Muhalefetin Parlamenter Sistem Mutabakatı Neden Önemli?

Muhalefetin Parlamenter Sistem Mutabakatı Neden Önemli?
Gelişmiş demokrasilerin belkemiğini oluşturan kurumlar, bugünkü güçlerini onlarca hatta yüzlerce yıl süren politik mücadeleler sonucu elde edebilmiştir. Bu kurumlar “demokratik” niteliklerini, demokrasinin ve aynı zamanda yer...

Gelişmiş demokrasilerin belkemiğini oluşturan kurumlar, bugünkü güçlerini onlarca hatta yüzlerce yıl süren politik mücadeleler sonucu elde edebilmiştir. Bu kurumlar “demokratik” niteliklerini, demokrasinin ve aynı zamanda yer aldıkları toplumun dinamik yapısına ayak uydurabildikleri ölçüde korumaktadır. Ancak çoğunlukla kurumların iç dinamikleri sebebiyle, bu değişim kolayca gerçekleşmez. Zaman alan ve mücadele gerektiren süreç de aslında budur.

Türkiye’de demokrasinin kurumsallaş(ama)ma sorunu
Türkiye, 75 yıllık çok partili rejimiyle bugün Avrupa Birliği üyesi birçok ülkeden daha eski demokratik geçmişe sahiptir. Ancak, benzer bir geçmişe sahip birçok ülkenin aksine Türkiye, demokrasisini pekiştiremediği gibi bugün sonu çok tehlikeli olan bir otoriterleşme sürecinden geçmektedir.
Her yeni dönemde, iktidarı elinde bulunduran aktörler kendi “devrim”lerini yapmış, kurumların bir takım öğrenme süreçlerinin sonucunda tedrici olarak değişmesine fırsat verilmemiştir. 75 yıllık demokrasi deneyimimiz boyunca görece demokratik dönemler oldukça kısa sürmüş; Türkiye askeri darbeler ile çoğunlukçu yönetim anlayışına sahip popülist otoriter iktidarlar arasında salınıp durmuştur.
Öte yandan kurumların değişmeyen kaderinin, demokratikleş(eme)me serüvenimizde aslında bir sebepten çok bir semptom olduğunu da söylemek gerekir. Sorunun asıl kaynağı ise hiç şüphesiz, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana nesilden nesile miras kalan, zamanla katmerlenen ve alabildiğine politize olan fay hatlarıyla birbirinden ayrılan toplumsal kesimlerin, ne halk, ne siyasi elit ne de entelektüel düzeyde bir araya gelip demokratik bir kamusal alan ve bunun altyapısını oluşturabilecek bir toplumsal uzlaşmayı inşa edememiş olmasıdır. Demokrasinin bu iki unsur olmadan pekişmemesi aslında pek de şaşırtıcı değil.
Şimdiye kadar üzerinde durduğum demokrasi ve kurumlar arasındaki ilişki bağlamında, Türkiye’de demokrasinin bir türlü pekişemeyip her defasında otoriterliğe savrulmasına yol açan kurumsallaş(ama)ma sorununun kaynağına ve çözüm önerilerine odaklanmak istiyorum.

Demokrasinin kurumsallaş(ama)ma sorunu nasıl aşılabilir?
Öncelikle Türkiye’de muhalefetin farklı bileşenlerinin, siyaseti mevcut tüm fay hatlarının ötesinde demokrasiden ve otoriterlikten yana olanlar arasında bir kutuplaşma üzerinden okuyup, icra etmeye başlaması, demokratik kurumların yeniden inşasına yönelik beklentiler açısından bir hayli olumludur. Bu yaklaşım, bir yandan farklı toplumsal kesimlerin ortak bir kamusal platformda bir araya gelmesi ihtimalini arttırırken, diğer yandan demokratik kurumların ortak siyasi hafıza göz önünde bulundurularak inşa edilmesine olanak sağlamaktadır. Bu açıdan, Türkiye’de demokrasinin asgari şartlarından epey uzak olduğumuz bu an, demokratikleş(eme)me serüvenimizde karşılaştığımız kronik sorunların çözülmesi için eşsiz bir fırsat sunmaktadır.
Nedir bu kronik sorunlar? Demokrasinin kurumsallaşması sürecinde, geçmişimizde sürekli tekrarladığımız özellikle iki temel hatadan kaçınılması gerekiyor. Bunlardan birincisi tepkisellik. Çok partili siyasal hayatımız boyunca adeta rejimin değiştiği her yeni dönem, iktidar sahipleri tarafından bir öncekine tepki olarak kurgulanmıştır. Demokrat Parti (DP) dönemi tek parti dönemine, 27 Mayıs sonrası dönem DP dönemine, 12 Mart sonrası dönem 1960’lı yıllara, 12 Eylül sonrası dönem 1970’li yıllara ve nihayet AKP dönemi ise 28 Şubat’a tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple yeni dönemde muhalefet, demokratik kurumları inşa ederken bu tepkisellikle hareket etmemelidir.
İkinci mesele ise, Türkiye’de çok partili siyasal hayata geçildikten sonra meydana gelen kapsamlı siyasi değişikliklerin neredeyse hiçbirinin sivil siyasetçilerin uzlaşısı sonucunda ortaya çıkmamış olmasıdır. Bunda, krizleri kendi adına fırsata çevirip siyasi yaşama müdahale eden asker kadar, bu krizlerin bir rejim bunalımına dönüşmeden çözülebilmesi için gerekli uzlaşıyı sağlamaktan aciz sivil siyasetçiler de sorumludur.
Tüm bu sorunlar üst üste koyulduğunda, Türkiye’de muhalefetin tüm eksiklerine rağmen anti-otoriter bir siyasi blok oluşturma konusunda bir süredir geliştirdiği siyasi bilinç, Türkiye’de demokrasinin yeniden kurumsallaşması için aslında tarihi bir fırsattır.

Muhalefetin parlamenter sistem mutabakatının önemi
Bu çerçevede, bugün tümüyle bir blok olarak hareket etmeseler de tüm muhalefet partilerinin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olarak adlandırdıkları hükümet sistemi üzerinde vardıkları mutabakat düşünüldüğünden çok daha kıymetlidir. Türkiye’nin en kadim sorunlarını ilgilendiren birçok meselede maalesef ortaya çıkmayan böylesi bir mutabakatın, rejim ve hükümet sistemi üzerinde oluşması tam da bu sebeple önemli bir fırsattır, çünkü Türkiye’nin demokrasisini pekiştirmesi için atması gereken adımları kapsayan ve en iyi ihtimalle yıllar sürecek bir sürecin nasıl bir yöntemle yürütüleceği en az içeriği kadar önemlidir. Eğer hedef demokratikleşme ise, bu noktada önemli olan, kurumsal tercihlerin diğer parametreler göz önünde bulundurularak demokratik bir rejimin ihtiyaçları gözetilerek yapılmasıdır.
Neden parlamenter sistem?
Bu noktada, siyaset bilimci Juan J. Linz’in 1990 yılında yayınlanan “Başkanlık Sisteminin Tehlikeleri” (“Perils of Presidentialism”) başlıklı makalesi anlamını ve kıymetini halen korumaktadır. Linz, bu makalede başkanlık sisteminin demokratik sürdürülebilirlik açısından parlamenter sisteme nazaran bazı riskler barındırdığını iddia etmektedir. Bunlardan belki de en önemlisi başkanlık sisteminde iktidarın kolayca kişiselleşebilmesi riskidir.
Elbette ki iktidarın bir kişi elinde toplanması sadece kurumsal faktörlerle değil; lider karizması, kaynak dağıtımı ve siyasal kültür gibi birçok başka parametre de hesaba katılarak açıklanabilir. Nitekim siyasetin ve iktidarın kişiselleşmesi, başkanlık sisteminden önce de Türkiye siyasetinin tanımlayıcı özelliklerinden biriydi. İşte tam da bu sebeple, demokratik sürdürülebilirlik adına kurumsal tercihlerin bu tehlikeyi minimize edecek şekilde yapılması gereklidir, zira hakim siyasi kültürü bir gecede değiştiremeseniz de kurumsal yapıyı diğer faktörlerdeki anti-demokratik ögeleri biraz olsun dengeleyecek şekilde kurgulayabilirsiniz.
Gelişmiş demokrasilerde etkin ve istikrarlı bir yönetim, denge-denetleme mekanizmalarının yanında yasama ve yürütme organlarının birbirleriyle uyum içinde çalışabilmesini gerekli kılmaktadır. Parlamenter sistemlerde hükümet, parlamentonun içinden çıktığı için bu uyum çok daha rahat bir biçimde sağlansa da hükümetin çoğunluğu aracılığıyla parlamentoyu etkisiz hale getirdiği eleştirileri sıkça yapılmaktadır.
İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün (IstanPol) geçen ay çıkardığı raporda da önerildiği gibi parlamenter sistemi daha istikrarlı hale getirerek rasyonelleştirecek bir takım araçların yanında, parlamentoyu ve dolayısıyla muhalefeti de hükümet karşısında güçlendirecek ve denetleme görevini etkin bir şekilde yapabilmesini sağlayacak araçlar da mevcuttur. Bu yönüyle parlamenter sistem denge-denetleme mekanizmalarıyla güçlendirilebilirken, başkanlık sistemlerinde yasama ve yürütme arasındaki uyumu tesis etmek çok daha zordur. Bu iki organın da doğrudan halk oyuyla göreve gelmesi sebebiyle meydana gelen çifte meşruiyet, özellikle demokrasinin henüz pekişmediği bir siyasi atmosferde ciddi rejim krizlerine sebebiyet verebilmektedir.
Sonuç: “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” gündemini geliştirmek
Sonuç olarak, muhalefetin parlamenter sistem mutabakatı, kamuoyunda tartışılandan çok daha büyük bir fırsata işaret etmektedir. Bu mutabakatın ortak bir yol haritasına dönüşmesi durumunda, sürecin meydana getirdiği sivil ve siyasi uzlaşma, çok partili yaşam boyunca yaşadığımız deneyimleri hafızasında barındıran bir demokratik kurumsallaşmayı mümkün kılabilir.
Demokrasinin kurumsallaşma yoluyla pekişmesinde Türkiye için olmazsa olmaz gereklilik, toplumsal uzlaşı ile yapılacak yeni bir anayasadır. Kadim sorunlarımızın çözümü için gereken uzlaşma ortamı ise mevcut siyasi yapının bekası için sürekli yeniden ürettiği kutuplaşma ile maalesef sağlanamamaktadır.
Bugün Türkiye’de iktidarın dışında siyaset yapmaya çalışan ve çok farklı toplumsal kesimleri temsil eden muhalefet partilerinin şimdilik parlamenter sistem üzerinde sağladıkları mutabakat bu açıdan iyi bir başlangıçtır. Bundan sonraki ilk adım, “nasıl bir parlamenter sistem?” sorusuna bu partilerin yine mutabakat içinde bir cevap üretmesidir. Böylece bazı analistlerin dikkat çektiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın parlamenter sisteme dönüş kararı vermesi durumunda, muhalefetin çoktan üzerine anlaşılmış ve asgari ilkeleri belirli bir sistem önerisini cebinde tutması mümkün olacaktır. Bence çok da mümkün olmayan böylesi bir hamlenin amacına ulaşması ancak muhalefetin desteğine bağlıdır. Bu sebeple, muhalefet “güçlendirilmiş parlamenter sistem” gündemini kendi orijinal gündemi olarak geliştirmeye bu gündemin içini doldurmaya devam etmelidir.