MEMLEKET HASRETİ

MEMLEKET HASRETİ
Ahmet Kaya’yı memleketsiz bırakıp gurbette hayata veda etmesini ananlar utansın diye yazmıyorum. Eski memleketi sabah akşam yerip “Eski Türkiye, eski Türkiye” diye sadece tempo tutanlara isyan ediyorum…Hadi gelin eski Türkiye’den...

Ahmet Kaya’yı memleketsiz bırakıp gurbette hayata veda etmesini ananlar utansın diye yazmıyorum. Eski memleketi sabah akşam yerip “Eski Türkiye, eski Türkiye” diye sadece tempo tutanlara isyan ediyorum…

Hadi gelin eski Türkiye’den söz edelim.

Eski Türkiye’de her bakımdan eşittik biliyor musunuz?

Yoksulluğumuz da zenginiğimiz de.

Eski Türkiye’de adaletsizlikten de eşit nasibimizi alırdık, kader mahkumlarına aynı şarkıları gönderirdik.

Eski Türkiye’ye örneğin Kızılay kolumuz vardı canı acıyanın teneffüste yanına koşan kooperatifçilik diye ders başlığımız.

Milli savunmaya albaylar gelirdi lisede, askerden kaçmanın hesapları yapılırdı.

Bu ahali ile baş edilemez.

Şeker, tütün, mefruşat fabrikalarımız vardı. Ve onların kurduğu bir dünya. Tütün sarardı yârimiz, pancar toplardı adamımız. Babamız kumaş sererdi gençlerin, annelerin önüne.

Eski Türkiye’de işçiler vardı, memurlar vardı. O zaman belki bu zamandan daha çok haksızlığa uğrarlardı ama itiraz ederlerdi. Hayır demek terörist olmak değil onurlu bir hareket idi.

Eski Türkiye’de öğrenciler, işçiler, memurlar, emekçiler özetle sisteme itiraz için vardı. Çünkü haklı herkes için tüm sistemler bir itiraz mekanizmasıydı. Bu mekanizma hakkıyla kullanılırdı. Önüne cumhurbaşkanı, başbakan da çıksa.

Madenlerimiz vardı bizim. O zaman en korktuğumuz kelime “grizu” idi. Siyah beyaz televizyonlardan işittiğimiz bu kelime hepimizin kanını dondurur, kömürle ısınan odalarımızda buz keser, üşümediğimize üzülürdük. Ağlardık. Bir madencinin ölümü sanki hepimizin ölümü gibi olurdu.

Fabrikalarımız üç vardiya yapardı. Servisler sıkıntılıydı. İşçi-amele için en yakın yerde evlerini kiraya veren ve fahiş kiralar istemeyen iyi insanlar vardı. Giderken evine bir kilo portakal, hovarda ise elma alırdı. Bunu da kimse hırsızlıkla suçlamazdı.

TEK gelirdi evimize fatura vermek için. Cereyan parası. Kızmazdık. Su parası gelince şaşırırdık, evlerin bahçelerinden su çıkardı çünkü. Alınırdık ama öfkelenmezdik.

“Allah’ın suyu” lafını icat etmemize rağmen su faturasına itiraz etmezdik. TRT öğretmişti hepimize diş fırçalarken çeşmeyi kapatmamız gerektiğini.

Eski Türkiye’de de siyaset vardı.

Bir masada bir araya gelirlerdi. Ve bir bütün ahaliyi ciddiye alırlardı. Birbirlerini kıyasıya eleştirir ama yeni Türkiye’yi nasıl kuracaklarını gizli özne olmadan hepimizle paylaşırlardı. Ahali de biraz ondan biraz bundan diyerek bizi kimi zaman koalisyonlara mahkûm eder ve bundan pek de şikâyetçi olmazdı.

Eski Türkiye’de terör örgütü kumpasıyla hapis yatmış başarılı teğmen birdenbire milletvekili olmaz, vekil olduktan sonra televizyona çıkıp “11 parti ile görüştüm” demezdi.

Eski Türkiye’de hayatı bedellerle dolu bir siyasetçi, başkasının mekânında adam dövmez, stüdyo basmaz, bir gazeteciye tokat atamazdı.

Eski Türkiye’de en alttan en üste tam da taklit edercesine ahalinin aklıyla alay edilmezdi, edilemezdi.

Dün siyah dediğine bugün beyaz diyenlere “Yahu sende hiç utanma yok mu?” diye sorulurdu eski Türkiye’de.

Oturdukları yerden eskinin çay ocağı entellerine hasret ettirecek günümüzün lafçıları, utanmazlıklarını gardıroplarına kaldırdıklarından, büyük harflerle “Eski Türkiye Eski Türkiye” diye gürlüyor.

İki çift lafım var. Yaşadığın sürece her şey düne göre eskidir azizim.

Bunu bir say ama yerim dar.

İki;

Memlekete saman alma. Alma. İhtiyacın yok.

Eski Türkiye harikalar dünyası değildi ama yeni Türkiye’yi yaşayınca, gelen gideni pek bir arattı. Bu da senden olsun, yeni Türkiyeci madem slogan.