayağı korunması bir yana belli bir konforun da yakalandığı saptanmış.

Duvar resimlerinde çok daha eski dönemlere ait ayakkabılar görülmekte
Alacahöyük’teki MÖ. 14. yüzyıla tarihlenen Asur ve Hitit kabartmalarında, taban köselesinin ön tarafının yukarı doğru kıvrık olarak bir burun oluşturduğu tarzda yapılmış ayakkabılar var. M.Ö. 8000 yılına tarihlenen Amerika yerlilerine ait bulgularla, Eski Mısır’da kullanılanların benzer yanları varmış. Çizimlerde, kalın bir kamış şeridinin ana iskeleti oluşturduğu ve kalın yaprakların birleştirilerek tasarlandığı sandaletler net olarak gözlemlenebiliyor.
Kuzey Çin’de yapılan kazılarda bulunan kenevir katmanlarının üst üste dikilmesi şekliyle estetik faktörü de gözetilerek üretilmiş ayakkabılar, aynı zamanda terrocata askerlerin ayaklarında da bariz olarak görülüyor.
İ.Ö. 5. yüzyıla kadar Etrüskler, uçları yukarıya kıvrık, yüksek ökçeli, bağcıklı ayakkabılar giymişler. Eski Yunanistan’da sandal, aba ayakkabı, mantar tabanlı kothornos, deri kayışlı krepis, gelin ayakkabısı nymphitikon ve benzerleri kullanılmış. Eski Yunan’da kadınlar, sokakta çıplak ayakla, ya da sandaletleriyle gezerler ev içlerinde de yumuşak, kapalı ayakkabılar giyerlermiş. Bu dönemde en popüler renkler beyaz ve kırmızıymış.
Ayakkabıların altına çakılan demir kabaraların bıraktığı ayak izi, düşmana korku, dosta güven vermiş
Yüzyıllar boyunca fazla bir değişikliğe uğramadan kullanılan Roma sandaletleri genellikle mantar tabanlı, deri kayışlı ve bağcıklı olmuş. Askerler için üretilen sandaletlerin yan dikişlerine önem verilmiş, savaşa giden askerlerin ayak sağlığı her devirde gözetilmiş. Sığır derisinden yapılan ayakkabıların tabanlarına takviye amacıyla demir kabaralar çakılması, taşlık bölgelerde yürümeyi kolaylaştırdığı gibi, bıraktığı ayak izi aynı zamanda her devirde güç sembolü olmuş, dosta güven düşmana simgesel anlamda korku vermiş.

İnternette karşılaştığım bir bilgiye göre, Sultan III. Osman, Ağabeyi Sultan I. Mahmut’un aksine müziği sevmez ve kadınlarına hiç iltifat etmezmiş. Etrafında musiki sesi duymamak için müzisyen cariyelerin bir kısmını saraydan uzaklaştırmış. Hoşlanmadığı şeylerle karşılaşmadan önce çevresini uyarma maksadıyla ayakkabılarına demir ökçeler çaktırırmış, bu ökçelerden çıkan sesi duyanlar dikkatli olur, yolundan çekilirlermiş.

Ayakkabı loncaları kuran Romalılar, farklı tasarımlarda ayakkabılar geliştirmişler, ayakkabıcılığın gelişimine katkıda bulunmuşlar. Roma imparatorluğunun ikiye bölünüp yeni yerel beyliklerin oluşması sonrasında, Avrupa içlerinde farklı yerleşim alanlarının açılmasıyla ivme kazanan rahat ve lüks yaşamın getirilerinden biri de soylular için yapılan zarif ve değerli ayakkabılar olmuş. Ayakkabıların uçları zenginliğin, asaletin göstergesi olarak uzamış ve sivrileşmiş. Görünür kısımlar ipek, kadife, deri ve saten kumaşlarla kaplanan bu modele “poulaine” adı verilmiş. Ve bu zarif ayakkabılar, o günün Avrupa şehirlerinin yollarının pis ve çamurlu olmasından dolayı, “patten” adı verilen kılıflarla birlikte kullanılmış. Ayakkabıyla genellikle birlikte üretilen bu kılıf hem kaymayı -kirlenmeyi engelliyormuş hem de ayak parmaklarının uzunlamasına görülmesini sağladığı için dönemin modaya yön veren estetik değerlerinden biriymiş. Giyen kişinin sosyal konumuna göre farklı olarak tasarlanan poulaine ayakkabıları, uç kısmının uzunluğu nedeniyle yürümekte güçlük çekenler için yerine göre gümüş veya altın zincirlerle bacağın diz bölümüne bağlanıyormuş. Her şeye burnunu sokan ve olur olmaz her şeyi yasaklayan kilise, ayakkabı kılıfları yürürken çok ses çıkarıyor diye, patten adı verilen ahşap koruyucu kısımlarını aforoz etmiş, özellikle kiliselerin civarında giyilmesine engel olmuş.
Günümüz ayakkabılarındaki “toka” ve “bağcık” tasarımı ortaçağdan beri kullanılmakta
Ortaçağ boyunca tabaklanmış deriden yapılmış mokosenler popüler olmuş. Hatta bu dönem ayakkabılarına eklenen toka ve bağcık tasarımı, günümüze dek korunarak gelmiş. 14. ve 15. yüzyılda ayakkabıların burunları uzamaya başlamış, ayakkabının statü simgesi olması tekrar belirgin olarak yaşanmış. Uzun burunlu ayakkabı modası 15. yüzyılın sonlarına kadar sürmüş, daha sonra da yerini yuvarlak burunlara bırakmış.
Bugün çok sık ayakkabı satın almayı her ne kadar kadınlara mal etsek de, çok sayıda ayakkabı içinden günü üstünde geçireceğini seçerek güne başlayan, ayakkabı seven çok insan var. Rengi, rahatlığı, su geçirmez oluşu, kesimi ve tasarımıyla ayakkabı üretimi moda dünyası içinde tasarımıyla dünyanın her yerinde dinamik üretim kanalları içinde ve hep göz önünde.

Haftaya ayakkabının kültür tarihi içinde, topuk gibi, çizme gibi, ayakkabı numarası ve sağ-sol ayrımına dair bilgilerle devam edeceğim. Çin-Japon kültüründe görülen kız çocuklarının ayaklarını sıkı sıkıya sararak büyümesine engel olan demir ayakkabı giyilmesi ve Osmanlıda ayakkabı konusuyla ilgili derleyebildiğim çok farklı yaşanmışlıkları paylaşmaya devam edeceğim.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Yalın Arşivi