Muhalefet: Mağlup ve Pişkin

Muhalefet: Mağlup ve Pişkin
İçine düştüğümüz ümitsizlik ve bu ümitsizlikten türeyen pişkinlik halleri, milli ve yerli rejimimizi muhalifleri kuvvetten düşürerek kapsamaya ve bu yolla ebedileşmeye koyulmaya teşvik edebilir. Bu hiç de parlak olmayan gelecek...

İçine düştüğümüz ümitsizlik ve bu ümitsizlikten türeyen pişkinlik halleri, milli ve yerli rejimimizi muhalifleri kuvvetten düşürerek kapsamaya ve bu yolla ebedileşmeye koyulmaya teşvik edebilir. Bu hiç de parlak olmayan gelecek ihtimalini engellemenin görebildiğim kadarıyla tek bir yolu var: Muhalefet partilerindeki pişkinliğe razı olmadığımızı gösterip ümidimizi ve ülkenin kaderine yön verme arzumuzu canlı tutmak.

Seçimlerin ardından, başta CHP olmak üzere muhalif mahfillerde gelişen “sonuç aslında o kadar da kötü değil” ya da “bu memleketten bir şey olmaz” türünden sinikliklere şaşırdığımı geçen hafta Perspektif’e yazmıştım. Seçimlerin öncesindeki bir sene boyunca “bitti bu iş, Erdoğan gidiyor”, “kimi aday göstersek o kazanıyor” diyenlerin seçim sonrasında “yüzde 48 de fena değil aslında” pişkinliğine savrulmalarından halen şaşkınım. Geçen hafta boyunca olanlarsa şaşkınlığımı artırdı.

Şaşkınlığımın katmerlenmesinin ardında şu var: O çok yatırım yapılan, “kaybedersek ülkeyi unutalım” denilen 2023 seçimlerinin üzerinden sadece bir hafta geçmiş olmasına karşın, memleketin muhalif mahfillerinde ve daha kötüsü muhalif kamuoyunda anlaşılmaz bir kanıksama, tuhaf bir alışma hali peyda oldu. “Kazanamazsak ülkeyi unutalım” denilerek hazırlanılan seçimler kaybedildi, ancak çok da bir şey olmamışçasına kanıksandı ve üzerinden şunun şurasında sadece bir hafta, 10 gün geçmiş olmasına rağmen hepimizin üzerine seçimler hiç olmamış ya da aylar önce yapılmış gibi bir alışma hali sindi.

Şaşkınlığımı artıran bu halin sebebini anladığımı sanıyorum. Ancak bu sebep hakkında ahkâm kesmeden önce, ilk bakışta ilgisiz görünse de aslında konuyla çok ilgili bir büyük yanılgımdan söz edeyim. Seçimlerden önce çoklarımızın kendisine ya da etrafına korkarak da olsa sorduğu “Erdoğan’ı geçemezse, Kılıçdaroğlu ne yapar” sorusuna standart cevabım, yumuşakça ifade etmem gerekirse, “akşamına istifa etmek zorunda kalır” şeklindeydi. Kılıçdaroğlu’nun ve CHP yönetiminin son bir haftadaki tasarrufları da gösteriyor ki, yanılmışım, hem de büyük. Yanıldığımı gösteren bu tasarrufların da şaşkınlığımı artırdığını söylememe gerek yok.

Ancak, bu kez de yanılmıyorsam eğer, siyasi aktörlerin sözünü ettiğim pişkinliklerinin, siyasi aktörlere ve kamuoyuna yapışan sinik hallerin, bütün bu kanıksama ve alışma hallerinin esas sebebini anladığımı sanıyorum: Ümitsizlik ve ondan türeyen çaresizlik. Seçim sonuçlarının bu kadar kanıksanmış, muhalefetin yenilgisine bu kadar alışılmış olunmasının ardında, muhalif kamuoyunun çok büyük bir kısmının ‘işlerin artık değişmeyeceği’ türünden bir ümitsizliğe kapılması var gibi geliyor. Keza, muhalif siyasetçileri, esas olarak da CHP yönetimini bu kadar pervasız kılıp, bu kadar hiç bir şey olmamışçasına davranmaya sevk edenin de muhalif kamuoyunun büyük kısmına sinen bu ümitsizlik duygusu olduğunu sanıyorum. Koşulların bu kadar muhalefet lehine olmasına rağmen, aylarca “kazanıldı, oldu bu iş” denilen 2023 seçimlerinin kaybedilmesi muhalif kamuoyunu büyük bir ümitsizliğe ve işlerin artık başka türlü olamayacağı duygusuna, bu duygunun galebe çalması da CHP yönetimini pervasızlığa sevk etmiş görünüyor. Anladığım bu.

Durumun kendisi yeterince tatsız. Ancak kalıcılaştığı takdirde daha tatsız durumlara yol açabileceğinden endişe ederim. Sözünü ettiğim ümitsizlik ve bu ümitsizlikten güç alan pervasızlık halleri devam ederse, içine düştüğümüz milli ve yerli rejimi el birliğiyle kalıcılaştırabileceğimizden korkarım. Aramızdan birileri tez elden başka bir şeyler yapmazsa eğer, milli ve yerli rejimimizin kalıcılaşması için gereken devreyi tamamlayabiliriz gerçekten. Endişem bu. Üzerimize sinen ümitsizlik hali devam ederse, Erdoğan’la kaim olmaktan çıkıp, kurumsal bir hüviyet kazanmak çabasına girmiş görünen milli ve yerli rejimin kalıcılaşıp ebedileşmesine bizzat biz muhalifler yardımcı olabiliriz. Gördüğüm bu. Açıklamaya çalışayım.

İktidar: Muzaffer ve ‘Müşfik’

Seçimlerin bir sene öncesinden başlayarak, “Erdoğan kesinkes gidiyor” diyenler başta olmak üzere pek çok muhalif, kazanma şansı vermedikleri Erdoğan’ın seçimlerden galip çıkması halinde bildiği yolda aynen devam edip ensemizde boza pişireceğinden emin görünüyordu. Ne var ki, yemin töreninde yaptığı kucaklaşmaya davet eden konuşma ve sadece ‘yakınlardan’ oluşmayan ve işin ehline teslim edildiği intibaını veren bir ‘kabine’ kurması, Erdoğan’ın en azından şimdilik başka bir şeyi denemek isteyip, bir tür ‘normalleşme’ izlenimi vermek istediğini gösteriyor. Muhalefetin ve muhalif mahfillerin seçim sonrasındaki hallerine şaşırmakla beraber Erdoğan’ın bu tercihlerine şaşırdığımı söyleyemem. 14 Mayıs’tan önce Erdoğan’ın zayıf da olsa seçimleri kazanma ihtimali olduğunu ve olur da seçimleri kazanırsa bizi bekleyenin bir tür seyreltilmiş Erdoğanizm olabileceğini yine Perspektif’e yazmıştım. Ekonomideki tıkanmayla beraber dış siyasette beliren sıkışmanın ekonomi yönetiminde ve ABD ve Avrupa’yla ilişkilerde bir tür ‘rasyonelleşmeyi’ kaçınılmaz kıldığından hareketle, kazanırsa bizzat Erdoğan’ın geri adım atıp, bir tür seyreltilmiş Erdoğanizme meyledebileceğini öne sürmüştüm.

Ancak, bugün itibarıyla, Erdoğan’ın ekonomide ve yönetimde rasyonelleşmenin ötesine geçen adımlar atıp bir tür normalleşme izlenimi vermek istemesinin ardında ekonomi ve dış siyasetteki tıkanmayla beş etmekten fazla bir şey olduğunu sanıyorum. Dahası, Erdoğan’ın bu son adımlarında 2024 yerel seçimlerine hazırlanmaktan bile fazla bir şey olduğunu düşünüyorum. Malum, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmış olmakla beraber, Erdoğan AK Parti’nin büyük şehirlerde süregiden kan kaybının farkında ve 2024 seçimlerini kazanmak için buna bir çare bulmak zorunda. Ancak kanaatim o ki, Erdoğan’ın yukarıda sözünü ettiği adımları atarak muzaffer ve fakat ‘kapsayıcı’ bir iktidar görüntüsü vermek istemesinin ardında bu iki sebepten fazla, başka bir sebep daha var. Başka sebep dediğim de aslında yukarıda muhalefeti anlatırken bahsettiğim şeyden başka bir şey değil: Muhalif mahfillere sinen ümitsizlik ve bu ümitsizlikten türeyen çaresizlik, kanıksama ve alışma halleri. Diğer bir deyişle, yukarıda sözünü ettiğim ve muhalefeti pişkinleştirdiğini düşündüğüm ümitsizlik halinin iktidara da müşfikleşme imkânı verdiğini, daha doğrusu müşfikleşmeyi iktidar açısından daha cazip kıldığını düşünüyorum.

Erdoğan açısından bakınca, hazır bu halde yakalamışken ensesinde boza pişirip muhalefeti daha da etkisizleştirmeyi denemek kötü bir seçenek olmayabilir. Ne var ki, bu türden bir sıkıştırma, ortak adayı yüzde 48 oy almış muhalefeti bir arada kalmaya, 2023 öncesindeki dizilimini muhafaza etmeye de sevk edebilir. Dolayısıyla, muhalefeti bir arada kalıp yeniden ümitlenmeye sevk etmektense yüzde 48 oy alabilmesine yol veren memnuniyetsizliklerin giderilebilecek olanlarını gidermeye çalışıp ortalığı yumuşatmaya girişmek, bu yolla muhalefetin gevşeyip, dağılmasına imkân tanımak Erdoğan açısından daha makul olabilir. Muhalefeti yerine mıhlamaktansa, muhalefete kan veren toplumsal taleplerin rejim açısından makul olanlarını soğurup anlamsızlaştıran bir iktidar etme tekniğini benimsemek, Erdoğan açısından daha akılcı olabilir gerçekten; hem 2024 seçimlerini kazanmak hem de banisi olduğu milli ve yerli rejimi kalıcılaştırabilmek için. Kaldı ki, bütün bu rasyonelleşme, işi ehline teslim etme ve muhalefete kan veren talepleri soğurma işleri sadece Erdoğan’a 2024 seçimlerini, Cumhur İttifakı’na ya da devlete de 2028 seçimlerini kazandırmak için değil, milli ve yerli rejimimizi Erdoğan’la kaim olmaktan çıkarıp kurumlaştırmak için de işe yarayabilir. Bu da muzaffer ve fakat müşfik olma hallerini sadece Erdoğan açısından değil, iktidar blokunun daha geniş halkaları açısından da makul kılıyor olabilir. Demem o ki, çatışmaktansa soğurmayı esas alan bir yönetme tarzı yerli ve milli rejimimizin banileri ve müstakbel varisleri açısından akılcı olabilir. Muhaliflerin ümitsizliğinden güç toplayıp ebedileşmeye koyulmak, milli ve yerli rejim açısından fena bir teşebbüs olmayabilir gerçekten.

Öte yandan, milli ve yerli rejimimiz bu yeni iktidar etme tekniğiyle kalıcılaşırsa başımıza gelecek olanı tam olarak değilse de yaklaşık olarak tahmin edebiliriz. Bu olursa, milli ve yerli rejim sadece hükmetme işlevlerini değil, muhalefet etme işlevlerini de üzerine alabilir. Keza, bu olursa, muhtemelen seçimleri artık iktidarı değiştirmek için değil, başkanın hangi bakanlarını değiştirmesi gerektiğine karar vermesine yardımcı olmak için yaparız. Siyasetimizin ana sorusu, reisin ya da varisinin kim olacağı değil, reisin ya da varisinin hangi bakanlarını, yardımcılarını ve bürokratlarını değiştireceğinden ibaret hale gelebilir. Kapıldığımız ümitsizlik ve çaresizliğimizle milli ve yerli rejimi kalıcılaştırırsak, çatışma ve rekabeti ebediyen tahliye edip, uyum ve istikrardan mürekkep bir ülke siyasetine erişebiliriz nihayet.

Özetle, içine düştüğümüz ümitsizlik ve bu ümitsizlikten türeyen pişkinlik halleri, milli ve yerli rejimimizi muhalifleri kuvvetten düşürerek kapsamaya ve bu yolla ebedileşmeye koyulmaya teşvik edebilir. Bu hiç de parlak olmayan gelecek ihtimalini engellemenin görebildiğim kadarıyla tek bir yolu var: Muhalefet partilerindeki pişkinliğe razı olmadığımızı gösterip ümidimizi ve ülkenin kaderine yön verme arzumuzu canlı tutmak. Bu yolda hangimiz ne yapabiliyorsak elimizi çabuk tutsak iyi olacak.

Perspektifonline.com