MİMARLIĞIN GENÇ NESLİ

Dönüştüğümüz, değiştiğimiz böylesi zamanlarda yapmamız gereken en öncelikli girişimlerden biri bizlerden daha genç olan meslektaşlarımızı yakından tanımak olabilir. Tanıdıkça anlarız ve geleceği anlamlandırırız.

İçinde bulunduğumuz dönem, benimsesek de benimsemesek de bir kırılma çağı. Pandemiden önce bu kırılma zaten başlamıştı. Artık resmi olarak yeni bir çağı konuşmaya ve anlamaya çalışmaya başladık. Yaşamın kendisi evrildikçe tasarıma dayalı meslekler ve bu profesyonel alanların eğitim süreçleri, uygulama süreçleri ve toplumsal üzerindeki algı biçimleri de değişime uğruyor. Durduğumuz yerden, gerek endüstri ürünleri tasarımı gibi sanayi üretimine dayalı alanlarda gerekse de fiziki çevrenin yapılanmasındaki en önemli aktörleri temsil eden mimarlıkta bu dönüşüme tanıklık ettiğimiz, bana göre oldukça da heyecan verici olan bir dönem bu. Böylesi bir zamanda yapmamız gereken en öncelikli girişimlerden biri bizlerden daha genç olan meslektaşlarımızı yakından tanımak olabilir. Tanıdıkça anlarız.

Bu sebeple çok sevgili Zeynep Tümertekin ve Ömer Pekin ile bir söyleşi yapmak ve onları sizlere tanıtmak istedim. Her ikisi de, şu anda bu yazıya kapsamlı olarak konu edemeyeceğim kadar önemli, Türkiye’deki mimarlık kültürünün iki sarsılmaz kayası babaların kendilerine özgü çocukları.

Han Tümertekin, Ağa Han ödülü, Harvard’da verdiği dersler ve sınırları aşmış başarılı mimari pratiği ile günümüz mimarlık ortamında aktif ve gündemde bir isim. Eğer ertelenmeseydi, bugünlerde açık olacak Venedik Mimiarlık Bienali’nde Arsenale’de yer alacak yerleştirmesi ile de sıkça konuştuğumuz bir isim olacaktı. Bienal açıldığı andan itibaren bu projesi ile bize mimarlık adına farklı bir tartışma zemini açacak olan bir babanın kızı Zeynep.

Ömer ise, çok kısa bir süre önce kaybettiğimiz değerli Şevki Pekin’in oğlu. Pekin, mimarlık tarihimizde görüşleri, yaklaşımı ve üretimleri ile modernliğin okulu olmuş bir isim; böyle isimler sonsuza dek varlıklarını sürdürüyor. Böylesi önemli figürlerin ardından gelmenin aslında ne de zor bir yük olduğunu tahmin ederken; bu belirsizliklerle dolu ortamda varlıklarını başarı ile sürdürme hikayelerine, yaptıkları çalışmalara ve düşüncelerine yakınlaşmak için birkaç soru yönelttim Zeynep ve Ömer’e. Umarım keyif alırsınız!..

Değerli ebeveynler sayesinde çocukluğunuzdan itibaren tasarımcı bir dünyanın içinde bulunuyor olmanın artıları ve eksileri neler?

ZT Kendimi bildim bileli insanların yaşadıkları mekanları hep merak ettim. Arkadaşlarımın evine gitmeye ve orada zaman geiçrmeye çok küçük yaşta başladım. Gözlemlemeyi ve kaydetmeyi istemsizce yapan biri olarak çevremdekilerin yaşantılarını izledim. İki mimar ile bir evi paylaştığımı yavaş yavaş anlamaya başlamamın ilk sinyali hatırladığım bir akşam yemeğiydi. Arkadaşlarımın evlerinden farklı olan yemeklerin tabaktaki konumlarıydı. Yemek yeme şekline kadar içlerine işlemiş olan bu tasarım tutkusu beni de çok geçmeden içine aldı. Üniversite’ye başlayana dek pozitif etkileriyle yaşadığım altyapım mimarlık okumaya başladığımda bir avantaja değil; dezavantaja dönüştü. Yıllardır büroda görüp, tasarım süreçlerini takip edip, yapılan toplantılardan edindiğim bilgiler beni sınırlamaya başladı. Öğrendiklerimi unutup tasarım yapmaya üçüncü senemde alıştım.

Kaçınılmaz olarak yeni bir dönemi temsil ettiğinizi düşünüyorum; eski ile yeninin farkları var mı size göre?

ÖP Yeni bir dönem denilince bazen eskiye dair herşeyden uzak ve sıfırdan bir başlangıç gibi duyulabiliyor ancak aslinda yeni nesil ya da genel olarak yeni, eskinin varlığı sonucunda konuşulabiliyor. Onun üstüne oluşuyor, onun içinden çıkarak kuruluyor. Yeni olan herseyin, iki ayrı uçta, eskiye tepki veya (daha) eskiyi yücelten bir biçimde oluşmaya başladığını gözlemliyorum. 

Eskiye tepki derken, eski zamanlardaki mimari anlayışın ve iş yapış biçimlerinin biz mimari ve yapı sektörü profesyonellerince “yeterli” görülmediği zamanları kast ediyorum. Örneğin açılan ihaleler, şartnameler, bürokratik süreçler gibi çok da bizi ifade etmeyen işlemlere boğulmuş durumdayız. Bu “yeni iş yapış şekli” ile ne kadar barışığım, bilemiyorum! 

Bununla birlikte, sadece Türkiye değil, tüm dünya genelinde 70’lerde ve 80’lerde yapılmış tasarımlara bir özenme ve hayranlık gözlemliyorum. Bu gerek günümüzde açılan farklı kafelerin, dükkanların iç mekan uygulamalarında, gerekse bazı yeni yaplan binaların cephelerinde görünüyor. Eskiyi özümsemeden, anlamını tam kavramadan yapılan pek çok mekan ve yapı var. Burada gerçek anlamda eski/yeni diyaloğunu nasıl ele aldığımız üzerine konuşmak gerektiğine inanıyorum.  Gerçek mimari değerlere, mimari düşünce şekline bakıldığında bence eskinin iyisi ya da yeninin iyisi arasında ne eğitimde, ne anlayışta ne de duruşta, özde bir fark yok aslında.

Bir stüdyo kültürü, geleneği içinde büyüdüğünüzü aşikar. Bu kültür sizin için devam ettirilebilecek bir şey mi? Organik bağınız var mı veya değiştirmek istedikleriniz olabilir mi?

ZT Sanırım tasarım/mimarlık büroları başka aile işlerine nazaran devam ettirmesi daha zor yapılar. Zaman geçtikçe büroların kendine özgü çalışma karakterleri oturuyor ve tasarım anlayışınız ne kadar benzerlik gösterirse göstersin bir süre sonra ayrışmak sağlıklı oluyor. Köklü bir büroda yetişmiş olmanın bana kattığı bir çok özellik var, bunların çoğu gündelik yaşantımda benimle beraberler. Her ne kadar mimarlık dünyası içinde büyümüş olsamda tasarım ve üretimimin mimarlık ile sınırlı kalmaması konusunda kararlıyım.

ÖP Hayatımda kimse bana “mimar ol” yada “mimar olma” dememiş olsa da, Şevki Pekin’in mesleğinde, onun bürosunda, onun okudugu okuldan mezun olarak meslek hayatıma başladım. Burada ister istemez çok fazla etkilenme olduğunu görebiliyor insan. İçgüdüsel olarak takip ettiğim bir yol vardı şüphesiz. Fakat, benim içinde var olduğum zamanlar, küçüklüğümden beri sindirdiğim, izlediğim bir yaklaşımla çok farklı katmanlarda diyalog halinde oldu. Bahsettiğim etkilenmenin kişisel gelişimimi kısıtladığını düşünmüyorum; tam tersi, yeni sorular sormam, daha sorgulayıcı olmam için bana değerli bir zemin hazırladı. Her zaman farklı konulara yönelerek farklı alanları geliştirmek için çaba sarf ettim. Bununla birlikte tabii ki Türkiye’de oldukça köklü bir çağdaş mimarlik kültürü ve onun içerisinde, ofislerimizin de önemli bir yeri var. Bu günlerde pek çok değişim geçirsek de bu kültürün devam edecegini ve bizlerin yeni yöntemlerle bu kültürün bir parçası olmaya devam edeceğimizi düşünüyorum.

Mimarlığın içinde bulunduğu güncel tartışmaları izledikçe, eğitim biçimi, modernizm, yatay / dikey mimarlık gibi birtakım başlıklarda sıkışmışlıklar görüyorum kendi adıma ve bunların tümü bana bir önceki neslin dertlenmeleri gibi geliyor... Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz biraz bahseder misiniz?

ÖP Yatay ve dikey mimarlik konusundaki farklı başlıkları pek takip etmedim işin doğrusu, ama genel olarak Türkiye’de mimarlık tartışmalarında bir kısır döngü olabiliyor. Bu da aslında batıyı takip ederek, orayı yakalamaya çalışan entelektüel mesleklerin tümünün içinde olduğu bir durum. Sanayi,üretim ve ticaret konusunda Türkiye olarak çok ileri gittiğimizi düşünüyorum; bununla birlikte doğru tartışma zeminleri için daha zamana ihtiyacımız var. Mimari formlarda, yeni malzemelerle, teknoloji ile ve Türkiye’deki alım gücünün ciddi şekilde artmasıyla daha farklı daha ilerici mimari yapıtlar görme şansımız var. Tüm mimari aktörler olarak üzerimize çok ciddi bir ikna etme görevi düşüyor.

Mevcut ve gelecek projelerinizden biraz bahsedebilir miyiz?

ÖP Şu anda pek çok proje oldukca yavaşladı, bununla birlikte sanat konusunda ve dijital üretim alanında çok yoğun çalışıyorum. Her alan gibi mimaride ve sanatta da teknolojiyle olan ilişkilerin yeniden tanımlanması gerekiyor bence. Bunun dışında genel olarak, daha sürdürülebilir, ekolojik farkındalığın ön planda olduğu, kamusal alanların önem kazanacağı bir gelecek üzerine düşünmek bana önemli görünüyor. Son birkaç aydır Burcu Fikretoğlu ile birlikte bir Augmented Reality sergisine hazırlanıyoruz. Ek olarak yurt dışında yapılacak bir konut projesi için çalışıyoruz. Şevki Pekin’in çizdigi son projelerden biri olan Bademli’de planladığımiz ve bir “ev müze” denebilecek bir yapı var. Şevki Pekin’in çalışma alanı, arşivler, maketler ve kütüphanesinin yer alacağı bir yapı yapacağız. Burası tamamlandığında ilgilenenlerin randevu ile gelip gezebileceği, vakit geçirecegi bir alan olacak.

Bu ülkede hayallerinizin peşinden koşmaya yeterince imkân, umut, yer bulabiliyor musunuz?

ZT: Londra’daki eğitimimden ve New York’taki çalışma deneyimimden sonra İstanbul’a döndüğümde ilk birkaç ay oldukça zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ülkedeki bunalım, mutsuzluk, güvensizlik her günümü etkliyordu. Ülkede verilen mimarlık eğitimi ile ilgili de her geçen gün daha da çarpıcı yorumlar duyuyordum. Bunun üzerine çeşitli üniversitelerin önce jürilerine, sonra da etkinliklerine katılmaya başladım. Bir süredir de Kadir Has Üniversitesi’nde ortağım ile beraber Mimarlık Bölümü’nde ders veriyoruz. Benim umut bulduğum yerler üniversiteler oldu. İşverenlerimin de açık fikirli ve genç olmaları Türkiye’de olmamı avantajlı kıldı.

Sizlerin bize göre daha geniş bir politik bir bakış açısı olduğunu, mimarlık dışında daha fazla odak noktası olduğunu gözlemliyorum. Doğru mu, yoksa yanılıyor muyum?

ZT Doğru!.. Aslında ben ailemden hep tek bir konuya konsantre olmanın doğru olduğunu öğrendim. Bir şeyde iyi olmak; fakat bunu yapmamın neredeyse imkansız olduğuna çalışmaya başladığımda karar verdim. Ben aynı anda fotoğraf çekmek, ürün tasarlamak, sergi tasarlamak ve grafik tasarım yapmak istiyordum. Bunları başta aynı anda yapmaya çalıştım ve hepsi yarım yamalak oldu; fakat kendimi tanıdıkça ve izledikçe neyi ne zaman yapabileceğimi de fark ettim. Şimdi hepsini yapmaya çalışıyorum,ve bu beni bu mutlu ediyor! Kapasitemin üstünü kullanmak diyebiliriz bir bakıma.

ÖP Ben bu konuda mimarlık dışında değil de mimarlık kavramının genişlediğini, (bizim genişletebildiğimizi) düşünüyorum. Bu nedenle de gerek sanat adı altında olsun, gerek sergi tasarımı, malzeme geliştirme gibi pek çok farklı dalların da mimarinin bir parçasi olduğunu düşünüyorum.

İçinde bulunduğumuz dönemde en sık karşılaştığımız kelime: Distruptive (yıkıcı). Ben, yıkıcılığı negatif olarak düşlemiyorum. Sizin böyle bir dönemde nesliniz adına söylemek isteyeceğiniz en radikal söz ne olurdu?

ÖP: Önümüzdeki her yıl bir öncekinden daha zorlu, insanlık adına daha yıpratıcı olacak. Fakat değişmek için belki de bazı yapılar için yıkım şart. Globalleşme, bilginin gittikçe daha kolay elde edilebilmesi, bunun getirdiği amnezinin farkına varmamızla birlikte otantik olanı, farklı olanı benimsemenin önemini kavrayacağız belki de. Dayanışma sözcüğünün önemini zorunlu olarak kavrayacağız artık ve bireysellikten çok kolektif bir bilincin ve inancın önemini anlayacağız.

ZT Tasarımcılar bilgi aktarma konusunda yeterli değiller. Hala herkes içine kapanık. Gelecekte ihityaç duyulacak çözümleri yaratmak için tasarımcıların birlikte çalışmaya, arşivlerini açmaya ve paylaşmaya alışmaları gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi