Model çalışmıyor

İktisat politikası bir ya da birden çok iktisadi amacın optimal biçimde gerçekleştirilmesi için en uygun iktisadi aracın hangisi olduğunun belirlenmesi ile ilgilenir. Dolayısıyla ulaşılmak istenen amaçlar çok çeşitli olabileceği gibi amaca ulaşmakta kullanılan araçlar da para, maliye, dış ticaret ve alternatif temel politikalar olmak üzere dört genel başlık altında toplanır. İktisat politikası karar alıcıları bu alternatif politika araçlarını bir ya da birden çok iktisadi sorunu çözmek ya da iktisadi bir amacı gerçekleştirmek için kullanır. Ancak iktisat politikasının amacı saptanırken politikayı hazırlayanın bilinçli ya da bilinçsiz kendi önyargılarının ve tercihlerinin etkisi altında kalabileceği unutulmamalıdır. Politikayı hazırlayan kendi tercihlerini esas alırsa, toplumun amaçlarına ters düşen bir amaç benimsemiş olur ki bu da ferdi tercihlerden toplumsal tercihlere geçişi zorlaştırır (Savaş, 1986: 2-21).

Ayrıca iktisat politikasında devlet ve hükümet arasındaki ayrımın da iyi yapılabilmesi önem taşır.

İktisat politikası kararlarının alınmasından ve ortaya çıkan sonuçlarından doğan sorumluluk hükümetlere aittir. Bu bağlamda iktisat politikası analizlerinde alışılmış olduğu üzere devletten ve devlet müdahalesinden söz edilse de aslında burada demokratik seçimler ile göreve gelmiş olan hükümetin kastedildiği gözden kaçırılmamalıdır.

Zira devlet hükümet kavramının içeriğinden çok daha geniş bir yasalar ve kurallar bütünüdür.

Ekonomik analizlerde devlet bir aktör olarak görülmez iken, hükümet önemli bir aktördür (Telatar, 2004:5-6).

Tam da bu noktada bu salı günü Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Nureddin Nebati’nin, Türkiye Katılım Bankaları Birliği (TKBB) 21. Olağan Genel Kurulu’nun açılışında yaptığı konuşmada, enflasyonu ve enflasyonla mücadeleyi devletin çözeceği sorun olarak görmediklerini vurgulaması ve tüm paydaşlarla koordineli hareket etmeyi gerektiren çok boyutlu mesele olarak gördüklerini dile getirmesi oldukça manidar. Zira fiyat istikrarını sağlamak ve korumak iktisat politikasının önemli bir amacı olarak karar alıcıların sorumluğundadır. Ayrıca fiyat istikrarını kalıcı tesis ederek halkın alım gücünün eskisinin de üzerine çıkarmak konusunda tavırlarının net olduğunu kaydeden Sayın Nebati’nin “Sorunları kesinlikle görmezden gelmiyoruz, yerinde ve zamanında attığımız adımlarla gerekli tüm tedbirleri alıyor ve kesintisiz çalışmalara devam ediyoruz” açıklamasına rağmen enflasyon sorununun geçici olduğunu da vurgulaması bir diğer çelişkiyi ortaya koyuyor. Fiyat istikrarını sağlamak konusundaki sorumluluk 2001 yılında MB Kanunu’nun 4. maddesinde 4651 sayılı kanunla yapılan değişiklikle Merkez Bankası’nda olmasına rağmen bu tür sözle yönlendirmelerin Hazine ve Maliye Bakanı’nca yapılması da bir başka çelişki olarak karşımıza çıkıyor.

Enflasyonda hedeflenen oranın bu kadar fazla aşıldığı bir ortamda; daha az tüketerek, daha az gelire razı olarak ekonomik ve sosyal maliyeti ağır olan bu sürecin yükünü üstlenmek zorunda bırakılan geniş halk kitleleri, katlandıkları büyük fedakarlıktan dolayı mağduriyet yaşıyor.

İzlenen politikalar ile ülkenin potansiyel gelirinin ne kadarından fedakarlık edildiği önemli.

Yani fedakarlık rasyosu önemli.

Fedakarlık rasyosu, bir ülkede enflasyonu % 1 puan düşürebilmek için doğal büyüme oranının yüzde kaçından fedakarlık etmek gerektiğini gösterir. Bu oranın yüksek olması; o ülkede enflasyonla mücadelenin; işsizlik, üretim azalışı vb. gibi maliyetlerin yüksek olduğunu gösterir. Ancak ülkemizde eylül ayından beri benimsenen cari fazla yaratarak büyümenin gerçekleştirilmesi umudu ve bunun da enflasyonu azaltacağı yönündeki ütopya gelen verilerde de görüldü ki düşen büyüme ve yüksek enflasyon karşısında fedakarlığın boyutu daha da artırıyor.

Salı günü 2022 yılının ilk çeyreğine ilişkin gelen yüzde 7,3’lük büyüme verisi son dört çeyreğin en düşük büyümesine işaret etti.

Üstelik bu büyümenin kapsayıcı olmaması da bir diğer sorunu oluşturuyor. Çünkü hane halkı tüketiminin büyümeye yüzde 11,6’lık bir katkı vermesine rağmen emeğin GSYİH payının yüzde 39,1’den yüzde 31,5’e gerilemesi tüketebilen üst gelir grubunun daha refah bir hayat sürdüğünü, büyümeye rağmen emeğin payının azaldığını ortaya koydu.

Yine önemli bir veri olan dış ticaret açığının nisan ayında yüzde 98,5 artış göstererek 6,1 milyar dolara ulaşması Türkiye Ekonomi Modeli’nin çalışmadığını gösterdi.

Ayrıca gelen rakamlar dış ticaretin büyümeye etkisinin önümüzdeki dönemde negatif olacağı olarak da değerlendirilebilir.

Bu bağlamda “Bütün dünya küçülürken biz büyüyebilir miyiz?” sorusunu sormamız gerekiyor. Zira Türkiye’nin büyümesinde dış faktörler ve dış talep koşulları önemli bir belirleyici olmakla birlikte sürdürülebilir büyümenin temel itici gücü de “düşük enflasyon”.

Dünyada faiz artışına girildiği bir dönemde (ki Fed bu ay bilanço küçültmeye başlıyor) yaşanabilecek resesyonun Türkiye’nin ihracatını azaltacağı herkes tarafından bilinen bir gerçeklik. Hal böyle iken üçüncü çeyrekten itibaren Türkiye’nin büyümesi oldukça düşük gerçekleşecek.

Görülüyor ki düşük kur, cari fazla, yüksek büyüme ve düşük enflasyon hayaliyle izlenen politika başarısızlıkla sonuçlanıyor.

Bu bağlamda fiyat kontrolleri ve yasaklamalarla uzun dönemde enflasyonla mücadele etmenin olanaksız olduğunun artık kabul edilmesi ve gelir etkisi ve ücretlendirmeye yönelik düzenlemelerin de yeni tüketim yaratarak ekonomide fiyat ücret sarmalını güçlendirdiğinin farkına varılması gerekiyor.

Yarın mayıs ayı enflasyon rakamı gelecek. Can yakıcı olmamasını umut etmek ütopik olur.

Savaş V.( 1986), Politik İktisat, İstanbul, Beta Yayınları.
Telatar F. (2004), Politik İktisat Politikası, Ankara, İmaj Yayınevi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi