Müstakbel üyelikten, ambargolu ülkeye

Müstakbel üyelikten, ambargolu ülkeye
Türkiye konusunun yer aldığı toplantılar ya da hazırlanan belgelerde “ambargo”, ya da “yaptırım” kelimelerinin yer almadığı bir dönem yaşanmıyor artık.AB liderlerinin dün akşamki yemek sohbetinin konusu Türkiye idi....

Türkiye konusunun yer aldığı toplantılar ya da hazırlanan belgelerde “ambargo”, ya da “yaptırım” kelimelerinin yer almadığı bir dönem yaşanmıyor artık.
AB liderlerinin dün akşamki yemek sohbetinin konusu Türkiye idi. Bir de ABD. Bir yandan Türkiye’ye yaptırım konusu ele alınırken, diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri’nin müstakbel Başkanı Joe Biden’in olası Türkiye politikası da konuşuldu. ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımları, Biden’in politikası ve buna göre şekillenecek “AB-ABD ortak tavrı” ele alındı.
İşte bu nedenle Türkiye’ye yönelik daha önce “kısıtlı” da olsa alınmış yaptırım kararı biraz genişletilse de asıl tavrın takvim olarak mart ayına bırakılması üzerinde “hemfikir” olundu. Neden?
Çünkü Joe Biden göreve Ocak ayında başlayacak ve yeni ABD yönetimi uluslararası politikasını Mart’a kadar belirleyecek. O zamana kadar da AB ile ‘Transatlantik’ anlaşmayı tamamlayacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomi ve hukukun üstünlüğü alanlarının ardından dış politikada da değişim sinyalleri veriyor. Ama nasıl bir değişim? Daha dün, hiçbir mahkeme kararı olmamasına rağmen eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a “terörist” suçlaması yaptıysa, davaya bakan hakim ve savcıların elini kolunu bu suçlamayla bağlamışsa, iş insanı Osman Kavala’ya “Gezi davası”suçlamasından beraat etmiş olmasına rağmen olayları finanse eden kişi sıfatını kullanıyorsa ve tahliye olmaması için sandıktan “Casusluk” suçlaması çıkartıp dayatıyorsa, nasıl bir “Hukuk reformu” olacak?
“Türkiye'nin dostları ve müttefikleriyle daha güçlü işbirliği yapmak istediğini” belirten Erdoğan, bu söylemini hiçbir şekilde eyleme geçirmiyorsa kim bu sözleri dikkate alacak? “Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz" diyen Erdoğan, “Müzakerelerin başlaması için” atılan “utangaç” olumlu adımları da birer birer yok ediyorsa hangi ülke AB’nin akşam yemeğinde Türkiye’yi savunabilecek?
AB-Türkiye ilişkilerinde üç temel sorun yaşanıyor;
-Fransa ve Avusturya gibi bazı üye ülkelerle yaşanan ikili sorunlar,
-Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile var olan mevcut sorunlara eklenen Doğu Akdeniz kaynaklı uyuşmazlıklar,
-Ve en önemlisi, son dönemde tamamen bozulan demokrasi sicili…
Demokrasi sicilinin bozuk olması, diğer sorunların çözümünü de zorlaştırıyor. Türkiye’yi “savunabilecek” argümanlardanyoksun olan ve hem stratejik hem de bölgedeki önemi nedeniyle Türkiye’yi, “AB’nin yanında” tutmak isteyen ülkelerin elini zayıflatıyor.
Dün akşamki toplantı, Türkiye’ye yönelik yaptırımların daha “sınırlı-yumuşak” tutulması yönünde şekillendi. Daha çok takvim olarak Mart ayı hedef alındı. Bazı kişilere seyahat yasağı (misal bazı TPAO çalışanları gibi) ya da bazı mallara ek gümrük vergisi getirilmesi yer aldı. Üstelik bu durum tamamen yasal. AB’nin serbest ticaret anlaşması imzaladığı üçüncü ülkelerin mallarının normalde sıfır gümrükle Türk topraklarına girmesi gerekirken, Türkiye bu anlaşmaların kendisiyle istişare edilmeden yapıldığını öne sürerek gümrük vergisi alıyor. Gümrük Birliği’ne aykırı olan bu uygulama nedeniyle AB bazı mallara gümrük vergisi getirebilir. Ankara’yı bekleyen asıl tehlike –ki Mart ayını beklemek gerekecek- zamana yayılmış kademeli ve katmanlı bir yaptırım silsilesinin karara bağlanması.
Ancak öyle görünüyor ki AB, asıl yaptırım için ABD’deki yönetim değişikliğini bekleyecek. Washington da zaten yaptırımlara hazırlanıyor.
Burada tabii, AB’nin Dönem Başkanlığını yürüten Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel’in tavrı ve “zaman kazanma” politikası sonuç veriyor. “Hukuk Reformu”ndan söz eden, ‘‘Geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz’’ diyen Erdoğan’ın söylem değil, eylemi beklenecek. Bir de Türkiye konusunda ABD ile ‘‘ortak hareket etmenin” yolları aranacak.