Mutabakatname ve yükseköğretim

Altılı Masa 30 Ocak 2023 tarihinde yayınladığı bir mutabakatname ile ortak iktidar programlarının ana hatlarını açıkladı.

Bu yazıda, mutabakatnamenin üniversite sistemini ilgilendiren kısmı üzerinde duracağım.

Mutabakatnamede olumlu bulduğum birçok nokta var.

Özellikle yükseköğretim kurumlarının özerkliğinin güvence altına alınması, ifade hürriyetinin önündeki engellerin kaldırılması, yükseköğretime bütçeden daha fazla kaynak ayrılması, üniversitelerin farklı alanlarda ihtisaslaşması, bilgi üretme ve bilgiyi ticarileştirme süreçlerinde özel kesim ve kamu ile işbirliği, intihal ile mücadele ve üniversite arazilerinin ranta kurban ettirilmemesi gibi noktaları büyük bir heyecan ve sevinçle okudum.

Burada sadece yeterince detaylı düşünülmemiş olduğundan şüphe ettiğim konulara değineceğim.

ÖZYÖNETİM VE ÖZDENETİM
Sorunlu bulduğum ilk konu şu maddede:
“Yükseköğretim kurumlarının yönetim ve denetiminin kendi öğretim üyeleri arasından seçimle oluşturdukları organlar eliyle gerçekleştirilmesini sağlayacağız.” Aralık’ta yayınlanan Anayasa değişikliği önerisinde de (Madde 130) benzer bir cümle vardı.

Burada iki büyük sorun potansiyeli görüyorum:

• Bu maddenin olası bir sonucu rektörlerin öğretim üyeleri tarafından seçilmesidir. Dünyanın önde gelen üniversitelerindeki teamül, içinde üniversite öğretim üyeleri temsilcilerinin yanında üniversite çalışanlarının, öğrencilerinin, mezunlarının ve üniversite dışından yetkin kişilerin de bulunduğu bir rektör seçimi komisyonu kurulması ve bu komisyonun tüm dünyadaki öğretim üyeleri arasından adaylar belirleyip kısa bir aday listesini üniversitenin en üst düzey kuruluna göndermesidir. Bu süreç şeffaf, adil ve hesap verebilir olmanın yanında kurum için en iyi rektörün seçilmesi sonucunu doğurur.

• Bunun yanında ciddi bir misyonu ve bütçesi olan bir kamu kurumunun yönetim ve denetiminin tümüyle kurumun üyelerine bırakılması da bana pek makul gelmiyor. Birçok vakıf üniversitesinde hem iç denetim hem dış denetimin yanında, mütevelli heyeti denetimi bulunmaktadır. Öğrenci sayısı ve bütçesi genellikle daha da yüksek olan devlet üniversitelerinin denetimi neden kendi öğretim üyelerine bırakılsın? Devlette, özel sektörde veya STK’larda denetimin tümüyle kurumun çalışanlarına bırakıldığı bir örnek var mıdır? Devletin tüm kurumlarının mali faaliyet işlemleri Sayıştay tarafından denetlenirken, üniversitelerin kendi kendilerini denetlemeleri makul müdür?

ÜST KURUL?
Altılı masanın bu konuda net bir görüşe sahip olmadığını tahmin ediyorum, çünkü aynı mutabakat dokümanında biraz daha aşağıda bir üst kuruldan söz ediliyor ve rektörlük seçiminin üst kurul tarafından her üniversiteye özgü olacak şekilde yönetileceği belirtiliyor. Bu önermeyi rektörün öğretim üyeleri arasından (ve tarafından) seçilmesinden çok daha sağlıklı buluyorum. Belki denetim de bu üst kurulun görevlerinden birisi olabilir ve akademisyenlerin kendi kendilerini denetleme açmazından çıkılabilir.

ÖZERKLİKLER
Mutabakatnamede yüksek öğretimin, yüksek öğretim kurumlarının akademik, idari ve mali özerkliğine müdahale etmeksizin planlanmasından söz ediliyor. Bunun pratikte mümkün olduğuna emin değilim.

• Örneğin bir alanda ülke çapında toplam kontenjanın çok yüksek olduğuna karar verilirse, bu kontenjan kurumların akademik özerkliğine müdahale etmeden nasıl azaltılacak?

• Veya yeni bir alanda program oluşturulmasının ülke yararına olduğuna karar verilirse, akademik, idari ve mali özerkliğe müdahale etmeden bu programların açılması nasıl sağlanacak?

• Ekonomik teşvikler mi kullanılacak? Bütçeler öğrenci sayılarına mı bağlanacak?

Özetle, akademik, idari ve mali özerklik çağrısı yapan bir mutabakatname maddesi ancak alkışlanabilir. Ama bu konuda uygulama (ve detaylar) çok önemlidir.

YÖK’SÜZ YAŞAM
Mutabakatname aynı zamanda YÖK’ü kaldırıp, yerine sınırlı görevleri bulunan bir koordinasyon kurulu kurmayı öneriyor.

Şimdiye dek iktidar olmak isteyen her grup darbe kurumu olan YÖK’ün kapatılması çağrısı yaptı, ama iktidara gelince YÖK’ü kendi hedefleri doğrultusunda kullanmayı tercih etti.

Dolayısıyla “YÖK kapatılsın” sloganı yetersiz; yerine ne geleceğinin detaylandırılması gerek.

YÖK kurulduğu yılda ülkede 18 üniversite vardı, şu anda 206 üniversite var. Bu üniversitelerin %90’ının YÖK’süz bir yaşamı olmadı. Kendi kendilerini yönetme kasları hiç yok. Pandemi döneminde bunu çok net olarak gördük; üniversiteler ne yapacağını bilemedi ve YÖK’ten işaret bekledi.

YÖK’süz yaşamın nasıl olacağının seçimden önce muhalefet tarafından biraz daha detaylandırılmasının iyi olabileceğini düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Erhan Erkut Arşivi