Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

MÜCADELE

Aristo’nun yaşadığı dönemden başlayarak ve hatta modern döneme kadar maddi hayat mücadelesi dediğimiz kavram alçaltıcı bir şey olarak görünüyordu. Hatta eski Yunancada genel emek-çalışma anlayışını ya da genel bir toplumsal işlev olarak emek-çalışma kavramını ifade edecek bir kelime yoktu. Bunun bir nedeni belki de halkın fena halde çalışmak zorunda olmasıydı. Düşünün, hayatları bu koşula öyle bağlıydı ki çalışmanın kendisi hayatın kendisi olup çıkmıştı, binlerce yıl öncesinde.

Henüz adı konmamış emek-çalışma kavramı orta çağdan bugüne, arada kazandığı hızla ve nefesi kesilmeden geldi. Şimdi toslama döneminde… Zaten durumunda bir gariplik vardı, fikrimizce!
Zamanda çok uzun bir sıçrama yapalım, bakalım nereye konacağız: Kapitalizmin toplumsal yaşamı örgütleme ve denetleme gücü kendisini bin sekiz yüz ellili yıllarda gösteriyordu. Marx’ın yoğun çalışması sonucu ortaya koyduğu tespitlerinin serili olduğu zaman dilimiyle aynı anda, AVM’lerin atası kabul edeceğimiz kocaman bir binada adı Bon Marche olan perakende satış mağazası hüküm sürmeye başlamıştı. Üç yeni görüş temeli üzerine kurulmuştu, bu ilk AVM. Birincisi, satılan mallarda parça başına kar oranı düşüktü ama volüm yani satış hacmi yüksekti. İkinci olarak, satılan malların fiyatları sabitti ve bir etiketle açıkça belirtilmişti. Son olarak, arzu eden herkes mağazaya girebilecekti ve bir şey alma zorunluluğu yoktu. Bunların hepsi bir ilkti. Mağazayı bir kez dolaşan eve dönünce gördüklerini heyecan içinde anlattı. AVM insanı böyle doğdu.

Peki, o günün orta sınıf insanı için nasıl bir sürpriz vardı içeride? Üstelik daha önce hiç karşılaşmadığı bir sürpriz. Birbiriyle hiç alakası olmayan mallar bir arada, dizi dizi sergileniyordu. İçeriye giren müşteri sömürge ülkelerinden getirilen mallar ile fabrikada seri üretilmiş mallar arasında uyarılıyordu. Bir peruk tarağının ya da pudrasının yanında küçük bir İran halısı duruyordu, örneğin. Müşteri kendi iç sesini dinleyecek zamanı buluyor ve bu mallara özel anlamlar yüklüyordu, yani alışılmadık olanın geçici albenisine doğru kayıp gidiyordu. İnsanlar sahip olmayı hiç düşünmedikleri malları alma şansına sahiptiler artık. Amaç bu akışkan düşünceyi müşteride devam ettirmekti. Oburluk ve yalıtılmışlık üzerine kurulu, gözlemeye, suskunluğa ve edilgenliğe dayalı bir alışveriş mekânı olarak kurgulanan bir AVM atası.
Nesneler, objeler, mal olarak kabul ettiğimiz her şey dolaşır da insan dolaşmaz mı? Birbirinden cazip fiyatlarla dünyanın her yerine, birbirinin aynısı karakterde programlanmış kültür seyahatleri, yeme-içme seyahatleri, alış-veriş seyahatleri… Gitmezsek yok yazarlar diyerek gidilenler… Birbirine değmeyen insan seli ne uçakta ne otelde ne yöresel pazar yerinde. Portekiz’e gidip McDonald’s yemek, Irlanda’da PizzaHut dilimi dişlemek, Kanarya Adaları’nda KFC aramak. Bu durumda da bir gariplik vardı, fikrimizce.

Emek, kapital ve ona aşık yönetimler tarafından sömürüle dursun, serbest dolaşan mal, serbest dolaşan insan arasında meğer virüs de varmış. “Pazarı” öyle bir domine etti, güç kurdu ki, o dolaşırken biz AVM’lerimizi, uçaklarımızı, sokaklarımızı, işlerimizi terk etmek zorunda kaldık. Kapital bu durumda yeni oyun planları geliştirdi. Emekçiler ve emeği sömürenler arasındaki ilişki maddi hayat mücadelesi ovasında bir gerilimdir.
Binlerce yıldır insanın bakteriler ve virüslerle mücadelesi devam ediyor. Artık teknoloji sayesinde aşıları ve ilaçları daha çabuk geliştirebiliyoruz. Kapitalin ihtiyaç duyduğu “satın alan insan” her daim ayakta kalmaya (da) programlıdır. Çin’de üretilen mallar da internet sipariş platformları sayesinde ayağımıza geliyor. Ve biz hala, yalıtılmışlık üzerine kurulu, gözlemeye, suskunluğa ve edilgenliğe dayalı bu alışveriş mekânında kapitalizme hizmete devam ediyoruz. Mal gibi serbest dolaşan insan kavramına da bir yenilik geliyor, eli kulağında: Özel olarak inşa edilmiş kasabalarda dünyanın her yerine, yanında hangi ünlü şahsiyetle gitmek istiyorsan onunla, üstelik kendini tanrı gibi hissedeceğin bir perspektifle dünyada dolaşacağın sanal seyahatler yapabileceksin. Karşılığında oburluğu, suskunluğu ve edilgenliği pekiştireceğiz.
Bu oyunun kurallarına sahip çıkmak gerekmiyor. Zaten, ta başından beri bir gariplik vardı, fikrimizce…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi