Medyanın şöhret şehveti

Son Güncellenme Tarihi: Ocak 23, 2023 / 08:50

Medyanın, sosyal medyanın peşinden giderek birkaç günlüğüne şöhret haline getirdiği ne kadar çok insan gelip geçti gözlerimizin önünden…

Üç yıl kadar önce bir kitapçıdaki söyleşi görüntüleriyle “Filozof çocuk” diye tanımıştık Atakan Kayalar’ı. Beş ayda 250 kitap okumuş, felsefe bilen 10 yaşında bir çocuktu. O günlerde TV programlarına çıkmaktan bıkmış, sokağa çıktığında fotoğraf çektirmek isteyenlerden sokakta yürüyemez hale gelmiş, şöhretten yorulmuştu. Ne oldu? Bir yıl sonra bir iki programa daha çıktı, sonra unutuldu gitti.

Aksaray Belediyesi temizlik işçisi Hamit Karakaya, çöp toplarken dans görüntüleriyle bir anda şöhret olmuştu. Kıraç onu sahneye çıkardı, sonra da “Hepimizin yüzünde tebessüm uyandıran Hamit Karakaya kardeşim bizlerleydi” diye dans görüntüsünü paylaştı. Sonra bir düğünde, çöp arabası üzerinde ve Antalya’daki “Çılgın dondurmacı” ile dans görüntüleri çıktı. Ama şöhreti iki yıl içinde mum gibi eriyip bitti.

Geçenlerde de kurye Can İncir, bir otelin resepsiyonunda piyano çalarken çekilmiş görüntüleriyle sosyal medyada ün kazandı. Medyadaki haberlerin ardından Gülsin Onay konserinde onunla birlikte piyano çaldı; Gülben Ergen piyano hediye etti. Her iki sanatçı da Can İncir ile birlikte çekilmiş görüntülerini yine sosyal medyadan paylaşıp epeyce beğeni aldılar. Şirketinin ise yazılım bölümüne terfi ettirdiği Can İncir de sosyal medya profiline “Piyanist” unvanını ekleyecek kadar kapıldı şöhretin büyüsüne.



“Kurye piyanist”in şöhreti ne kadar sürecek, bu şöhretten ona neler kalacak, göreceğiz. Ama Menekşe Tokyay’ın Gazete Duvar’daki yazısında vurguladığı gibi, aslında “Sahne ışıkları üzerlerinden çekildiğinde unutuluşa sürükleneceği” belli ve aslında burada “yoksulluk ve imkânsızlıklar romantize ediliyor, medyatikleştiriliyor” diyebiliriz biz de.

Medyanın yaptığı ilgi çekecek, çok okunacak, izlenecek, tıklanacak bir öykü üretmek. Yoksa ne sanatı yüceltme ne de bir genç yeteneğin hak ettiği yeri almasını sağlama çabası söz konusu.

Bu ülkede yaygın medyanın sanatla ve sanatçıların sorunlarıyla ilgisi çok sınırlı. Pandemi sonrasında müzikli mekânlara uygulanan yasakların hâlâ sürmesi; yaygınlaşan konser yasakları, sanatçıların ekonomik zorlukları, hatta intiharları yaygın medyanın kapsama alanı dışında.

Dahası eğitimin tüm dallarında olan adaletsizlik, sanat eğitiminde daha da korkunç boyutlarda. Alt gelir grubundaki aileler, yetenekli de olsa çocuklarını son derece pahalı olan müzik eğitimine yönlendiremiyor. Koşullarını zorlayıp eğitim alanlar da yeteneklerini sergileyecek, kendini geliştirecek mecralar bulamıyor.

Keşke Can İncir’in de öyküsünü aktarmakla yetinmeyip, bu örnekten yola çıkarak, sanat ve sanatçıların sorunları, eğitimdeki adaletsizlik, genç yeteneklerin karşılaştığı zorluklar üzerine yoğunlaşılsaydı. Problemlerin giderilmesine katkıda bulunulur, yetenekli gençlerin tümüne yardım edilmiş olurdu.

Gazetecilik, sosyal medyada parlayan projektörlerin aydınlattığı geçici şöhretlere mikrofon tutmakla, onlara yardım edenlerin fotoğrafını çekmekle sınırlı olamaz. Gazeteci, görünene ya da gösterilene odaklanmak yerine bütünlüklü bakar, karanlıkta kalan yönlerini de aydınlatmaya çalışır; şöhretle bir anda yaşamı değişen insanların karşı karşıya kalacağı travmayı da gözetir.

Şehvetle bir öykünün üzerine abanıp çabucak onu tüketmek, sonra sosyal medyada dolanıp yeni öyküler aramak kolay ama yanlış iş….

“Yok böyle bir Japon”

“Japon bilim adamı Kalyo Yasuo” efsanesi, bugünlerde yine sosyal medyanın ve doğrulama platformlarının gündeminde. Bu efsane, bulabildiğim kadarıyla Temmuz 2019’da doğmuş. Sosyal medyada dolaşan ve nereden alındığı belli olmayan kupürde “Japon Bilim Adamı Kalyo Yasuo: Türkler çok garip” başlıklı bir haber yer alıyor. 3 yıldır Türk kültürünü inceleyen Yasuo’nun “Ülkede 3-5 dizi hariç hepsi Türk din ve geleneğine ters. Garip olan ise, herkes bunu biliyor ama yine de izliyor” dediği aktarılıyor.

Sonra Star gazetesinde Resul Tosun, 29 Eylül 2019 tarihli yazısında sosyal medyada dolaştığını belirterek söz etti bu kişiden. Ardından Akit yazarı Ahmet Maranki bahsetti “antropolog” olduğu eklemesini yaparak ve tespitlerine hak verdiğini vurgulayarak.

2020 yılında bu kez Sabah yazarı Yüksel Aytuğ, atıfta bulundu o haberlere. Ardından irili ufaklı birçok medya kuruluşunda yayılıp durdu bu “Kalyo Yasuo” haberleri. Hiçbirinde de kaynak yoktu.



Tam bu efsane yok oluyor derken geçen yıl temmuz ayında yine ortaya çıktı. Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu, sosyal medyadan paylaşınca Türkiye’de yaşayan YouTuber Yoshi Enomoto, “Yok böyle bir Japon” yanıtını verdi.

Efsane yeniden bu kadar güncel hale gelince doğrulama platformları Malumatfuruş ve Doğruluk Payı konuyu inceleyerek, böyle bir Japon bilim insanı olmadığını, kanıtlarıyla ortaya koydular. Efsanenin orada bitmesi beklenirdi ama öyle olmadı.

Hayal ürünü olduğu kanıtlanmasına rağmen “Japon Bilim Adamı Kalyo Yasuo” geçen hafta yeniden ortaya çıktı. Prof. Dr. Talha Müezzinoğlu, 15 Ocak’ta “Ne diyorsunuz? Japonlar haklı mı?” notuyla yine o kupürü paylaştı. Bu kez Teyit devreye girdi; o da böyle bir bilim insanı olmadığını yine kanıtlarıyla sergiledi.

Bakalım “Japon bilim adamı Kalyo Yasuo” efsanesi bir daha ne zaman ortaya çıkacak? Ne de olsa gazeteci milleti yazarken doğrulama gereği duymuyor; sosyal medyada da yalan ölmek bilmiyor.

Tek cümleyle


● TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Habertürk’teki programda “Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği kanunun Meclis’ten 5’te 3 çoğunluk olan 360 oy ile geçmesi” gerektiğini iki kez tekrarlayınca danışmanları -muhtemelen kartona yazarak- uyarınca “salt çoğunluk olan 301 oy” diye düzeltti ama Şentop’un yanlışı ve düzeltmesi haberlerde yer almadı.
● Türkiye gazetesi yazarı Necmettin Batırel, “Çok iddialı bir söz söylüyorum. Türkiye’de çözülmedik hiçbir problem kalmadı” diye yazdı.
● İktidar medyası, aynı gün gelişen Kemal Kurkut’u vuran polise ceza verilmemesi ve Ali İsmail Korkmaz’ı öldüren polise çok hafif ceza verilmesi haberlerini hiç görmezken, Cumhuriyet, Karar ve Sözcü de sadece Ali İsmail Korkmaz davası haberini yayımladı.
● Akşam, Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Yeni Şafak, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın, İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan ile AKP Genel Merkezi’nde görüşerek Cumhurbaşkanlığı faaliyetinin partide yürütmesini doğal ve doğru bir olay gibi yansıttılar.
● Birçok haberde olduğu gibi DHA’nın “Gürcü çete lideri cinayetinde 2 Rus tutuklandı” haberinde de doğru Türkçe ile “girdiler” demek yerine “giriş yaptılar” denildi.
● Prof. Dr. Nuran Yıldız, gazeteci Hilmi Şahin’in ölüm haberinin Medyaradar dışında medyada haber olamamasını “Meslektaşlarının ölüm haberi yerine magazin şaklabanlığı yayınlayanlar bilmiyorlar ki kendi cenazeleri ortada kalacak” diye eleştirdi.
● Kızılay’a ait etleri kendi otellerine götüren AKP Milletvekili Cemal Taşar ve kardeşi hakkında soruşturma açılmazken, olayı görüntüleyen gazeteci Sinan Aygül’e 3 yıl sonra “işyeri dokunulmazlığını ihlal” suçlamasıyla dava açıldı.

ELEŞTİRİ, ŞİKAYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980’de Cumhuriyet’te başladı. 12 Eylül döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, ANAP ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet’ten, Nisan 1992’de ayrıldı.

Sabah gazetesi’nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992’de Hürriyet’e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bir süre yine Hürriyet’te araştırmacı-yazar olarak çalıştı. 1998’de çıkan Gizli Kulaklar Ülkesi adlı ilk kitabı öncesinde Hürriyet gazetesinde Telekulak dosyası adlı bir yazı dizisi hazırladı. Bu dizide ilk kez kullandığı telekulak sözcüğü, daha sonraki yıllarda Türkiye’de gizli telefon dinlemelerini anlatan popüler bir kavram haline geldi. 2002’de Hürriyet gazetesi Ankarara Temsilci Yardımcılığı görevine getirildi. Aynı yıl Tempo dergisinde Kırlangıç Yuvası adlı köşede yazdı.

Ağustos 2004 – 14 Mart 2005 tarihleri arasında “Anlatsam Roman Olur” başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D’de yayınlandı. TV 8’de 1999-2001 yılları arasında Doğan Tılıç ile birlikte medya eleştiri programı olan Çuvaldız programını hazırladı. TV8’de “Nerede Kalmıştı” (1999) ve Cine5’te de “Üç artı Bir” adlı söyleşi programları yaptı. 2009-2012 yılları arasında Hürriyet Pazar’da “Puzzle portreler” başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı. 19 Nisan 2010 tarihinde Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (ombudsman) görevini üstlendi. 3 Mart 2019’da Hürriyet gazetesindeki görevine son verildi.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda, üç dönem “Araştırmacı gazetecilik” dersleri verdi. 2014-2015 yıllarında da Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “Parlamento muhabirliği” dersleri verdi.

11 Temmuz 2019 tarihinde TBMM Genel Kurulu tarafından CHP kontenjanından RTÜK üyeliğine seçildi. Kurulun 31 Ekim 2019 tarihli toplantısında Bildirici’nin üyeliği “ortaya koyduğu eylem ve söylemler” gerekçe gösterilerek ikiye karşı altı oyla düşürüldü. Bildirici, CHP tarafından 27 Kasım 2019 tarihinde yeniden RTÜK üyeliğine aday gösterildi.
Medya Ombudsmanı olarak Gazete Pencere’de haftalık yazılarına devam etmektedir.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top