Muhterem, ‘Divan-ı Âli’ istiyormuş. Keşke neden söz ettiğini de bilseydi.!

Son Güncellenme Tarihi: Ekim 5, 2020 / 07:57

Cemaatin darbe teşebbüsünden birkaç ay sonrası, Ekim 2016… Fırat Kalkanı devam ediyor.
Bir muhterem, kafasına damdan kiremit düşmüş gibi, “Cumhurbaşkanı yasalara ve Anayasa’ya uymuyor. Fiili başkanlık zorlamasından vazgeçip anayasal sınırlarına çekilmeyecekse fiili durumun hukuki boyut kazanabilmesinin yolu ve yöntemi aranmalıdır” diyor. Türkçesi, ‘Cumhurbaşkanı Anayasa’ya uymuyor, o zaman biz Anayasa’yı onun keyfine uyduralım.!’
Öyle oluyor; sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz…
Siyasi rejim otoriterlikten totaliterliğe evrilirken devlet kurumlarının içi boşaltılıyor, başta anayasa olmak üzere ‘kurallar’ yok sayılıyor, ‘devlet kültürünün’ yerini biat alıyor. Kuvvetler ayrımı ortadan kalkıyor ve Türkiye—kör-topal da olsa işleyen—bir demokrasi olmaktan çıkıyor.
Aynı muhterem yine devrede… Şimdi de Anayasa Mahkemesi yerine Divan-ı Âli istiyormuş.!
Aziz Türk milleti 16 Nisan 2017’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini tercih etmişmiş.
Başkanlık (a.b.) sistemiyle yönetilen ülkelerde AYM değil, Yüksek/Yüce Mahkemeler varmış.
Demokrasi dışı, [AYM gibi] demokrasi karşıtı kurumlarla hesaplaşılmalıymış…
Yeni sistem, parlamenter sistemin kamburlarından, ‘küflü prangalarından’ ayıklanmalıymış.
Sıkı durun…! Yüksek ‘demokratik’ standartlar bunu gerektiriyor-muş.!
Bunların tümü yanlış, tutarsız, eksik, çarpıtılmış, akla ziyan üfürmelerdir.
Ancak ‘deli saçması’ deyip geçiştirilemezler… Düzeltilmeleri—ve ciddiye alınmaları—gerekir.
‘Aziz Türk milleti’ 16 Nisan 2017’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini tercih etmemiştir. Meclis’te “Sana ne lan.! Suç işliyorum. Sana mı soracağım” nidaları ile açık oy kullanılmış, Yüksek Seçim Kurulu tarafından referandumun ‘kabul’ edildiği kabul (!) ettirilmiştir.
Divan-ı Âli hem 1876 Kanun-i Esasisi’nde hem de 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda vardı. İsmi üzerinde, devletin üst düzey görevlilerini yargılamak için oluşturulan bir mahkemeydi.
AMA, AYM’nin tek görevi üst düzey devlet görevlilerini yargılamak değildir.!
Adı farklı da olsa yasama ve yürütmenin tasarruflarını denetleyecek bir ‘yüksek’ yargı makamı demokrasilerin olmazsa olmazıdır—parlamenter sistemlerde de, başkanlık sistemlerinde de.!
ABD Yüksek Mahkemesi, parlamento kararlarının—kanunların, başkanın—yürütmenin, karar ve eylemlerinin anayasaya uygunluğunu denetler. Rusya Yüksek Mahkemesi hem parlamentoyu, hem Rusya Devlet Başkanı’nı, hem de hükümeti denetler. Fransa’da aynı yetkiler Anayasa Konseyi’nindir.
Koskoca partide, okuması yazması olan, bunları bilen, anlatan tek bir adam yok mu?
Üstelik anayasaların demokratik olup olmadıklarını kimlerin yaptığı değil, içerikleri belirler. Demokratlık, üniforma veya takım sivil elbise, ne giydiğinizde değil, ne olduğunuzdadır…
Önce insan olmak ve insanlara sadece ‘insan’ oldukları için, ayrımsız saygı duymak gerekir. Her şeyden önce ‘sadakat ve teslimiyeti’ esas alanlardan, sıraya girmiş yüzlerce ‘müride’ şapır şupur el öptürenlerden demokrat olmaz.!
Evet, 1961 Anayasası darbe ortamında yapılmıştır. Ama Türkiye’nin görebildiği en demokratik anayasadır. Özerk kurumlar, AYM, ikinci meclis—Senato, devrim niteliğinde haklar ve özgürlükler getirmiştir. Taslağını Ankara Üniversitesi hazırlamış, Anayasa Komisyonu ve Kurucu Meclis’te son şekli verilmiştir. Halk oylamasında % 61.5 ‘Evet’ oyuyla kabul edilmiştir.
Keşke ‘siviller’ daha iyisini yapsalardı… Yap(a)mamışlardır. Tam aksine, topluma siyaseti ‘yasak’ eden 1982 Anayasası, sivillerin başka (!) askerlerle 1960’lardan bugüne süregelen işbirliğinin ürünüdür. Bugünkü Meclis İçtüzüğü bile 1973 tarihlidir, ‘12 Mart’ ürünüdür, anti-demokratiktir. 1987’de ‘siyasi yasakların’ kalkmasına ‘darbeciler’ değil, ‘sivil’ Özal karşı çıkmıştır. Sonunda Anayasa Mahkemesi’ne ‘küflü pranga’ diyecek kadar gözleri kararmıştır.
Dürüst olmak gerekirse muhteremin bir doğru saptaması var. Yeni hükümet sisteminin ‘doğası ve ruhu’ bunu—yani Anayasa Mahkemesi’nden kurtulmayı—gerektirmektedir” diyor…
El hak doğru.! O yüzden AYM’siz, dikensiz gül bahçesi istiyorlar.
II. Abdülhamit gibi, Anayasa’yı askıya alacaklar… “Fiili duruma hukuki boyut” kazandırmanın yolunu ve yöntemini arıyorlar.!

Emekli piyade (kurmay) tuğgeneral (Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 2005), stratejist, siyaset analizcisi. Uluslararası ilişkiler, politik-askeri stratejik planlama, milli güvenlik siyaseti geliştirme alanlarında; NATO ve/veya Birleşmiş Milletler çerçevesinde icra edilen Körfez Savaşı, Irak Savaşı, Bosna-Hersek, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, El Halil (Filistin), Afganistan gibi milli, çok uluslu ve koalisyon stratejik operasyonlarına ilişkin olarak siyaset belirleme ve harekat planlamasında deneyim sahibidir. Somali, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’teki operasyonlara fiilen katılmıştır. Kıbrıs’ta iki ayrı dönem halinde toplam dört yıl, NATO uluslararası karargahlarında da toplam dört yıl görev yapmıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), silahsızlanma, silahların kontrolu, güven artırıcı önlemler ve kitle imha silahlarının yayılmasıyla ilgili etkinliklerde, özellikle Bölgesel Silahların Kontrolu, Doğrulama ve Uygulamaya Yardım Merkezi (RACVIAC/ZAGREP), çok uluslu Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG)’nın kuruluşu ve çeşitli Balkan ülkelerindeki Barış İçin Ortaklık (PfP) etkinliklerinde görev almıştır. Yayılmaya Karşı Güvenlik Girişimi (PSI) konsept geliştirme ve PSI çerçevesinde uluslararası işbirliğine yönelik planlama çalışmalarında rol almıştır. Gerek şehir gerekse kırsaldaki terörle mücadelede geniş operasyonel deneyimi vardır.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top