Galip Umut Özdil

Galip Umut Özdil

MÜCADELE YERELDEN BAŞLAYACAK

BAŞLARKEN
Atatürk’ün ‘’Millî ekonominin temeli ziraattır.’’ sözünün ufku, dünyanın bir avuç buğday için birbirine girdiği bu dönemde daha da derinleşiyor. Tarım konusunda millî bir dönüşüm olacaksa (ki olmalı), bu mücadelede politika yapıcılar ve uygulayıcıları kadar, çiftçilerimiz ve geçlerimiz de yer almalı. Tarım siyaset üstü bir konu, tamam ama alınan kararlar siyasal süreçlerin sonunda oluşuyor ve uygulanması sırasında da siyasi aktörler ön planda. Yani bu konu aynı zamanda bir siyasal mücadele alanı.  Bu mücadelenin başarısı, bence hâlâ okumaya bağlı, özellikle üretici ve gençlerin okumasına… Bu anlayışa destek veren Gazete Pencere’ye teşekkür ederek başlayalım.   

Türkiye Cumhuriyeti sermaye birikimini kuruluş yıllarından itibaren tarımsal ürünlerin ihracatı ile oluşturdu. 1970’li yıllardan sonra kuralsız ve özel sermayeye her türlü olanağı veren politikalar en öldürücü yumruğunu 1980 darbesiyle birlikte gelen Özal hükümetiyle vurdu. İşin nüfus yapısını da içine alan sosyal boyutları bir yana bırakıldı, sadece ‘tarım ekonomik bir sektördür’ söylemiyle hareket edilerek her şey maliyete bağlandı. Maliyet yüksek ise ithalat kapıları sonuna kadar açıldı. 1990’lı yıllardan sonra ise piyasayı düzenleyen tüm kamu kurumları işlevsizleştirilerek ya da özelleştirilerek devre dışı bırakıldı.

Buna hazırlıksız olan Türk çiftçisi artık korumasızdı. Çiftçimizi koruyacak tek yapı evrensel ilkelere uygun tarımsal kooperatiflerdi. Ne rastlantıdır ki, Köyişleri ve Kooperatifler Bakanlığının, Tarım ve Orman Bakanlığına bağlanarak (belki kelimeye bile tahammül edilemediği için adından kooperatifçiliğin çıkarılması ile tarımın acımasız serbest piyasa düzenine bırakılması sürecinin başlangıcı 1983’e tarihleniyordu. 

Kamudan bağımsız yerel ve bölgesel ölçekte başarılı olan ancak sayıları iki elin parmağını geçmeyen kooperatifleri bir yana bırakırsak sonraki 20 yıl kooperatiflerin finansman, örgütlenme, mevzuat, eğitim ve araştırma olanaklarının kısıtlılığı ve denetim eksikliklerinin tartışılmasıyla geçti ki, zaten bu başlıklar kooperatifçiliğin temelini oluşturuyordu.

2004 yılının sonunda düzenlenen 2. Tarım Şurası’nda bu konularda mesafe kaydedilemediği vurgulanıyor, çözüm önerileri belirleniyor, yapılacaklar bir takvime bağlanıyordu. Ancak metnin ruhunda Türk çiftçisinin kalkınmasından çok o zamanlar çok gündemde olan Avrupa Birliği tarım müzakerelerine uyum amacı vardı.

2012 yılında sektörün tüm bileşenlerini heyecanlandıran bir gelişme oldu. Birleşmiş Milletlerin 2012’yi Uluslararası Kooperatifler Yılı olarak ilan etmesinin ardından ülkemizde de Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı hazırlandı. Üstelik bu plan hükûmet ile kooperatiflerin bütünüyle anlaştığı bir metindi. Bugüne kadar kayda değer bir gelişme olmadı. 2017’de eylem planının kapatılmasına (ne demekse), yeni bir eylem planı hazırlanmasına karar verildi. Bu planı gören olmadı ama hem Ticaret hem de Tarım ve Orman Bakanlığının daha üst düzey belgelerinde kooperatifçiliğin geliştirilmesine vurgular yapıldı.

2019 yılının sonunda yapılan 3. Tarım Şurasının önem sırasına göre yazıldığı belli olan 59 maddelik sonuç bildirgesinde üretici örgütleri konusu ancak 48. sırada yer bulabiliyor, örgütlerin etkinliğinin artırılması için yönlendirilmesi gibi genel bir cümleyle konu geçiştiriliyordu.       

Tarım ve Orman Bakanlığının 2023 yılına kadar geçerli olacak Stratejik Planında ise kooperatifleşme ve örgütlenme eksiklikleri hâlâ zayıf yönlerimiz arasında yer alıyor.

Dünyada ekonomik olarak en güçlü 300 kooperatifin %30’u tarım ile ilgili. Hollanda, Fransa, Finlandiya GSYH’sinin %10’undan fazlasını kooperatif ekonomisinin oluşturduğu ülkelerden üç örnek sadece. Yeni Zelanda, Fransa, İsviçre, İtalya, Almaya, Danimarka ve Norveç kooperatiflerin ekonomi içinde çok etkin olduğu diğer ülkeler.

Ez cümle, zaten rezil bir düzen olan kapitalizmin ne olduğunu pandemi döneminde gördük. Sermaye düzeni beslenme hakkımızı, sağlığımızı, hayatımızı önemsemediğini bir kez daha gösterdi.  Zaten kooperatifçiliğin önündeki en büyük engel de bu düzen.

Vahşi kapitalimin öncüsü gibi görünen ama kendi içlerinde örgütlü üretimi ve tüketimi teşvik eden ülkeler, aynı zamanda gelişmekte olan toplumların kooperatifçilikte başarılı olmaması için ulusal yönetimlere her türlü baskıyı yaparlar. Amaç; gelişmekte olan ülkelerin hep öyle kalması, tüketim toplumu olmaya devam etmelidir. Üretimde rakip ve kendi ürünlerinin pazarının daralmasını istemezler.

Tarımsal girdilerin üretimi ve ticareti ile nihai ürünlerin alım satımının 15 uluslararası şirketin elinde olduğu günümüzde bize zaten sadece ekmeyi, dikmeyi, bakmayı ve hasat etmeyi bırakmışlar.

Biz de kendimizi bırakırsak en çok 300 ulusal - yerel şirket ve yine sayısı 10-15’i geçmeyecek uluslararası ağabeyleri bugünkü üretimimizin tamamını yapacak.

Artık göçecek kent, göçsek bile insanca yaşayacak ekonomik koşullar kalmadığına göre mücadele yerelde başlayacak. Ve anlatmaya çalıştığımız gibi içeriden ve dışarıdan kimse bize yardımcı olmayacak.

Karar sizin. Başarılı örneklerin peşinden gidebilmek iyi bir başlangıç olabilir.

Dünya Kooperatifler Günü kutlu olsun.

TEKNOLOJİ ÇÖPLÜĞÜ OLMAYALIM

İnsanlık tarihi kadar eski dönemlerden beri yapılan tarımsal faaliyetlerin bilinen ve alışılmış yöntemlerle devam etmemesi gerektiğini hepimiz biliyoruz.  Ancak, verimliliği, kaliteyi, tarım arzının tüm unsurlarını bulut teknolojisine, GPS’lere, otomasyon ve robotik sistemlere, büyük veriye, nesnelerin internetine, yapay zekâya emanet ederken bu yeni teknolojilerin küçük çiftçiyi dışlamaması ve üretim sürecinden çıkarmaması gerektiğini unutmamalıyız.

Kırsal yaşam şartlarında yıllardır önemli bir gelişme yaşanmaması ve çiftçinin üretim masraflarını bile çıkarmaması sebebiyle tarımsal üretimde teknoloji kullanabilecek asıl iş gücü olan genç nüfusun kentlere göçtüğü bir sosyoekonomik gerçek var.

Tarımda modern teknoloji üretimi, mevcut teknolojilerin benimsenmesi ve yayım çalışmalarının yetersiz ve yavaş olduğu genel kabul görmüş bir gerçek. Araştırma kurumlarının ve üniversitelerin hem mevcut hem de yeni geliştirdikleri teknolojileri kırsal kesime ulaştırması mevcut kaynaklarıyla zor görünüyor.

Hadi ulaştırdınız diyelim, eğitimden yoksun bırakılan üreticimize teknoloji ile uyumlu çalışma kapasitesinin zorunluluğu olan Elde ettiğin veriyi oku, yorumla ve gereğini uygula’ dediğinizde ne sonuç almayı bekliyorsunuz?

Ayrıca tarımda yeni ve yoğun teknoloji kullanımı geniş ve bütün arazi ister. Türkiye’de tarım işletmelerinin çoğunluğu yeterli büyüklükte olmadığı gibi, tarım toprakları çok parçalı ve verimli biçimde işlenemeyecek duruma geldi.  Parsel büyüklüğü 10 dekar olan tarım alanından ne kadar kazanacaksınız da ne kadar biriktireceksiniz, neyi teminat gösterip finans kaynaklarına erişeceksiniz ve teknoloji yatırımı yapabileceksiniz. Adaletli bir arazi toplulaştırması faaliyeti tam olarak bitmeden teknoloji kullanımı yoğun olarak teşvik edilirse teknoloji çöplüğüne döneceğiz.

Akıllı tarım konusunda yetişmiş ara eleman ve ziraat mühendislerine, üniversitelerin tarımla ilgili bölümlerinden mezun olanlara arazi ve teknoloji hibe edilmesine, her alanda tavsiye edildiği gibi ortak teknoloji kullanımın teşvik edilmesine, tarımda sadece teknolojik dönüşüme yönelik araştırma enstitüsü kurulmasına ihtiyaç var.

Bununla birlikte teknolojik dönüşüme yönelik finansal desteklerin yeterince etkili, yaygın ve sürdürülebilir olması gerekiyor.

Bu kadar gereklilik ifade edildikten sonra şu cümle biraz garip gelecektir belki ama yine de vurgulamak zorundayız: Ülkemizde tarımda teknoloji kullanımına yönelik bir envanter yok.

VERİ YOKSA VERİM DE YOK

Veriniz yoksa uzun vadeli tarım politikasınız yoktur, politikanız yoksa yerli üretimi destekleyici araçlarınız yoktur. Aslında bu kadar basit.

Tarım ve Orman Bakanlığının 66 bin, bağlı ve ilgili kuruluşlarını da sayarsanız 150 bin personeli var. Ayrıca 60 tane yazılımı, 14 mobil uygulaması var. Ama hala verilere ulaşmadaki güçlükten söz ediliyor.

Şimdi tüm bunlardan çiftçimize ne? "Gübre, mazot, elektrik, yem fiyatları almış başını gitmiş, üretici enflasyonu resmi rakamlara göre bile %200’e dayanmış sen hala veriden söz ediyorsun." diyebilirsiniz. Haksızsınız da diyemem açıkçası.

Ama bu temel sorun, tarımsal üretim değerleri ile katma değer hesaplamalarında önemli bir darboğazı beraberinde getiriyor. Üstelik bu durum milli gelir hesaplarına da yansıyor. Yani bu veriler hepimizi ilgilendiriyor. İstatistiklerin yanlış olması, ülke ekonomisini ilgilendiren genel verilerin de eksik veya fazla hesaplanmasına neden oluyor ve sonunda iş dönüp dolaşıp ülkemizin makro politikalarına etki ediyor.

Üstelik veriyi sistematik olarak üretmek de yetmiyor, bunları denetleyen ve doğrulayan "bağımsız", ama tam bağımsız yapılara da ihtiyacımız var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Galip Umut Özdil Arşivi