MEMLEKETİMDEN DİNBAZ MANZARALARI

"Baktıkça bu küstah toprağa insan

kendi soyunun ilk kavga narasını duyuyordu yüreğinde,

bir kayanın altında kesmek onun yolunu

ve hep birlikte çığlıklarla üzerine saldırıp

bir mamutu yener gibi yenmek onu." 

Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları adlı büyük yapıtında bu dize ile anlatır insanın varoluşunun savaşını, hırsını, mücadelesini, acımasızlığını ve kavgasını.

İnsanı çürüten ve kötülüğü insan şekline getiren ekonomik sistem, ayakta kalabilme savaşını bir yandan makinelerle diğer yandan silahlarla yapıyor. Burada en temel ve en çok olan malzemesi de insan!

Kapitalizm; içinden büyük buluşlar, yazarlar, bilim insanları çıkarsa da tarihte doğaya ve insana yapılmış en büyük kötülük olma yerini korumaya devam ediyor. İnsanın, kendi eliyle bulup yarattığı bu sistem insanı esir aldı. Daha açacak olursak ‘insanın insanlığını’ esir aldı.

İnsan bedeni öldükten sonra çürümeye başlar. Ruhu ise bu sistemde yaşarken çürür. Önce doğaya, sonra diğer insanlara ve en sonunda da kendisine yabancılaştırır. Bütün yapının ideolojik aygıtları da dört bir yandan gece gündüz bu zehirli meyvenin dallarını uzatır da uzatır. Bu tatlı ve zehirli meyve, onu yiyeni yaşamak için öldürmek, ayakta kalmak için yok etmek ve kazanmak için birilerinin kaybetmesini sağlamak zorunda bırakır.

Öyle ki bu meyveyi yedikçe zehirlenir, zehirlendikçe daha çok yer ve sonunda kendi sonumuzu hazırlarız.

İNSAN İNSANIN HARESESİDİR

Kapitalizmde insan insan haresesidir. Harese, metaforik olarak kullanılan bir anlatıdan gelen dikenli bir çöl meyvesidir. Kökeni hırs, haris, ihtiras kelimelerinden gelen bu hareseyi deve çiğnemeye başlar. Su yerine bunu tercih etmiştir çünkü. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Kendi kanına doymaz, tadı yedikçe daha da güzelleşir. Ve sonunda kan kaybından ölür deve.

Neoliberal sistem insanın bozuk davranış ve güdülerine meşruluk kazandırır. Onu allayıp pullar. Doğa üzerinde süren yok edici saltanatı baş tacı eder. Önce insanı sonra diğer canlıları meta haline getirir. Kadını reklam malzemesi yapar. Lüksü ve abartıyı ihtiyaç haline getirir. Diğerinden daha güzel, güçlü ve ayrıcalıklı olmalısındır! Sen özelsindir ve tüm kainat senin için vardır! Her şey mutlaka senin etrafında dönmelidir. Nasıl olursa olsun ama hızlıca zengin olmalısındır. Bu uğurda her şey ve herkes sana hizmet etmeli. Başka insanlar işine yaradığı müddetçe hayatında olmalı. Bunları yaptıkça daha çok zevk alacak ve daha da büyüyeceksin! Büyüdükçe arkanda bıraktığın mikro kozmik enkazın önemi yok! Bir kişisel gelişim kursunda kendini affetme seansına girer ve çıkarken de 300 dolar ödersin! Bu sistemde paran olduğu müddetçe hiçbir probleme yer yok. Sana kazandırmıyorsa diğerlerinin zaten önemi yok. İnsan dediğin nedir ki? Her gün on binlercesi doğuyor, binlercesi ölüyor. Rakamlar dünyada insan enflasyonu olduğunu gösteriyor. İnsanlık enflasyonu zaten bitti, moratoryum ilan etti bile!

DİNBAZLARIN BİR HAFTASI

Bütün semavi dinlerde en büyük günahlardan birisidir kibir. İnsanoğlu, dini hayattan her gün yeniden doğurur. Eğer bir ağacın kesilmesi gerekiyorsa ‘eşrefi mahlukat’ devreye sokulur. Kesilmesi gerekmiyorsa peygamberin kıyamet ve fidan hadisi kullanılır. Ramazan Ayı’nda Veda Hutbesi’nden bütün insanlığın eşit olduğu bölüm iftar programında anlatılır, Ramazan bitince de kahrolsun Ermeniler, yok olsun Suriyeliler! Cuma günleri Facebook’tan “İşçinin alın teri soğumadan hakkını veriniz” hadisi namaz fotosu eşliğinde paylaşılır, Cumartesi günü de sigorta istediği için yanındaki işçi kovulur! Pazar günü kahrolsun mülteciler, bunlar zaten korkak hem de cahil denilir, Pazartesi günü sigortasız ve asgari ücretin yarısına çalıştıkları için atölyeye 20 Afgan, 10 Suriyeli alınır. Salı günü mavi boncuk takışına, ırmağının akışına ölünen Türkiye’nin, Çarşamba günü müteahhittin teki kar etsin diye ırmağı kurutulur. Perşembe günü bir kadın katledilir, aynı gün bir kadın daha katledilir, aynı günün gecesi bir kadın daha. Hepsi bu kadar, hafta bitmiştir…

BİNALAR YÜKSELİRKEN…

Geçtiğimiz hafta ABD’de 291 milyon dolara bir Türk evi açtık. ‘Son 500 yılın en büyük dış politika hamlesi olan’ bu bina büyük bir coşku ve Diyanet İşleri Başkanının dualarıyla açıldı. Fotoğraf muazzamdı, kapitalizmin başkenti New York’ta tekbir eşliğinde Bu bina yükselirken, Türkiye’de öğrenciler yurt olmadığı için sokaklarda yatıyordu. Aynı gün sokakta kalmak yasaklandı! Öyle ya, gölgesini satamamıştı sistem sokağın ve sen, yeri yurdu olmayan genç; soğukta sokakta bile kalma hakkına sahip olamazdın bu nedenle! Aynı gün bir vatandaş yanında çanta dolusu dolarla döviz bürosunun önünde açıklama yaptı “Faiz haram diye dolar alıyoruz!” Hemen ertesi gün iktidar fetvacısı Hayrettin Kahraman “İktidara zarar verecekse doğruları söylemek caiz değildir” dedi. Kapitalizm başarmıştı, hem de dua ve fetvalar eşliğinde…

HER ŞEYE RAĞMEN…

Yavaşlamalıyız! Hatta mümkünse durmalı. Herkesin hıza ihtiyacı varmış gibi dayatan bu sisteme dur demeden önce kendimiz durmalıyız. Arabamız, telefonumuz, bilgisayarımız, internetimiz ve hayatımızın çok hızlı olması gerektiğini söyleyen bu post modern dinbaz kapitalizm koca bir yalan söylüyor. Durup, doğanın ve etrafımızın geldiği halin farkına varmalıyız. Slogancı umutçuluk ve iyimserliği çöpe atmalı ve gerçekçi akılcılığa geçmeliyiz. Doğa yok olmak üzere, iklim krizi kapıda değil; içeri girdi. Söylenilen her yalan, yapılan her fırsatçılık, çürüyen her ruh bütün dünyayı kirletiyor. Önce yavaşlamalı, sonra durmalı ve bizden alınanı geri almak için kendimize ve ÖZ’ümüze bakmalıyız. Çünkü bir toplumda tek bir deli varsa onu akıl hastanesine kapatırlar; ama çoğunluk delirirse akıllıları hapishaneye atmaya başlarlar. Başka insanlara karşı kazandığımız her zaferde bütün insanlık hezimete uğramaya devam ediyor. Yıktığımız, yok etmek üzere olduğumuz doğa ve insanlığı kim ve nasıl, hangi araçlarla bu hale getirdi? Şimdi avcı toplayıcı atalarımızın yaptığı gibi bir nehrin kenarında durup gülümseme, ağaçların ve rüzgarın sesini dinleme vakti. Doğanın bize ait olmadığını; bizim doğaya ait olduğumuzu bilmenin huzuru içerisinde…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi