MERİTOKRASİ DE NEYMİŞ, YAŞASIN MEDİOKRASİ!

Son Güncellenme Tarihi: Mayıs 8, 2021 / 18:48

Güreşçiler banka yönetim kurulunda, diplomasiden anlamayan siyasetçi eskileri büyükelçi koltuğunda, yirmi küsur yaşındaki pudracılar belediyelerde kültür ve sosyal işler müdürü olmuş, iki kelimeyi bir araya getiremeyen milletvekilleri mecliste oturmuş Türkiye Cumhuriyeti yasalarını yapıyor…

Yukarıdaki örnekler bize apaçık şunu söylüyor: Türkiye artık tam anlamıyla mediokrasinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Liyakatsizlik daha önce de vardı. Ama hiçbir dönemde bu kadar ayyuka çıkmamıştı. Öyle bir dönemde, öyle bir anlayışla karşı karşıyayız ki, bilgisizlik, cehalet, vasatlık, hatta vasatın da altı olmak erdem sayılır olmuş memlekette.

Platon Devlet adı kitabında filozof krallardan söz eder. Ona göre, filozofların kral olması ya da kralların filozof olması gerekir (Platon, Devlet, Remzi Kitabevi 8. Basım, 473d). Filozoflar, bilim insanları bir kavramın ya da sistemin teorik olarak ideal halini anlatır. O idealin gerçekleşmemesi hatta bir ütopyaya dönüşmesi bunu pratiğe dökemeyen insandan, toplumdan kaynaklanır. Yani teorinin suçu yoktur aslında. Platon ‘filozof kral’ kavramını ortaya atarken tabii ki demokratik bir yönetimden bahsetmiyor. Zaten onun için demokrasi çok da matah bir sistem değil. Ama Platon’un düşüncesini demokrasi içerisinden de okumanın bir yolu var. Liyakat… Yani söz sahibi olanların, bulundukları makama uygun yetenekleri, bilgileri ve görgülerinin olması.

İşte bu noktada bugünün Türkiye’sinde durumlar biraz karışık. Halimizi ifade etmeye kalkınca tekerleme gibi cümleler kurmak zorunda kalıyoruz. Makam sahipleri liyakat sahibi olmadıkları için söz sahibi değiller. Ama daha doğrusu şu galiba… Makam sahipleri söz sahibi olmadıkları için liyakat sahibi olmalarına da gerek yok… Yok yok! En doğru tekerleme şu… Liyakat sahipleri makam sahibi olamadıkları için söz sahibi değiller. Bu sonuncusu sanırım son yıllardaki Türkiye bürokrasisini tanımlayan en doğru cümle.

E peki, mediokrasi olmasın da meritokrasi mi olsun memlekette? Tam anlamıyla bir meritokrasi de öyle matah bir şey değil elbette. Öyle bir düzende de halkın değil elitlerin egemenliği baş gösteriyor. Halk seçim yapabiliyor ama seçilemiyor. O zaman bunun bir ortası bulunamaz mı?

Gelin demokrasinin içine biraz meritokrasi katalım, bakalım nasıl oluyor?

Her şeyi değil ama ekip yönetmeyi bilen, ekibini işinin uzmanı olan insanlardan seçen bir devlet başkanı… İşinin uzmanı olan, kendi alanında ilerici politikalar üretebilen, gerektiğinde kriz yönetebilen bakanlar… Alt kadrosunu yetenekli, bilgili yani liyakat sahibi insanlardan oluşturabilen, kendisinden daha yetenekli gençlerden korkmak yerine onları tecrübesiyle eğitebilen, bir gün kendi koltuğunu doldurabilecek insanlar yetiştirebilen yöneticiler… Dış siyasetten anlayan; diplomasi geleneğinden gelmiş; bilgisiyle, görgüsüyle, duruşuyla ülkeyi temsil edebilen büyükelçiler, konsoloslar, ataşeler… Ekonomiden anlayan kamu banka yöneticileri… Bir yasa tasarısına evet ya da hayır dediğinde nelere sebep olabileceğinin bilincindeki milletvekilleri… Sırf eski bakan ve iktidara yakın bir kişi olduğu için değil de o işten gerçekten anladığı için bir devlet kurumuna yönetim kurulu üyesi olan insanlar…

Şimdi gelin bir de işin gerçeğine, içine mediokrasi katılmış demokrasimize bakalım…

Eşitlik ilkesiyle yola çıkıp, “herkes üniversite mezunu olmayı hakediyor” söylemiyle kendisini meşrulaştıran eğitim sistemimize bakalım. Daha bünyesinde görev alacak akademisyeni yetiştirmeden her köşeye ticarethane mantığıyla üniversite açarsanız, oralardan mezun olacak vasat öğrencilerle ancak vasat bir gelecek kurabilirsiniz. “Buralara öğretim görevlisi lazım” deyip önüne gelene doçent, profesör unvanı verirseniz, bir tane bile uluslararası makalesi olmayan, olamayan rektörlerle yönetirsiniz o üniversiteleri. Sonra o vasat hatta vasatın da altındaki akademisyenler çıkar, “bu ülkenin başına ne geldiyse okumuşlar yüzünden geldi” deyiverir. Siz de o adamın yetiştireceği gençlikten medet umarsınız.

Belediye meclis üyeliği dışında siyasi tecrübesi olmayan bir kişiyi bakan yaparsanız, bir siyasetçi olarak nerede ne konuşacağını bilemez. İcraatleriyle değil, kameraların karşısında ilk geçtiğinde kırdığı potlarla anılır.

Bu mediokrasi gelenek çevrenizi öyle bir sarar ki… Hiç haberiniz olmadan hiçbir vasfı olmayan, yirmili yaşlarında tecrübesiz bir genci belediyede Kültür ve Sosyal İşler Müdürü yapıverirler. Sonra onun etrafa saçtığı pudra şekerlerini temizlemek zorunda kalırsınız.

Diplomasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan insanları büyükelçi yaparsanız, diplomatik manevralar da yapamazlar, ülkeyi dış politika alanında temsil de edemezler. Sizin de sözde ‘Ermeni Soykırımı’nı kabul eden ABD başkanı karşısında söyleyecek bir tek etkili sözünüz kalmaz.

Sonra bu mediokrasi içinize öyle bir siner ki… Kendi içinizde de yaşarsınız aynı sorunu. İletişimden hiç anlamayan biri gelir “şahane bir fikir buldum” der. Kendisi de vasat olduğu için fikrinin kötü olduğunun farkında değildir. Sonra başka bir vasat bu fikri kabul eder… Sonuçta rakibinizi karalamak için yaptığınız film sizi batırır, rakibinizi parlatır. Ve siz de alırsınız mediokrasinin sebep olduklarından payınızı.

Şu mediokrasi sevdasından bir kurtulsak, demokrasimiz mediokrasiyle değil de meritokrasiyle birleşse, biraz olsun ondan kopya çekse, iyi taraflarını kendisine entegre etse… Yöneteniyle, yönetileniyle daha eşitlikçi, daha adil, daha yaşanası bir ülke olmaz mıyız?

Gönç Selen

1973 yılında İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Saint Benoit Fransız Lisesi’nde tamamladıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Daha sonra Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde Siyaset Bilimi, Galatasaray Üniversitesi’nde ise Felsefe yüksek lisans eğitimi aldı. Ama tezlerini teslim etmeden ruhunu şeytana satıp reklamcı oldu.

Profesyonel kariyerine 2000 yılında Medina Turgul DDB’nin kreatif ekibinde reklam yazarı olarak başlayan Selen, 2007 yılında reklam yazarlığını kısmen bırakarak yine Medina Turgul DDB’de müşteri ilişkileri direktörü olarak görev yapmaya devam etti. 2010 yılında kurucu ortağı olduğu Reklam Çiftliği isimli reklam ajansında kariyerine kreatif direktör ve pazarlama danışmanı olarak devam etti. Medina Turgul DDB ve Reklam Çiftliği’nde görevinden ayrılana kadar hemen hemen her sektörden pek çok ulusal ve uluslararası markaya hizmet verdi.Yine kurucu ortağı olduğu Lokomotif Eğitim ve Danışmanlık Şirketi’nde ise pek çok kuruma eğitim verdi. Eğitim verdiği konular arasında Pazarlama, Marka Yönetimi, İşveren Markası Olmak, İK Pazarlama, Hikâye Anlatımı ve Sunum Teknikleri, Zor Kişilerle Başa Çıkma, Satışçılar İçin Pazarlama gibi başlıklar yer alıyor.

Şubat 2021 tarihinden bu yana ruhunu şeytandan geri alabilmek için online “Felsefe Seminerleri” düzenliyor. Bu seminerlerde günümüz dünyasını felsefe tarihi ve filozofların görüşleri, ortaya attıkları kavramlar üzerinden anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor.

2022 yılında kurduğu Gönç Selen Danışmanlık Şirketi’nde yönetim danışmanlığı hizmeti veriyor. Bunun yanı sıra yaptığı çalışmalarla felsefenin iş dünyasında da işlevsel hale gelmesine katkıda bulunmaya çalışıyor. Türkiye’nin önemli şirketlerinin üst düzey yöneticilerine, yönetim kurullarına, eğitim şirketlerinin eğitmen ve danışmanlarına felsefe eğitimi ve felsefî danışmanlık hizmeti veriyor. Şirket yöneticileri ve eğitmenlerle birlikte felsefî düşünme antrenmanları yaparak; eleştirel aklı ve stratejik düşünceyi profesyonel hayatta kullanılabilir hale getirmeye çalışıyor.

Şubat 2021’de Gazete Pencere yazarları arasına katılan Gönç Selen, esas mesleği olan felsefe dışında, edebiyat ve müzikle de ilgileniyor. İyi derecede İngilizce, Fransızca ve başlangıç düzeyinde Antik Yunanca biliyor.

Gönç Selen bekâr ve hiç çocuk babasıdır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top