Mesafeli bayramlar, nostalji ve komşularım bay ve bayan bilmem ki kim?

Nerede o eski bayramlar diye sorduğunu duyarız sık sık büyüklerimizin. Sahi neredeler? Gerçekten varlar mı? Yoksa Dante’nin Odysseus’ı anlatışına mı benzer bu özlem?

Odysseus artık geri dönmek istemeyen bir göçmendir” diyor Dante. Epey sarsıcı bir tanım Odysseus’un kendini tanımlama biçimini okuduğumuzda. Ama bu tam da gidip de dönmemek, dönüp de bulamamak döngüsü gibi. Eski ile kurduğumuz ilişkiyi bu yazıda biraz gitmek ve kalmak arasındaki ilişkiye benzetiyorum. Geçmiş, kimi zaman geri dönsek bile ait olamadığımız olabilir mi? Bu benim gibi sahip olduğu tek gerçekliğin senden asla koparılamayacak olan geçmiş olduğunu düşünen biri için biraz sarsıcı.
Sofralar mı güzel, beraberlik mi?
Zorunlulukları pek içselleştirip sevemem. Ama bayramlarda az ve sevdiğim akrabaya gidebilme lüksüne sahip olduğumdan bayramları severim. Her ne kadar bu bayram sevdiklerimizle aramıza yollar, mesafeler girmiş olsa da hayatımda sevdiğim ve beni seven insanların varlığını bilmek de yetebilir. Her sevdiğime sahip olamam ve ben de yapabileceğimi yaparım. Onların keyiflerinin yerinde ve sağlıklı olduklarını bilmek beni memnun etmeye yeter. Beraberce yapılan bir bayram kahvaltısı ya da hep beraber sofrada bir Ferzan Özpetek filmindeymişiz gibi oturduğumuz ve sohbet ederek, özenle hazırladığımız yemeklerden yememiz çok güzeldir ama bunun bir olasılık olabilmesi bile yeterince güzeldir aslında.
Bayramları genel olarak seviyor olmam bayram günlerini her zaman çok sevmeme neden olmayabilir. Çünkü bir geleneği düşünmek ve hatırlamak çoğu zaman ona sahip olmadığınız zaman çekicidir. Çünkü aynı seyahat fikrinin kendisi gibi bayramın da yukarıda anlattığım o harika anlarının yanında sıkıcı anlar vardır. Çünkü bayram da her gün gibidir. Bazen çok sıkıcı, bazen çok eğlenceli, bazen hem sıkıcı hem eğlenceli. Bayram günlerini anlatsa, ne bütünsel, yekpare bir zaman anlayışını savunan Ahmet Hamdi Tanpınar, ne “rutinin alanına çekilerek, kulağını saatin tekdüze tıkırtısına dayayan” Yusuf Atılgan anlatır. Bazen hiçbiri bazen hepsidir o gün.


Özlem bayramı
Bu bayram herkes için bir özlem bayramı. Bu sebeple hep o güzel ve uzun sofraları hatırlayarak içlenebiliriz. Zaman zaman içlenmeye de hakkımız var hani. Asumen Suner’in çok sevdiğim kitabı “Hayalet Ev: Yeni Türk Sinemasında Aidiyet, Kültür ve Bellek”’te, yazar bize Yeni Türk Sineması’nın hayalet evleri anlattığını söyler. Bunlar tekinsiz, içi boşaltılmış yerlerdir ama onları bir türlü geride bırakmayı başaramayız. Eskiden olduğumuz yerlere özlem duyar ve onlar karşısında çocuklaşırız. Filmlerde kurulan atmosfer hep geçmişle kurulan bağ üzerinedir. Geçmiş, bir masumiyet çağıdır aynı Bachelard’ın dediği bir “çocukluğun mutluluk mekanı”dır.
Bayram deyince aklıma hep çocukluğumdaki bayram sofralarının gelmesi acaba yemeğe fazlaca düşkün olduğumdan mı, işte bunu bilmiyorum. Anneannemin evinde kalabalık aile olarak toplandığımız bayramlarda hep özel ve güzel şeyler yiyen şanslı ailelerdik. Bu sebeple yemekle olan bağım duygusal olarak hayli gelişti. Hala boş kaldığım zamanlarda yemek programlarını ve dünyanın en bilmediğim köşelerinin mutfak alışkanlıklarını seyretmeyi severim. Ve hala Ang Lee’nin “Eat, Drink, Man and Woman” filminin açılış sahnesini ara ara tekrar seyrederim. Gabriel Axel’in “Babette’nin Şöleni” filmi bir çok filmden fazla zevk verir bana. Sofra etrafında toplanan ailelerin sinemadaki yansımaları belki de izleyicilik deneyimde en çok katartik bağ kurduğum sahnelerdir. Bence bu imgeler beni, çocukluğumun mutluluk mekanlarına götürür.
RenoIr mi PIcasso mu?
Oysa yemekler her zaman Renoir filmlerindeki gibi güneşli günlerde, açık havada, gülücükler eşliğinde yenmez. Ressam bu resimleri sebebiyle hayli eleştiri konusu olmuştu. Sınıfsız bir toplumu resmettiğini söyleyenler vardı.
Bazen Picasso’nın mavi dönem resimlerinde olduğu gibi tek başına az bir ekmeği kemirirsiniz. Öyle zamanlarda uzak bayram günleri sana daha güzel görünebilir. Neden? Çünkü uzak olan güzeldi hani. Uzak olan belki de hiç ele geçmeyecek olandı. Aslında sadece bayram günleri için değil bu önermem. Ait olduğun yer ona ait olmadığında nostaljiyi tetikleyebilir. Çünkü bu duygu Cassin’in dediği gibi bize ait olanla bir yabancı arasındaki ilişkiye özgü yanılgıdır.
Böyle durumlarda bu duygu daha çok bize ait olmayana duyduğumuz özlem olabilir. Henüz gerçekleşmemiş ve hiç gerçekleşmeyecek olana duyulan arzudur. Büyük sofralara duyulan özlem de aslında her şeyin güzel ve en dorukta olduğu keyif anlarıdır. Hayatın geneli değil.


Sayın Tanımadığım Aile!
Gelelim Bay ve Bayan Bilmem ki Kimler’e. Evimin tek penceresi, yan apartmanın bahçesine bakıyor. Şanslıyım çünkü bahçesiyle bu kadar ilgili bir aile az bulunur. Ailecek bahçede çok vakit geçiriyorlar. Çimleri biçiyor, barbekü yapıyor, büyük sofralar hazırlıyorlar. Siyah küçük köpekleri bahçeyi tüm gün aşağı yukarı turlarken, bir gün evin balkonuna pergola tente, bir gün kendilerine minik bir havuz inşa ediyorlar. Bu ev ve bahçe işlerinde olağanüstü becerikli olduğunu düşündüğüm komşularım ise camın içeriyi göstermemesi sebebiyle aslında beni hiç göremiyor. Onlarla kurduğum ilişki tek taraflı olduğundan bir nevi bizim evin ünlü kişileri gibiler. Gelelim onların konuyla ilgisine. Daha birkaç gün önce bahçeye masaları koyup birleştirdiler, bir kocaman şemsiye açtılar. Upuzun, kalabalık bir sofra oldular. Onlara uzaktan baktığım için ve henüz sadece güneşli bahçelerini gördüğüm içi benim için bir Renoir tablosu gibiydiler. Masanın en ucunda oturan çocukların yıllar sonra o günü nasıl hatırlayacaklarını düşünmeden edemedim. Buranın bir bayram gününe denk gelmişti bu yemekleri. Acaba o çocuklar da nerede o eski bayramlar diye soracak mıydı? Buluştukları evin bir hayalet gibi onları takip etmesini sevecekler miydi?
Velhasıl Kavafis’e selam olsun. O olsa, bayramlar değil ama gençliğimizdir güzel olan diyecekti. Haklı tabii. Ama yine de ne oraya ne buraya, ne eskiye ne yeniye ait olmaya çalışmayıp bayramı kendi seçeceğimiz bir bayram gibi yaşamalıyız bence. Herkesin bayram tasavvuru birbirinden farklı olabilir ama bu bayram dijital ortamlarda herkesin sevdiği şeyleri yapmak için toplanalım derim. Mutlu bayramlar.
Not: Anneannemin evindeyken biz çocuklar yuvarlak masada otururduk. Büyükler ise büyük ana masada, dikdörtgen olanda… Ama büyükler masasından her zaman ana masaya sığmadığı için küçükler masasına gönderilen biri olurdu. Çoğu kadın, o pozisyon için kendini ortaya atardı, çünkü bu fedakarca bir seçimdi!..

Aslı Kotaman

Akademisyen, Yazar.

Zihin Koleksiyoncusu ve Açıkçası Canım Umurumda Değil deneme kitaplarının yazarı Kotaman’ın akademik olarak yayınladığı Türkçe ve İngilizce makale ve kitapları da mevcuttur. Gazete yazılarına ve sosyal medya üzerinden yaptığı yayınlara devam eden Kotaman, kitaplarında felsefeyi edebiyata, edebiyatı resme, resmi sinemaya bağlıyor. Okurlarıyla hayatı kendi bağlamından, kendi penceresinden paylaşıyor. Kotaman akademik çalışmalarına halen Universität Bonn’da devam etmektedir.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top