Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

MUTLU OLMA SANATI

Bizi mutlu ya da mutsuz eden, aslında deneyimle dışarıdan ilişkili şeyler değil bunları kavrama şeklimizdir. Öyleyse mutluluk dış koşulların değişmesine değil iç koşullara yorulmalıdır.

‘…Dünyaya mutluluk ve zevk beklentisiyle dolu olarak adım atarız ve kader bizi hoyrat bir şekilde yakalayıp hiçbir şeyin bizim olmadığını, her şeyin ona ait olduğunu gösterene kadar bunu gerçekleştirmeye yönelik o aptalca umudu koruruz…’

Arthur Schopenhauer ‘Mutlu Olma Sanatı’nda aslında mutluluğa nasıl varacağımızı anlatmaz tam aksine mutluluğun peşinden koşmak yerine acıdan ve ıstıraptan kaçarak kurgulayacağımız bir hayatın en sakin, en tahammül edilebilir bir var oluş olacağı konusunu tartışmaya açar.

Gerçekten de bir insanın ömrü mutluluğun, hazzın peşinden koşarken sona erip gitmez mi? İnsanlık tarihi boyunca her bir insanın hayat boyu aradığı mutluluğa nasıl ulaşacağı sorusuna filozoflardan türlü yanıtlar gelmiştir. Kişisel gelişim kitapları mutlu geçen bir yaşamın sırlarını madde madde sıralamıştır. Bütün bunlara karşılık Schopenhauer ise mutluluk ve hazzı yorulmadan kovaladığımız hayatta en nihayetinde karşımıza çıkan deneyimdir der. Deneyim bize, mutluluk ve zevkin uzaklarda bir illüzyon gösteren salt kuruntu olduğunu gösterir.

Kendini tanıyan insan

İnsan, her zaman aynı olsa da bazen kendini anlayamaz. Hatta kendini tanıyana dek çoğu zaman yanlış anlar. Ve hatta ne kadar düşünüyorsa o kadar sık yanlış anlar. Kendinde farklı insani amaçlara yönelik yetenekler keşfeden insan bu konudaki yeteneğinin sınırını ancak onu deneyimleyerek öğrenebilir.  Fakat hayat, düz bir çizgidir. Yani bu çizgide yürürken çizginin etrafındaki diğer seçeneklerden feragat etmek durumundayızdır. Şöyle ki karar veremez ve diğer ‘şeyler’e el atarak yürürsek zikzaklar çizmeye başlar amaçsızca koşturur durur ve en nihayetinde hiçbir şeye ulaşamadan kalırız. Bu doğrultuda sadece istemek ve yapabilme arzusu yeterli değildir. Bunun yanında insan ne istediğini ve ne yapabildiğini biliyor olmalıdır. Ancak bu şekilde yalpalamadan pişmanlık duymadan düz bir çizgide yürüyebilir. Aksi durumda ise çizgisi düz değil; titrek ve eğri, yolu karmaşık ve pişmanlıklarla örülü olacak ve en sonunda acı çekecektir.

İşte bu durumda mümkün ve ulaşılabilir pek çok şeyin onu beklediğini görebilen insan hangisinin sadece ona uygun olduğunu bilemeyecek ve aslında kendisine uygun olmayan kendisini mutsuz edecek belki de ulaşsa tahammül bile edemeyeceği konum ve koşullara kıskançlık duyacaktır. Kendi doğası ile güç bela mücadele ederek bir şeyleri elde eden insan ise en nihayetinde bu kazanımdan keyif almayacak hatta pişmanlık duyacaktır. Çünkü insanın kendi yeteneklerini, kendi gücünün ne yönde olduğunu bilmesinden başka hiçbir zevk yoktur ve acı, bu güce ihtiyaç duyulduğunda yokluğunun hissedilmesidir.

“Hayat bilgeliğinin büyük bir kısmının, biri diğerini mahvetmesin diye, dikkatimizi kısmen âna, kısmen de geleceğe bahşettiğimiz doğru orana dayandığı söylenebilir.”

Ölçüsüz sevinç ve şiddetli acı

İsteklerin sınırsızlığı, memnuniyetsizlik mutsuzluğun da davetiyesidir. Schopenhauer bunu bir metaforla anlatır. Zenginlik ve şöhret der deniz suyu gibidir ne kadar içersen o kadar susarsın. Çünkü isteklerimizin genişletilmiş ölçüsüne alışır ve sahip olduklarımıza da kayıtsızlaşırız.

Buna ek olarak ölçüsüz sevinç ve şiddetli acı sadece aynı kişide bulunabilir. Çünkü ikisi karşılıklı olarak birbirine bağımlıdır ve ortaklaşa olarak ruha bağlıdır. Her ikisi de içinde yaşanılan ana göre değil geleceğe dair çıkarımlar üretmek suretiyle ortaya çıkar. Öyleyse aşırı sevinç de aşırı acı da öznenin doğası aracılığıyla belirlenir. Ölçüsüz sevinç, hayatta ulaşılabilmesi imkansıza yakın olduğu düşünülen bir şeye ulaşma yoluyla ortaya çıkan bir kuruntudur. İleride bu kuruntudan vazgeçmek durumunda kalındığında sevince neden olan şeyin bedeli acı ile ödenmek zorunda kalınır. Yani aşırı acı, kuruntuya bağlı sevinç dolayısıyla ve kuruntunun ortadan kalkmasıyla ani bir şekilde tepeden düşüştür.

Eğer insan şeyleri kendi bağlamlarında gerçeklikleriyle görme cesareti gösterebilseydi, kişi onlara kendi aklındaki anlamları atfetmekten kaçınabilseydi aşırı sevinç ve aşırı acıdan da kaçınabilirdi.

Öyleyse insan; mutluluğun, mutsuzluğun, sevincin ve acının sebebini daima dış koşullara bağlamaktan vazgeçip şayet iç koşulların değişmesine yormaya başlarsa en büyük memnuniyetin gerçekleştiğini göremeye başlayabilir.

*SCHOPENHAUER, A. (2021). Mutlu Olma Sanatı. (Ş. Sunar, Çev.) İstanbul: Can Yayınları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi